Başbakan’ın ağzından okunan bildiri Türkiye’deki arşivlerin tüm araştırmacılara açık olduğunu söylüyor. Bu, kısmen doğru sayılır; Başbakanlık’a bağlı Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü bütün birimleriyle son yıllarda yerli-yabancı araştırmacılara tamamen açık ve uluslararası standartlarda hizmet sunuyor. Ancak diğer kurum arşivlerinde durum çok farklı. Bu ‘sözde arşiv’lerden kimi tamamen kapalı, kimi tasnifsiz, kimi görünürde açık, kimi ise yarı-açık… Özellikle 1915 tehcir ve soykırımı açısından bunların en önemlilerinden biri olan Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Dairesi Başkanlığı’nın kısaca ATASE adıyla bilinen arşivi açık gibi görünmesine rağmen aslında ‘kapalı’dır!
***
Bu ‘sözde arşiv’lerden kimi tamamen kapalı, kimi tasnifsiz, kimi görünürde açık, kimi ise yarı-açık.
Başbakanımızın ’24 Nisan’ vesilesiyle kamuoyuna açıkladığı hükümet bildirisi ve dünya Ermenilerine taziyesi tarihsel açıdan önemli bir gelişme sayılmalı. Gerek içeriği gerek dili itibariyle bu metin Türkiye’nin 1915’e yönelik resmi devlet yaklaşımında kritik önemde bir tutum değişikliğine işaret ediyor. Devletin ilgili birimlerinin, bilhassa Dışişleri’nin öncülüğünde bir ekip çalışmasıyla kaleme alındığı anlaşılan bildiride konunun rahatça tartışılabilirliğine, farklı fikirlerin özgürce paylaşılmasına, nefret dilinden empati ve anlama diline geçişe yapılan vurgu dikkati çekiyor. Bildiri ayrıca insanların acılarını yaşama ve hatırlama biçimlerine saygıyı bir insanlık vazifesi ve demokrasi kültürünün, çağdaşlığın gereği olarak sunuyor. 1915 bağlamında tarihe ‘insani ve ilmi bir sorumlulukla’ bakılması gereğine dikkat çekilmesi, tehcirin sonuçları itibariyle ‘gayri insani’liğinin kabul edilmesi ise bilhassa önemli. Bütün bunların, radikal milliyetçi/ulusalcı söylemini sürdüren kesimler dışında, kamuoyunda genel kabul göreceği kuşkusuzdur. Nitekim bunun işaretleri şimdiden açıkça ortadadır.
Resmi söylemde ciddi bir farklılaşmaya işaret eden bu içerik ve kullanılan farklı dil, sadece 1915’in ‘soykırım’ üzerinden de ele alınmasını değil, doğrudan tarih çalışmalarını, tarihçilerin özgürce araştırma ve yazma ortamını da olumlu etkileyecek potansiyeli içinde barındırıyor. Biz tarihçiler açısından ise bunun anlamı daha başka. 1915’i çalışmanın Türkiyeli tarihçiler üzerinde yarattığı baskının esasen olayın tarihsel değil güncel siyasi ve diplomatik boyutundan kaynaklandığı hatırlanacak olursa, söz konusu bildiriyle bu yükün ağırlığının da kalkacağını düşünmek ve ummak hakkımızdır artık.
Orası öyle. Ama tam bu noktada, hem Başbakan’ı hem hükümeti halen de sürdürdükleri anlaşılan bir yanılgı konusunda bilgilendirmek ve bir bakıma uyarmak da tarihçilik adına görevimizdir.
Başbakan’ın ağzından okunan bildiri Türkiye’deki arşivlerin tüm araştırmacılara açık olduğunu söylüyor. Bu, kısmen doğru sayılır; Başbakanlık’a bağlı Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü bütün birimleriyle son yıllarda yerli-yabancı araştırmacılara tamamen açık ve uluslararası standartlarda hizmet sunuyor. Ancak diğer kurum arşivlerinde durum çok farklı. Bu ‘sözde arşiv’lerden kimi tamamen kapalı, kimi tasnifsiz, kimi görünürde açık, kimi ise yarı-açık. Bazılarına araştırma yapmak için girebiliyor olmamız, oradaki belgelere eksiksiz ve özgürce ulaşabildiğimiz anlamına gelmiyor.*
Esas sorun tam da burada. Özellikle 1915 tehcir ve soykırımı açısından bunların en önemlilerinden biri olan Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Dairesi Başkanlığı’nın kısaca ATASE adıyla bilinen arşivi açık gibi görünmesine rağmen aslında ‘kapalı’dır! Tam da bildirideki şu cümle açısından: “Bugün arşivlerimizde yer alan yüz binlerce belge tüm tarihçilerin hizmetine sunulmaktadır.”
Hayır! Bu doğru değil! Bunu başta Başbakan olmak üzere hükümetin de kamuoyunun da net olarak bilmesi gerek.
Söz konusu arşiv teorik olarak zamanın Osmanlı hükümetinin Birinci Dünya Savaşı esnasında Harbiye Nezareti (= Enver Paşa) üzerinden sivil asker bütün birimlerle ve başta Dahiliye Nezareti (=Talat Paşa) olmak üzere ilgili bütün bakanlıklarla ‘sıkıyönetim koşulları’ altında ve tehcir uygulaması da dahil olmak üzere çeşitli konularda yaptığı bütün yazışmalarını içeriyor. Yani ‘1915’ için Başbakanlık Arşivi’nin Dahiliye Nezareti ve Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’ne ait yazışmaları içeren tasnifleriyle birlikte en önemli ve kritik belge kümesi ATASE arşivindeki bu yazışmalardır. Bunlar olmadan yapılacak her çalışmanın eksik, yanıltıcı ve tek taraflı bir resim sunması kaçınılmaz. Nitekim öyle de oluyor.
Başbakanlık bildirisinin ilgili olduğu konu açısından kritik önemdeki bu arşiv tam anlamıyla ‘açık’ bir arşiv sayılamaz. Çünkü oradaki malzemenin tamamı araştırmacıların özgürce incelemesine açık değil. Genelkurmay’ın yönetiminde bir daire olarak çalışan ATASE arşivinde bulunan onca belgeye tarihçiler doğrudan ve özgürce ulaşamıyorlar. Biz tarihçilerin üzerinde çalıştığımız konularla ilgili belgelerin nelerden ibaret olduğuna orada görevli memurlar karar veriyor! Evet, yanlış duymadınız: Tarihçiler hangi malzemenin kendi konularıyla ilgili olup olmadığına kendileri karar veremiyor! Çünkü onlara bu fırsat tanınmıyor. Konuyu bir örnekle açayım: Diyelim ki, I. Dünya Savaşı’nda örgütlenen ve savaş boyunca resmi veya gayri resmi etkinliklerini sürdüren milis/çete örgütlenmeleri üzerinde çalışıyorsunuz. Bu arşivin kataloğunda tam da bu başlık altında bir arada tasnif edilmiş 100 belgelik bir kutu var. Doğrudan araştırmanızla ilgili bu kutunun içindeki bütün belgeleri görmek istediğinizde, alacağınız cevap “Hayır! Onun içinde hangilerinin sizinle ilgili olduğuna biz bakıp karar vereceğiz!” olur. Ve birkaç gün sonra önünüze bu malzemeden beş on belge konur! Ya o kutudaki aynı konuyla ilgili diğer doksan belge? Onların bizim konumuzla ilgisi yoktur; buna memurlar sizin adınıza öyle karar vermişlerdir!
Sanırım bu örnek söz konusu arşivin çalışma usulünü ve oradaki keyfiliği, bilimdışı mantığı göstermesi açısından yeterlidir. Böyle bir ön elemeden geçmiş seçmece belgeler üzerinden araştırma yapmak/yaptırmak bu kurumun bir alametifarikasıdır. Bu dünyanın her yerinde ‘abes’ten de öte, utanılacak bir uygulamadır. Tam anlamıyla bir arşivcilik mizanseni olan bu uygulama tarihçiler açısından açık bir aşağılanmadır aslında. Başbakan’ın bildirisinin atıfta bulunduğu ‘ilmi’ hiçbir kriter, hiçbir yöntem tarih araştırmalarında böyle bir uygulamayı kabul etmez. Ne yazık ki Türkiye’de tarihçiler yıllardır bu arşivde böyle çalışmaya mahkûmlar. Durum halen de böyledir. Ayrıca, sahip olduğu çok önemli koleksiyonlara rağmen bu çalışma usulüyle bu ‘arşiv’, medeni dünyanın hiçbir ülkesinde ciddiye alınmamakta, müstehzi bir gülümseme yaratmakta, hele hele asla ‘açık arşiv’ olarak görülmemektedir.
Başbakanımız “Arşivlerdeki bütün belgeler araştırmacılara açıktır” derken, ne yazık ki, bu gerçekten habersiz görünüyor. Kendisi, dolayısıyla hükümet ve tabii ki bu bildiriyi kaleme alan ekip kendilerine bu yönde bilgi veren bürokratlarca fena halde yanıltılmışlardır. Böylesine önemli tarihsel bir açıklamanın üzerine bu yanlış bilginin ve yanıltmanın gölgesi düşmüş durumdadır. Dahası, Başbakan da hükümet de bu derece kendinden emin bir şekilde kaleme alınan bu metinle, esasta içerdiği doğrulara rağmen kendilerini uluslararası kamuoyu nezdinde bir kez daha zor duruma düşürmüş oldular.
Acı ama maalesef gerçek budur. İçeriğine temelde katıldığım ve desteklediğim bu bildiri vesilesiyle şu anda bu yazıyı kaleme almak zorunda kalmış olmam büyük bir talihsizliktir.
Oysa bu arşivin sahip olduğu önemli koleksiyonların araştırmacıya, tarihçiye tam olarak açık hale getirilmesi atılacak tek bir adıma bakmaktadır: Genelkurmay’ın bünyesindeki bu arşiv Başbakanlık Devlet Arşivleri bünyesine aktarılmalı, bütün fonlarıyla eksiksiz olarak tarihçilerin incelemesine açılmalıdır.
Bu, yeni bir öneri de değil üstelik. Bizzat Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nce de zaman zaman dile getirilmiş, bu yöndeki teşebbüslerden sonuç alınamadığı bilgisi biz tarihçilerin kulağına kadar ulaşmıştır. Eğer bu doğruysa, daha da vahim bir durumdayız demektir çünkü bu, şu anlama gelir: Başbakanlık ve hükümet bu arşivin söz konusu şaibeli durumunun bilgisine sahip olmasına rağmen, bu konuda kararlılıkla harekete geçmek yerine, bu bildiriye de yansıyan retorikle durumu bir kez daha geçiştirmeye çalışmaktadır. Yani siyaset kurumu ve diplomasi üstesinden gelmekte zorlandığı bir konuda bir kez daha tarihçiyi öne sürmekte, bütün sorumluluğu yine tarihçinin omuzuna yüklemektedir. Başka bir ifadeyle bir kez daha tarihçilerin arkasına saklanmaktadır.
Eğer bu doğruysa, hiçbir inandırıcılığı olmayan bu mizansenin altından ne siyaset kurumu ne de zavallı tarihçiliğimiz kalkabilir.
Bu yüzden bu yazıyı yine de iyi niyetle ve samimi bir dilekle bitireyim: Umarım Başbakanımız ve hariciyemiz bu arşivimizle ilgili gerçeği bilmiyor ve ilk kez şimdi, bu bildiri vesilesiyle duyuyor olsunlar.
* Bu konunun ayrıntıları için okuyucuya şu makaleyi salık veririm: Oktay Özel, ‘Arşivler Meselemiz: Siyaset Kurumunun Tarihçiyle Tehlikeli Dansı ve Meşruiyet Kaybı’, Toplumsal Tarih, 217 (Ocak 2012), 24-33 (ya da bkz. Dün Sancısı, İstanbul: Tarih Vakfı, 2012, içinde).
*(Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi)
http://www.radikal.com.tr/yorum/hukumetin_1915_bildirisi_vesilesiylearsivlerimiz_gercekten_acik_mi-1190637
Yorumlar kapatıldı.