Selahaddin Çakırgil
Önce, tarihten bir örneği hatırlayalım: Stalin’in 1953’de ölümünden sonra Sovyet lideri olan ve Kasım-1963’e kadar bu sıfatını sürdüren Nikita Kruşçef’in ‘Stalin’e ve stalinizm’e karşı müthiş bir mücadele başlattığı dönemdir. Hattâ, o kadar ki, onun Kremlin Sarayı duvarına mumyalı olarak muhafaza edilen cesedini bile oradan çıkartıp attırır.O günlerde, Mısır’ın o sıralarda bütün arab dünyasını derinden etkileyen ve sarsan lideri Cemal Abdunnâsır Moskova’ya gider ve görüşmeler esnasında, Nâsır da Stalin hakkında olumsuz birkaç söz söyler. Nâsır’ın Enformasyon Bakanı ünlü yazar Haseneyn Heykel’in hâtırâtında anlattığına göre, Kruşçef , Nâsır’ın bu sözlerine bozulur ve ’Onu biz eleştirebiliriz, ama, siz bir yabancı olarak asla..’ der.
Daha önce özel olarak da Türkiye’ye hiç gitmemiş olan Almanya C.Başkanı Joachim Gauck, resmî 27 Nisan günü ilk kez Türkiye’ye gitti. Bir yolsuzluk suçlaması yüzünden istifa ettirilen ve daha sonra da o iddiadan beraet eden selefi Christian Wulff’un, ‘İslam Almanya’ya da aid”cümlesini telaffuz etmesi hasebiyle, hem Türkiye’de ve hem de, Almanya’daki Türkiye kökenli 3 milyonu aşkın kitle arasında özel ve muteber bir yeri olduğundan, Gauck’un Türkiye ziyareti daha bir önem taşıyordu.
Çünkü, Gauck, Almanya’daki müslümanlar aleyhinde bir kitab yazan Thilo Sarrazin’e destek vermesiyle de biliniyor ve bu yüzden Türkiye’de soğuk karşılanması taa baştan ihtimal dahilindeydi. Komünist Doğu Almanya’da 50 yıl yaşamış eski bir protestan rahibi olan ve hanımından ayrılmadığı halde, ‘Daniela Schadt’ bir başka kadınla ile birlikte yaşayan ve onu diplomatik ve resmî hayatında da fiilen eşi gibi yanında bulundurması ve ‘First lady’ gibi sunması yüzünden çoğu çevrelerde şaşkınlıkla karşılanan Gauck’un bu ziyareti geçen sene gerçekleşecekti; ancak, geçen Haziran’daki İst.-Taksim-Gezi Hadiseleri sonrası gelişmeler ziyaretin birkaç kez ertelenmesine yol açmıştı.
Gauck, önce Maraş’a giderek, orada Suriye sınırından gelecek muhtemel saldırılara karşı NATO tarafından oluşturulan Patriot Füze Savunma Sistemi’ndeki alman askerlerini ziyaret etti ve Türkiye’nin ekonomik büyümesini, Suriyeli 700 binden fazla sığınmacıya kucak açmasını ve reformları övdü. Ama, Gauck Ankara ve İstanbul’daki görüşmeleri sırasında bazı eleeeştirilerini de dile getirdi ve ODTÜ’de öğrencilere hitaben ’Yerleşkenizin açık ve liberal görüşlerin yeri olduğunu duydum’ diyerek başladığı konuşmada, ‘’Ordunun siyasette etkisi geriye itildi. Kürdlerle olan diyalog sürecinin başlamasıyla birlikte şiddet içeren çatışma sayısı azaldı. Örneğin, ermeniler veya kürdlere karşı yapılan haksızlıklara ilişkin tabular kalkmaya başladı. Son olarak Başbakan Erdoğan ermeni kurbanların yakınlarına yönelik acılarını paylaştığını ifade etti. Bunlar tabiî ki Türkiye’de olumlu olan gelişmelerden sadece bazılarıdır.’ diye bir yıkama-yağlamadan sonra, ‘Kuvvetler ayrılığı prensibinden sapmalar olduğu ve yargı bağımsızlığının tehlikeye girdiği, MİT Kanunu’nda yapılan yeni düzenlemelerin kendisini korkuttuğu; fikir ve basın özgürlüğü kısıtlandığı; İnternet ve Twitter gibi sosyal iletişim ağlarına erişimin kısıtlandığı; eleştirel bakış açısına sahip gazetecilerin işten çıkarıldığı; gazetelere yayın yasağının getirildiği ve yayıncıların hukukî baskı altına alındıkları..’ gibi konulara değiniyor ve ‘İtiraf ediyorum: Türkiye’deki gelişmelerle ilgili duyduğum sözler beni korkutuyor..’ şeklinde cümleler kuruyordu;‘Fakat beni lütfen yanlış anlamayınız. İfade ettiklerim iç işlerine müdahale arzusu değil, eşit düzeyde paylaşım arzusudur.. Dostlar birbirlerine eksiklerini de açıkça söyleyebilmeli..’ gibi gerekçelerle.. Gauck, gerekçesini de şöyle ifade ediyordu: ‘Kendi ülkem olmasa da ne zaman hukuk devletinin tehlike altında olduğunu görsem o zaman bir demokrat olarak, sesimi yükseltirim. Sesim insanlar içindir; onurları, özgürlükleri ve fizikî dokunulmazlıkları içindir. Bizler de başka ülkelerin tavsiyelerini dinlemeye hazırız. Almanya’da işlenen cinayetlerden sonra soruşturmaların tek yönlü olduğuna yönelik eleştirileri kabullenmek zorundaydık ve kabullendik.’
Gauck, ‘Twitter ve YouTube’un neden yasaklandığı, Anayasa Mahkemesi Başkanı Hâşim Kılıç’ın konuşması ve hükümetin medyaya neden güç kullandığını’ da sorarak, ’Şimdiki hükümetin olağanüstü güçlü seçim zaferi ile bu kadar büyük bir güce sahib iken yargıya müdahalesi gerçekten demokrasiyi güçlendirecek mi? Hükümet yargıya karşı neden girişimde bulunuyor?’demeyi de ihmal etmemişti..
Bir ‘One minute..’ çekmek, Gül’e de yakışmaz mıydı?
A. Gül ise, bu sözlere karşılık, ‘Hiçbir ülke kendisinin mükemmel olduğunu iddia etmemeli. Almanya’da aşırı sağcıların katlettiği insanlar ve uzun süre bunların aileleri cinayetle suçlandıktan sonra nasıl utanacak durumlarının ortaya çıktığını bildiğimiz gibi ırk düşmanlığı yapıldı. Nasıl Avrupa’da bunların olduğu gerçekse, bunlar AB’ye yakışır mı dediğimizde yakışmayan vasıflarsa; bizde de bazı olumsuzluklar var. Bunları da o şekilde görmek gerekir. Önemli olan noksanlıkların farkında olmak ve düzeltmek için azimli olmaktır.’ diye çok yumuşak bir karşılık veriyordu, mevkıdaşına..
Almanya C. Başkanı Joachim Gauck’un Türkiye gezisi sırasında C. Başkanı Abdullah Gül’le çok iyi anlaştıkları anlaşılıyordu. Çünkü, bu eleştirilerden rahatsız olduğunu pek de hissettirmemişti, Gül.. Ya da, çok ince ve nazik karşılıklar vermişti.
Halbuki, iç işlerine açık bir müdahale teşkil eden bu gibi eleştiriler karşısında, -Tayyib Erdoğan’ın 2009 yılında Davos Toplansı’nda yaptığı gibi- C. Başkanı Gül’ün de bir ‘One minute..’ çekmesi ve ‘Bir dakika, Herr Gauck! Sizin iç mes’elelerimiz hakkında bu gibi görüşleri beyan etmeniz hiç bir diplomatik teamüle sığmamaktadır.. Siz, Almanya’da Türkiye kökenli 8-10 kişinin alman gizli servisi elemanlarınca katledilmesi konusunda henüz kendi Başbakanınızı ve Hükûmetinizi bile eleştirememişken, ya da Afganistan’daki alman askerlerinin işlediği ve Afganistanlı yüzlerce insanın öldürülmesi konusunda hiç sesinizi yükseltememişken ya da Guantanamo ve Ebu Gureyb’de B. Amerika tarafından ya da sionist İsrail rejimince Filistin’de işlenen cinayetler konusunda başka ülkelere böyle bir ikaz veya itirazı teamül dışı bilerek yapamamışken, burada bizim evsahibliğimizi kötüye kullanmanız kabul edilemez..’ demesi beklenirdi.
Maalesef, Abdullah Gül bu fırsatı kaçırdı.
Halbuki, 1981’deki bir küstahlıktan sonra, hiç bir alman devlet adamının, hele de Türkiye’ye geldiği zaman bu derece müdahaleci, kendisini bir ‚big brother’/ , ağabey ve terbiye edici rolünde görmeye ve göstermeye kalkıştığı hatırlanmıyordu. Ve böyle bir saygısızlık karşısında nezaket gösterilmesi düşünülmemeliydi.
(1981’deki küstahlıktan yeni nesiller habersizdir.. Hatırlayalım.. Dönemin B. Almanya şansölyesi Helmuth Schmidt Türkiye’ye gelmiş ve İstanbul’u gezdikten sonra, rahatsızlığını,’İstanbul bir domuz ahırına benziyor, nedir bu pislik?’ diye dile getirmişti. Yaptığı basın toplantısında, gazeteciler kendisine bu eleştirilerinin bir ülkenin iç işlerine karışmakmânâsında olduğunu hatırlattıklarında Schmidt ’Biz Türkiye’ye bir çırpıda 2,5 milyar mark veriyorsak, bu, bizim bu ülkenin içişlerine karışmak hakkımızın bulunduğu mânâsına gelir..’ demiş ve herkes susmuştu.)
Bunca yıl sonra, şimdi de Gauck’un sergilediği bu ‘big brother’lik tavrı kabullenilmemeliydi.
Alman medyası da, laik TC medyası gibi, Gauck’u alkışlıyordu.
Gauck’un Türkiye’ye çeki-düzen vermek istercesine dile getirdiği bu sözler, son bir kaç yıldır Tayyib Erdoğan düşmanlığını kendilerine şiar haline getiren 29 Nisan tarihli alman medyasında büyük alkış toplamıştı.. (Stern dergisi gibi) bazı medya organları ise, Erdoğan tarafından, Gauck’un eski bir rahib olduğunun hatırlatılmasını ise, ‘hakaret’ olarak algılıyorlardı.
Bu yayınlardan birkaç başlık sunalım:
Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) : ‘İlkbaharda sonbahar. Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, Türkiye’deki fikir özgürlüğü kısıtlamalarını eleştirirken Doğu Almanya’daki deneyimlerinden faydalandı.’
Focus: ’Gauck, Erdoğan’ın politikalarını sert şekilde eleştirdi. Bu zamana kadar hiç bir lider Türkiye’deki demokrasi eksikliğini Cumhurbaşkanı Joachim Gauck kadar açık şekilde eleştirmemişti. Gauck, Ankara’da öğrencilerin önünde Türkiye’deki gelişmelerden korktuğunu söyledi.’
Spiegel Online: ’Erdoğan’a sert eleştiri, Gauck Türkiye’de demokrasiyi tehlikede görüyor. Cumhurbaşkanı Türkiye’deki gelişmelerden ötürü kaygılı. Joachim Gauck, öğrencilerin önünde yaptığı konuşmada Tayyib Erdoğan’ın politikalarını eleştirdi. Onun yargı ve muhalefete karşı tutumunun hukuk devletini tehlikeye soktuğunu söyledi.’
Die Welt: ’Gauck’un Türk yönetimine sert dersi. Cumhurbaşkanı Gauck, Ankara’da Başbakan Erdoğan’a çattı. Hukuk devleti ve fikir özgürlüğü konularına vurgu yaptı. Fakat Gauck, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) perspektifinden vazgeçmesini istemiyor.’
Die Zeit: ’Gauck, Türkiye ziyaretinde Erdoğan’ı eleştirdi. Cumhurbaşkanı Gauck, Cumhurbaşkanı Gül ile görüşmesinde internet yasağı ve toplu tayinlerin demokrasiyi geliştirmeyeceğini söyledi.’
Bild: ’Gauck’un Erdoğan’la hesablaşması. Sanal ortamda düşünce özgürlüğü Türk Hükümet Başkanı Tayyib Erdoğan için tartışmalı bir konu. Twitter kısa bir süre önce açıldı buna karşın Youtube hâlâ kapalı. Cumhurbaşkanı Joachim Gauck Ankara’daki Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde fikir özgürlüğünden bahsetti.’
Gauck, daha sonra CHP Genel Başkanı ile de bir görüşme yapıyor ve ’Almanya’da Cem evlerinin resmen ibadet yeri kabul edildiğini, bunun Türkiye’de olmamasını hayretle karşıladığını’ dile getiriyor ve bu sözler karşısında, CHP Gen. Başkanı, doğru-dürüst bir karşılık veremiyordu.
Ve yine Erdoğan’dan bir ayar da, Almanya C. Başkanı’na..
Bereket ki, Gauck’un sergilediği bu hadbilmez tavra Abdullah Gül’ün evsahibliği adına suskun kalmasına Tayyib Erdoğan seyirci kalmadı ve tıpkı Davos’ta, sionist İsrail rejimi C. Başkanı Şimon Perez’e çektiği gibi bir ‘One minute’ ayarını da ona çekti, 29 Nisan günü, AK Parti’nin Meclis Grubu’nda yaptığı konuşmada..
Erdoğan o konuşmasının bu konuyla ilgili bölümünde şöyle diyordu:
’(…) Dün alman cumhurbaşkanı gelmiş, benimle konuştuğu şeylerden sonra ODTÜ’ye gidiyor garip garip şeyler konuşuyor.
Kendilerine neler öğretildiyse onu ifade ediyor. Bunu bizimle paylaştığın gibi aynen ODTÜ’de yansıtsana.
Üzüntü veren ne biliyor musunuz, ODTÜ’de ona ev sahipliği yapanların gerçekleri söylememeleri.
Almanya’da Ali’siz Alevilik denen bir olay var, yani ateist bir anlayışın, Alevilik kisvesi altında, kendilerinin de desteklemiş olduğu bir yapı var, bunu bize yansıtıyorsun.
Türkiye’de böyle bir alevi yok dedik.
Almanya’daki bir kısım, avuç içi bir grup var, hem destekliyor almanlar, bunu da konuşacağım kendileriyle.
Onların diliyle gelip burada konuşuyorlar.
Bu yakışmaz.
Kendisiyle yaklaşık iki saat başbaşa olduk. O yemekte bunları açık açık konuştuk. İşin asıl sahibi biziz.
Kendisine somut örnekler verdik.(…) ’Güçlü bir hükümetsiniz neden korkuyorsunuz..’ diyor. Korkumuz yok dedik. Nereden çıkarıyorsun bunu..
Bir şey daha söyledim. Ülkemizin içişlerine karışılmasına asla tahammül edemeyiz dedik. Sadece, bu hatırlatmamızı da kullandı orada, ’Bu içişlerinize karışmak gibi anlaşılmasın ama…’ diyerek.. Biz ama’lardan çok çektik. Onun için devlet adamlığının gereği neyse onu yapmak lâzım. Herhalde kendisini hâlâ rahib zannediyor.
Bunlar çirkin şeyler..
Bunları bütünüyle anlattık. Azınlıklara karşı davranışlarımızı anlattık. Buna rağmen böyle bir yaklaşım beni üzmüştür.
(…) Almanya’da Türklerin evi kundaklanıyor. Bunun hesabını soramıyor. Gelip bize akıl veriyor, sen o aklı kendine sakla..’
Evet, Erdoğan, yapılacak eleştirilere aldırmadan, doğru bildiklerini, halkının izzet ve şerefine uygun bir şekilde dile getiriyordu. Erdoğan’ın bu konuşmasının ileri safhalarında M. Âkif’den okuduğu mısralar, tam da kendi halet-i ruhiyesini yansıtıyor gibiydi:
’Doğduğumdan beridir, aşığım istiklâle.
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle.
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat, çekmeye gelmez boynum.
Kanayan bir yara gördüm mü yanar taa ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırmada geç-git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu.
İrticanın şu sizin lehçede mânâsı bu mu?
Almanya ve AB de, Erdoğan gibi başeğmeyen liderleri istemiyor!
Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’un bu tartışmalı Türkiye ziyaretinin ardından, 30 Nisan günü, Avrupa’dan Türkiye ile AB üyelik müzakerelerinin durması yolunda yeni çağrılar yükseltilmeye başladı. Alman medyasında da Başbakan Tayyîb Erdoğan’ın Gauck’la ilgili eleştirilerine karşı sert yorumlar yapıldı.
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde FDP ve liberallerin güçlü adayı Alexander Graf Lambsdorf, Die Welt gazetesi’ne yaptığı açıklamada, “Avrupa Birliği, Türkiye ile müzakereleri durdursun ve bu sürece konsantre olmaktan vazgeçsin. Özgürlükleri kısıtlayan, hukuk devleti prensiplerini zedeleyen ‘yarı-otoriter’ bir ülkeyle pazarlıklar yapılmamalı.. Müzakerelerin yeri derin dondurucu..” diyordu.
Berlin’in Erdoğan’ın konuşmasından oldukça rahatsız olduğunu bildiren Die Welt gazetesi ise, Dışişleri’nden Sorumlu Devlet Bakanı Michael Roth’un “Erdoğan’ın duygusal açıklamaları ne içerik olarak, ne de ton olarak orantılıdır. Sadece şaşırıyorum ve kafa sallıyorum..” şeklindeki sözlerini aktarıyordu.
Almanya Federal Parlamentosu Başkan Yardımcısı (Yeşiller Partisi’nden) Claudia Roth ise,’Cumhurbaşkanı’yla gurur duydum, tam bir demokrat ve insan hakları savunucusu gibi davrandı.. Erdoğan küfürbaz bir tavırla Cumhurbaşkanı’nı azarlıyor. Bu da açıkça Erdoğan’ın kendi politik tarzındaki terbiye ve demokratik kültür eksikliğini gösteriyor’ diyordu.
Gauck’un ziyaretinin ardından Alman medyasında yer alan bazı yorumlar ise şöyle:
– Süddeutsche Zeitung: ’Türkiye Başbakanı Recep Tayyib Erdoğan eleştiriye pek katlanamıyor. Bu, bilinen bir şey. Almanya Cumhurbaşkanı’nın sözlerine sert tepki göstermesi şaşılacak bir durum değil. Ancak Erdoğan’ın konuşmasındaki ses tonu o kadar keskin ki, bunun ancak iki açıklaması olabilir: Birincisi; Gauck, Türkiye’de demokrasinin durumuna yönelik doğru bir tesbit yaptı. İkincisi de; Erdoğan yeniden bir seçim kampanyası sürecinde. Bu kez, cumhurbaşkanlığı yolunda..’
– Die Welt: ’Türkiye ile AB arasındaki diyalogda bir model ortaya çıktı. Avrupalılar, uygarca bir arada yaşamayla ilgili sözlü kurallara uymak için çabalıyor; Türk tarafı ise Avrupa ve Avrupa’nın politikacılarına hakaret etme özgürlüğünü kullanıyor. Bunun en taze örneği, Erdoğan’ın Almanya Cumhurbaşkanı’na yönelik sözleri: Erdoğan, Gauck’un Türkiye ziyaretinde’çirkin şeyler söylediğini, çünkü onun hâlâ kendisini bir rahip sandığını’ söyledi. Erdoğan bir sonraki Almanya ziyaretinde, bu kez tıpkı Gauck’un yaptığı gibi kendisinin de Alman hükümetini eleştireceğini açıkladı. Ağustos ayında cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Erdoğan, Almanya’daki türklerin oyları için propaganda yapıyor.’
Gauck ise, ’Türkiye gezim harikaydı.. Ben orada bir toplumda tartışılan kritik meselelerle ilgili yorum yaptım. Sadece bir tarafla değil, yani sadece yönetenle değil, yönetilenle de konuştum. Bu dostlar arasında olası ve normal bir durum.. ’Bunların hiçbirisini ben uydurmadım, hattâ az bile söyledim.’ diyordu.
Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere, Tayyîb Erdoğan’ı Türkiye halkının nezdindeki itibarından uzaklaştırmakta umutsuz olan bir takım yerli sivil toplum kuruluşları, Gauck’a dert yanmışlar, ona acıklı hikayeler anlatmışlar ve o da, bunları doğru zannedip, kendilerinin gönüllü yandaşı olmaya âmâde durumundaki bu gibi STK’ları memnun edebilmek için öyle konuşmuştu.
Erdoğan, Mısır’daki ’insan mezbahası’na seyirci kalan dünyayı da suçluyor..
Erdoğan, bu konularda dile getirdiği görüşlerin emperyalist dünyanın medyasında alabildiğince eleştirileceğini elbette biliyordu. Ama, onlara aldırmıyor ve şöyle diyordu:
’Batı’da şahsımla alâkalı olumsuz yayınları çok iyi biliyoruz. Bizim hakkımızda böyle yayınlar yapılıyorsa doğru istikametteyiz demektir. Almanya’da 8 vatandaşımız öldürülüyor. Bunun hesabını veremeyenler gelip bize akıl vermesinler. Türklerin evleri kundaklanıyor, Bunun hesabını Almanya soramıyor, gelip bize akıl veriyor, sen o aklı kendine sakla.. (…)
Hapiste olan gazetecilerden söz ediyor.. Hale bak, bize gelip basın şöyle böyle. Büyük bir kısmı bizden önce içeri girmişlerdir. Silahla yakalanan tipler bunlar. Tablo bu dedim, haberiniz var mı?
Ses yok..
Bilgilendirme farklı.
Bir taraftan şoke olurken, diyoruz ki ’Sizde bölücü terör örgütünün binlerce mensubu var, ev sahibliği yapıyorsunuz, eğer terörle ortak mücadelemiz olacaksa, burada da dayanışma içerisinde olmamız şart.’
Bu ayrı olarak Tayyîb Erdoğan, Mısır’da verilen yüzlerce kişi için verilen idâm kararlarına da değiniyor ve bu konuyu Gauck’la da konuştuğunu hatırlatarak şöyle devam ediyordu:
’…Vicdanı sızlayan bir insan olarak seslenmek istiyorum.
İdâma karşı çıktığını söyleyen ülkelere ve o ülkelerin yöneticilerine sesleniyorum. ’Ben insanım..’ diyenlere sesleniyorum.
Dünya siyasî liderlerine sesleniyorum. Kardeş ülke Mısır’da yüzde 52 ile seçilen bir cumhurbaşkanına karşı yapılan askerî darbe sonrasında haklarını arayan insanların tutuklanmasını ve idamla yargılanmalarını kaygıyla takib ediyoruz. Mahkeme, 529 kişi hakkında ve 20 dakikada idâm kararı vermişti. Bunların 492’si müebbede çevrildi, ama 37’sinin idâm kararı onaylandı.
Maalesef bu kararların ardından, 683 kişi için daha, 9 dakikada yeni bir idâm kararı alındı. Dünyanın ilgisizliği, darbeyi susarak onaylaması, teşvik edici rol oynadı. Hatırlarsanız , darbeyi batılı ülkeler özgürlük hareketi olarak değerlendirdiler. Orada da sosyal medya, güya özgürlük adına diyerek önemli vazifeler gördü. Ancak katliâm ve idâmlar başlayınca, o batılı ülkelerin sosyal medya hesablarının sustuğunu gördük.
Ukrayna’da gençleri sokağa dökmek için ortaya çıkan sosyal medyanın da Mısır’da olanlara karşı sessiz olduğunu görüyoruz.
Ülkemdeki Gezi Olaylarında, bize karşı tavırlar takınanlar, başta yazılı görsel medya sosyal medya olmak üzere özellikle sesleniyorum. Orada 12 tane ağacın yeri değiştirilmişti. Bundan dolayı Türkiye’yi birbirine katmaya kalkıştınız. Şimdi, Mısır’da 529 insanın idâmına suskun kalmanızı, 683 idâma suskun kalmanızı neyle izah edeceksiniz? Onlar insan değil mi?
Dün Almanya Cumhurbaşkanına da söyledim.
Hani AB üyesi ülkelerde idâm yasaktı. Ben AB’de ciddî çıkış görmüyorum. Sadece ’Olamaz böyle şey..’ diyordu. Eee, ne olamaz?
ABD’de var mı bir ses, Rusya’da var mı ses, yok.
Ama, Tayyib Erdoğan veya AK Parti bu konuda konuştuğu zaman, ’İşte bunlar müslüman oldukları için böyle konuşuyorlar..’ ucuzluğuna gidiyorlar. Bu iş bu kadar kolay değil..
Eğer, insanın değeri varsa, bunu kim olursa olsun ortaya koymak zorundasınız.
Benim için Ukrayna’da öldürülen de aynıdır, Mısır’da öldürülen de aynıdır. Ne diyoruz,zâlimler için yaşasın cehennem diyoruz. Bizim, bu zulüm kokan Mısır hükümetiyle dost olmamız mümkün değildir. Bunu düşünerek kanım donarak söylüyorum. Bunu söylemezsem, Allah’a bunun hesabını veremem. Bugün değilse ne zaman konuşacağız. CHP ne der, MHP ne der buna mı bakacağız; yoksa; biz Hâkimler hâkimi ne der ona mı bakacağız?’
Evet, bu sözler sıradan bir politikacının söyleyeceği sözler değil..
Ve, ’Ermeni Mes’elesi’ konusundaki son gelişmeler..
Birinci Dünya Savaşı’nın içinde meydana gelen ve onmilyonlarca Osmanlı vatandaşının ölümüyle sonuçlanan 1915- Hadiseleri konusunda, sadece Ermenilerin acı çektiği ve onlara özel bir düşmanlık sergilendiği iddiasıyla Ermenici çevrelerce her 24 Nisan günü yapılmakta olan gürültülü anma programlarının 99. yıldönümünün bir gün öncesinde, Başbakan Erdoğan’ın yayınladığı mesaj, dünyada büyük etkiler yaptı ve bazı çevrelerin etkisini kırdı ve inisiyatif Erdoğan’ın eline geçti, denilebilir.
Tarihçi Prof. İlber Ortaylı, “İnşallah kalıcı etkileri olur. Bakalım olacak mı? Zamanlamayı iyi yapmak lâzım. Ne zaman söyleneceğini bilmek lâzım. Arkası ne gelir, çok iyi hesaplamak lâzım. Bu gibi tartışmalarda yerinizi iyi belirleyeceksiniz. Tabiî, kulağını kapatıp, ‘Bana ne!’ de denmez dünyada. Her şeyi kendine göre inceliği vardır. Bunlar iki kere iki dört diye gitmez.’ diyordu.
Amerika bu açıklamayı, ’Başbakan Erdoğan’ın, Ermenilerin 1915 yılında yaşadığı acıları kamuoyu önünde tarihî kabulünden memnuniyet duyuyoruz’ diyerek takdirle karşılıyordu.
Ermeni faaliyetlerinin son 100 yılı aşkın zamandır en etkin destekçilerinden olan Fransa ise, ‘Evet, ama yetmez..’ yaklaşımı sergiliyor, daha ileri adımlar atılmasını istiyordu.
Hatırlayalım ki, Cezayir’de, 1830’lardan beri süren Fransa tahakkümüne karşı çıkan Müslüman halk üzerinde hele de, 1954-61 arasında 7 yıllık savaşta 1,5 milyondan fazla Müslümanı katleden Fransız ordusunun o korkunç cinayetleri konusunda, Fransa’nın önceki devlet başkanın Nikola Sarkozy, Cezayir için özür diler gibi beyanlarda bulunduktan sonra, ‘babaların suçlarından dolayı çocuklar suçlamaz..’ diye konuyu kapatmıştı.
Bu, yanlış bir yaklaşım değildi.. Çünkü, suçların şahsîliği prensibi, insanlığın hukuk tarihi boyunca geliştirilmiş ilginç tezlerden birisiydi.
Ama, emperyalist dünya, genelde bu anlayışı, Müslüman toplumlar söz konusu olunca hatırlamak bile istemiyorlar.
Ortaylı, USA Başkanı Obama’nın 1915 Hadiseleri’ni ‘Büyük Felaket’ olarak nitelemesi üzerine de, ’Büyük Felaket’ sözü, ermenice (Meds Yeghern)’in tercümesi.. Burada filoloji yapacak değiliz. Obama kendi de ne kullandığını bilmiyor.. Birileri ona bir şey söylüyor.’ diyordu.
Ermeni nüfusunun en yoğun bulunduğu ülkelerden olan Amerika’da, Los Angeles kentinde yaşayan Ermeniler de, Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarını memnuniyetle karşılıyordu. Nitekim, Los Angeles Ermeni cemaatinin önde gelen isimlerinden Bogos Mayramoglu, “Başbakan’ın yaptığı açıklama çok güzel bir açıklama. Bence biraz da geç kalınmış bir açıklama. Bu açıklama ile her şey bitmiyor. İki devlet yetkililerinin görüşmesi gerekiyor. Ben 42 yıl Türkiye’de çok rahat yaşadım. Fakat devlet adamları 1915’i diline sarmış gidiyor. Böyle bir şeyin var olup olmadığını bilmiyorum, tarihçiler bunu araştırmalı. Başbakan’ın yaklaşımları için teşekkür ediyorum. Türk ve ermeni milleti asırlardır beraber yaşadı, bugün de beraber yaşıyor..” diyordu. Aynı cemaatin önde gelen isimlerinden Garbis Sahnazoğlu da, ’İst.- Kadırga doğumluyum, 88 yaşındayım. İstanbul’un en eski şoförlerindenim. Yıllardır buradayım ve hep İstanbul’a gidip geliyoruz. Atalarımdan yaşadıklarına dair konuşmalarını dinlerdim ama hiçbir zaman hiçbir arkadaşım ile böyle bir ayırım yapmadım. Başbakan’ın konuşması da hoşumuza gitti açıkçası..’ diye dile getiriyordu sevincini..
Garo Hatun ise, ’30 yıldır burada yaşıyorum, İstanbul’dan geldim. Baba demek istediğim Başbakan Erdoğan’ın konuşmasını çok takdir ettim. Tayyib Baba’ya saygılarımı sunuyorum..’ diyordu.
Associated Press Ajans ise, “Başbakan, Türkiye’nin şiddetle reddettiği ‘soykırım’ ifadesini kullanmadı, bunun yerine ‘tehcir’ (zorla göç ettirme) dedi ve bunun gayr-ı insani sonuçlar doğurduğunu ifade etti” deniliyordu.
Reuters’in haberinde tâziye mesajının “beklenmedik” olduğuna vurgu yapılıyor ve ’Türkiye Başbakanı Tayyib Erdoğan, Birinci Dünya Savaşı’nda öldürülen Ermenilerin torunlarına tâziyelerini sundu.’ deniliyordu.
24 Nisan günü dolayısıyla yayınladığı mesajda Ermenistan Devlet Başkanı Serj Serkisyan ise, Erdoğan’ın mesajına değinmemekle birlikte dikkatli bir dil kullanıyor ve, ’Türkiye’nin inkar politikası’nı sürdürdüğü iddiasını tekrarladıktan sonra sonra, ’Ancak şunu kamuoyu önünde teyid etmek isterim ki biz Türk toplumunu düşman olarak görmüyoruz. Masum kurbanların hâtırâsı önünde eğilirken o dönemde ermeni komşularına yardım eli uzatan Türkleri de anıyoruz. Yurttaşlarımıza yardım eli uzatarak kendilerinin ve ailelerinin hayatlarını tehlikeye atanların hâtırâlarını kutsuyoruz.’ diyerek, yeni bir bakış açısına da kapı aralıyordu.
Türkiye’deki ermeni cemaatinin önde gelen isimlerinden ise, genelde olumlu tepkiler geldi.. Bunlardan Zaman yazarı Etyen Mahçupyan, 23 Nisan akşamı, ‘Şu ana kadar sadece devlet politikası ve karşılıklı atışma halinde yaşanmış olan bir olay hakkında ilk kez insana, duyguya dokunan, tarihi geri çağıran ve birlikte bakmayı öneren bir metin var. Türkiye’nin siyasî olarak en tepesindeki kişi tarafından yapılıyor. Bu çok önemli bir olay. Yeni bir yolun, yeni bir işin içine girildiğini gösteriyor. Olumlu bir şekilde kullanılacağından da eminim. (…) Kürd Mes’elesi’nin çözümünün temelinde öncelikle mes’eleyi gerçek mânâda anlamak, gerçeklerle bir şekilde karşılaşmak ve ötekine dokunmak vardı.
Bu mes’elede de aynı şey var.
Yaşananlardan kaçmamak durumundayız. Bir husumet çerçevesi içinde değil; birbirimize dokunarak, birbirimizi anlayarak, birbirimizle yeniden tanışarak anlamalıyız. (…)’ diyordu.
‘Osmanlı döneminde Ermenilerin de Kürdler, Arablar gibi toplumun bir parçası olduğunu hatırlatan Yeni Şafak yazarı Markar Esayan ise ’Başbakan’ın açıklaması çok onurlu bir duruştur. Gecikmeli de olsa bir zihniyet değişimidir. Bu açıklama tüm dünyada yankı bulacak ve olumlu bulanlar çoğunlukta olacak. Ermenilerin yüzde 90’ı sadece, ülküdaşlarının bu acıyı paylaşmalarını istiyor. Bir beklentileri yok.’ diyordu.
Ancak, Esayan’ın ’Osmanlı yıkılırken pek çok toplum gibi Ermeniler de büyük bir katliâma maruz kaldılar. Türkiye bu konuda da çok zor durumda kalıyordu.’ şeklindeki sözleri doğru kabul edilebilir olmakla birlikte, sözünü ettiği, ülküdaşları kimlerdi ve ülküleri neydi? Daşnak ve diğer Ermenici ayrılıkçı silahlı mücadeleciler ve (Gizli Ermeni Ordusu isimli) ASALA tipi örgütler bu ülküdaşlığın neresindeydiler? Esayan bunları açıklamadıkça, sözleri su üzerine yazılmış yazı mesabesinde kalmaya mahkûm..
*
Erdoğan’ın açıklaması, Ermenice ve Türkçe olarak yayınlanan Agos gazetesinin internet sitesinde de yorumsuz olarak yayımlandı. Sitede, Ermenistanlı yönetmen Eric Nazarian’ın kaleme aldığı,”Diaspora’dan mektubun var Türkiye” başlıklı metin dikkat çekiyordu. Nazarian’ın mektubunda “Türkiye toplumuna ‘Bu anma günü size de aid’ demek istiyorum. Siz katılmadan ve bugünü tanımadan, bizler toplum olarak iyileşemeyiz. Toplum olarak iyileşmek mümkün mü? Anlamlı diyaloglarla, bu korkunç trajedinin yarattığı kısa ve uzun vadeli sonuçları kabullenerek geçmişle ve soykırımla açık bir şekilde yüzleşerek. Bugün, hakkaniyetli Türklerin anısına ve onların kurtardığı hayatlara da aid.. 24 Nisan, dünya genelindeki Ermeniler için bir anma ve düşünme günü.’ ifadelerine yer veriliyordu.
Gazeteci Hayko Bağdat da, ’Reel siyaset soğuk bir iş. Açıklamanın kodları ile ilgili çok şey söyleyebilirim ama bunu bugün söylemek istemiyorum. Çünkü ilk defa bu noktaya geldik. Ben ölmüşlere rahmet dileyen, Fatiha okuyan birini duyduğumda ‘âmin’ diyorum. normalleşme için şanstır bu açıklama. Öldürülmüş insanlara, siyasî erkin en tepesinden gelen üzüntü beyanını kıymetli sayıyorum. Bu söylemi geliştirmeliyiz.’ diyordu.
Ermeni Patrikhanesi de açıklamasında; Başbakan Erdoğan’ın mesajında belirtilen ‘Her din ve milletten milyonlarca insanın hayatını kaybettiği 1. Dünya Savaşı esnasında tehcir gibi gayrı insani sonuçlar doğuran hadiselerin yaşanmış olması, türkler ve ermeniler arasında duygudaşlık kurulmasına ve karşılıklı insani tutum ve davranışlar sergilenmesine engel olmamalıdır’ ifadesini olumlu, geleceğe doğru açılmış bir kapı olduğunu düşünüyor, iletilen taziyeyi sevgiyle kabul ediyoruz’ diyordu. Bunu, Ermeni Patrikhanesi Patrik Vekili Ateşyan’ın 1 Mayıs günü, Başbakan Erdoğan’la görüşmesi takib ediyordu.
Türkiye’de yaşayan Ermeni işadamı Leon Armanlı da, Başbakan Erdoğan’ın Ermeniler için yayımladığı tâziye mesajına karşılık Hürriyet gazetesinde, Başbakan Tayyîb Erdoğan’a hitaben bir teşekkür ilânı yayımlıyordu:
Armanlı, siyasetten hiç anlamadığını, 1915 olaylarını ise sadece duyduğunu belirttiği ilanda ’Annesi İtalyan, babası ermeni, hem Türk, hem İtalyan vatandaşı, Sarıyer-Yeniköy’lü, Türkiye âşığıyım
Ben siyasetten anlamam, ama, 1915 olaylarını hep duyarım!!!!
Ne oldu, ne bitti, her kafadan bir ses!!!
Bunları bilenlere bırakalım, bana düşmez fikir yürütmek!!
Fakat siz samimî düşüncelerinizi kaleme döktünüz!!.
Siz hakikaten ADAM gibi ADAMSINIZ ve DELİKANLISINIZ.
Size çok teşekkür ederim ve tebrik ederim, hazmedemeyenler olabilir olabalir, ama, önemli değil..’ diyordu..
İstanbul Ermeni Cemaati Başkanı Bedros Şirinoğlu ise, ’Sayın Başbakanımız ilklere imza atan bir lider.. Cemaatin üst yöneticilerinden biri olarak söylüyorum, sayın Başbakan bütün dileklerimizi, bütün arzularımızı yerine getirmiştir. Geri çevirmemiştir. Bundan önce mülklerimizi iade etmişti. Önceki gün de tâziyelerini sundu. Allah razı olsun. Türkiye tarihinde bir ilkti. Kendisine her bakımdan minnettarız. Bu adımları ile ilerde Nobel’e aday olabilir. Bence olması lazımdır. Ben ona içimden ‘güzel adam’ demek istiyorum. Şu anda gözlerim doldu. Benim Başbakanım güzel adamdır.. Esasında bizim de taziyede bulunmamız lâzım. Çünkü bu olaylar karşılıklı olmuştur. Müslüman kardeşlerimiz de ölmüştür. Bu iki kardeşin, iki arkadaşın kavgasıdır. Karşılıklı özür dilenmesi, bana göre daha âdil olur. Tabiî, bizim milletin(Ermenilerin) hoşuna gitmez bu konuştuklarım.’ diyor ve Ermeni Hadiseleri denilen o kanlı dönemde yaşananların tek taraflı bir katliâm değil, bir ’muqatele’,/ karşılıklı öldürüşme olduğunu ifade ediyordu ve bu doğru bir yaklaşımdı.
Erdoğan: “AYNI TAVRI ERMENİLERDEN DE BEKLİYORUZ”
Tayyîb Erdoğan 29 Nisan günü partisinin Meclis Grubu’nda yaptığı konuşmada bu yaklaşımlara da genel çerçevesiyle değinirken, ilginç bir tavır sergiliyor ve şöyle diyordu:
’Biz, ’faili meçhul’ cinayetlerle yüzleştik, Diyarbakır Cezaevi’yle yüzleştik. Sivas- Çorum Maraş, Gazi Mahallesi olaylarıyla yüzleştik. Korkularla yüzleştik. Yasaklarla yüzleştik. Biz üzerimize düşeni yaptık, yapmaya çalıştık. Yazılamayanların yazılmasını temin ettik. Her seferinde korkuların yersiz olduğunu gösterdik. Tekrar ediyorum, biz korkmayacağız. Biz tarihi farklı yazanlardan, tarihinden utananlardan olmadık ve olmayacağız.
1914- 1922 arasında dedelerimiz onlarca devletle savaş yaptılar. Rusya, İngiltere, Fransa, Yunanistan, İtalya ile savaştılar. (…) Açık söylüyorum, yüz yıl öncenin kinine takılıp kalsak, bugün bölgemizdeki hiçbir ülkeyle iyi ilişkimiz olamaz. Esasen ferdlerin, devletlerin psikolojisi asırlık acıların üzerine bina edilemez. Her gün diri tutulur, büyütülürse, bu, devletler ve milletler adına sağlıklı bir ruh hali olamaz.
12 yıldır açık açık söylüyoruz. Biz tarihimizle yüzleşmeye hazırız. Bunu başaracak olan, siyasetçilerden önce bilim insanlardır. Biz arşivlerimizi açmaya da hazırız. Arşivlerimiz açık. Diyoruz ki, hıçkırıkları durduralım, ön yargıları kenara bırakalım. Objektif biçimde tarihi gerçekleri ortaya çıkaralım. Biz Türkiye olarak buna hazırız, korkumuz yok. Büyük devletlerin korkusu olmaz, bizim de korkumuz yok.
Çok büyük acılar çekmiş bir millet olarak, yeryüzündeki her milletin acılarını anlarız. Acı çekenlerin hissiyatını çok iyi biliriz. Tarihi aydınlatmaya hazırız. Ortak acılarımızı anlamaya hazırız. Korkmadan çekinmeden sıkılı yumruklarla değil, tokalaşarak konuşmaya hazırız. Bir asır önceki hadiselerin aydınlatılmasını isterken, acıları paylaşırken, karşı taraftan da bunu görmeyi arzuluyoruz. Gerek Ermenistan devleti, gerekse Ermeni diasporası bizim bu yürekli adımımızı görmeli.. Aynı cesur tavrı onlardan da bekleriz.’
Evet, bu tavır ve çağrı da sıradan bir politikacının dile getireceği sözler değil.. Tarihin tortularının içinden çıkıp, yarınlara yol açmaya çalışan bi r çabanın işaretlerini veren bu tavır karşısında, mukabil bir insanî tavrın geliştirilmesi gerçekleştirilemezse, bu, tek tarafı yapılmış, karşı tarafının yapılması için adım atılmayan bir köprü garabetine benzer.
Hristiyan Ermenilerin Müslüman halkımızla 1060’larda başlayan ve 800 yıl süren bir beraberliğinin 1870 -1920 arasındaki yarım asırda, Osmanlı’nın o yıkılış döneminde, Türkçülük gibi bir yanlışlığa saplanan İttihad- Terakki’cilerle, Ermenici Daşnak ve Hinçak gibi silahlı mücadele gruplarının ideolojik körlükleriyle meydana gelen o kanlı dönemin geleceği de kana bulamaması temenni olunur. (Haksöz Haber)
http://www.haber10.com/makale/38962/#.U2i3S_l_vms
Yorumlar kapatıldı.