İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Etyen Mahçupyan: Ermeni meselesi Türkiye’nin iç sorunu, Ermenistan muhatap değil

Mahçupyan: Açıklama ile Ermeni meselesi siyasi bir mesele olmaktan toplumlar arası bir tarihi mesele olmasına doğru bir adım atılmış oldu. Zaman gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan “Ermeni söykırımı”nın Türkiye’nin iç sorunu olduğunu söyledi. Mahçupyan, “Kesinlikle hiçbir ilgisi yok. Ne Ermenistan devleti ne de başka bir devlet… Tabi bütün yurt dışındaki Diaspora’yla manevi bir ilgisi var elbette, onların dedeleri, babaları yaşadılar bunu sonuçta. Ama ben hiçbir devletin Ermenistan dâhil bu konuda taraf olarak muhatap alınması gerektiğini düşünmüyorum” dedi. (Ne zamandan beri insanlığa karşı işlenmiş suçları iç mesele oldu? HYETERT)


Mahçupyan, Başbakan Erdoğan’ın “soykırım” hakkındak taziye mesajına ilişkin, “Bu taziyenin tarihi bir mesaj olduğu çok açık. Bu açıklama meseleyi manevi ve insani bir alana çekiyor. Dolayısıyla da devletlerarası siyasi bir mesele olmaktan toplumlar arası bir tarihi mesele olmasına doğru bir adım atılmış oldu. Kaldı ki bu olay sadece Ermeni meselesi ile sınırlı olarak da görülmüyor Türkiye’nin yeniden inşa meselesinde çok önemli bir adım. Aynen Kürt meselesinde olduğu gibi, aynen Dersim özrü gibi” dedi.
Etyen Mahçupyan’ın Yeni Şafak gazetesinden Yusuf Genç’e verdiği söyleşi şöyle:
Başka amaçların yedeğinde sürdürüldüğü için yine sağlıklı bir tartışma yapılamayacak gibiydi 1915 Tehcir meselesi. Türkiye’yi uluslararası arenada kenara sıkıştırmak isteyen küresel yapıların dahli olmaksızın bu konu artık konuşulabilecek mi sizce?
Aslında konuşuluyor. Şu anda Anadolu’ya gittiğinizde insanların bu konuları rahatlıkla konuştuklarını görüyorsunuz. Sorun devletlerde. Toplumun şu anda bu anlamda bir sorunu olduğunu sanmıyorum. Yani insanlar kendi akrabaları arasında Ermeni olduğunu çok rahatlıkla söylüyorlar, geçmiş hikâyeleri çok daha rahat konuşuyorlar. Bir anlamda Türkiye toplumu, geçmiş hafızasını geri çağırıyor. Ve bu hafıza sadece Ermeni meselesi ile ilgili bir hafıza da değil, bu Osmanlı’daki kültürel çeşitliliği taşıyan bir hafıza. Ama bugüne kadar devlet politikası olarak geldiği için hayırlı bir sonuç çıkmadı, böyle kaldığı sürece çıkabileceğini de sanmıyorum. Ermeni meselesi, başka tartışmaların, başka retoriklerin parçası olarak sürdürülen bir mesele şu anda…
Toprak talebi iddiası gülünç
Türkiye’de de böyle bir durum var. Bu başlık açıldığı zaman ‘topraklarımızı istiyorlar’ cümlesi geliyor peşinden…
Bunlar tabi geçmişteki bir takım devlet endeksli üretilmiş korkuların aslında şu anda içeriksiz olarak tekrarlanmasından ibaret. Yani Türkiye’den toprak istenmesi meselesinin çok gülünç bir şey olduğunun görülmesi gerekir artık. Ayrıca kaç kişilik bir Ermeni grubu gelip Türkiye’deki hangi toprağı yönetecek, bu da çok saçma bir şey olur. Ama şu var, tarihe karşı bir sorumluluk varsa bunun manevi ve maddi karşılığının olması lazım. Bu da illa cebine para koymak şeklinde değil.
Ermenistan devletiyle ilgisi yok
Fakat dâhil olanların varlığı, acıyı görünmez kılıyor. Her yıl Amerikan Dış İlişkiler Komisyonu’nun gündemine alıp kabul ettiği, sonra Amerikan Meclisinden geçiyor mu geçmiyor mu diye tartıştığımız, bir mesele bu. Demokles’in kılıcı gibi sürekli üzerimizde sallanıyor…
Ama bu Türkiye bugüne kadar bir şey yapmadığı için böyle oluyordu. Türkiye bir şey yapmadığı sürece başka devletler de bunu Türkiye’ye karşı kullanma eğilimine gidiyor. Türkiye bugüne kadar ‘başka devletler nasıl davranıyor’ sorusu üzerinden hareket ettiği için çözüm konusunda kendisine düşen toplumsal sorumluluğu almadı.
Konunun Ermenistan devleti ya da başka devletlerle bir ilgisi yok yani…
Kesinlikle hiçbir ilgisi yok. Ne Ermenistan devleti ne de başka bir devlet… Tabi bütün yurt dışındaki Diaspora’yla manevi bir ilgisi var elbette, onların dedeleri, babaları yaşadılar bunu sonuçta. Ama ben hiçbir devletin Ermenistan dâhil bu konuda taraf olarak muhatap alınması gerektiğini düşünmüyorum.
Türkiye kendi içinde bir komisyon kurmalı
Başbakan Erdoğan’ın, Tehcir’in üzerinden 99 yıl geçtikten sonra tam da Millet Meclisi’nin açıldığı gün, Başbakanlıktan resmi bir taziye yayınlamasını nasıl görüyorsunuz?
Bu taziyenin tarihi bir mesaj olduğu çok açık. Bu açıklama meseleyi manevi ve insani bir alana çekiyor. Dolayısıyla da devletlerarası siyasi bir mesele olmaktan toplumlar arası bir tarihi mesele olmasına doğru bir adım atılmış oldu. Kaldı ki bu olay sadece Ermeni meselesi ile sınırlı olarak da görülmüyor Türkiye’nin yeniden inşa meselesinde çok önemli bir adım. Aynen Kürt meselesinde olduğu gibi, aynen Dersim özrü gibi.
Tarih komisyonunu türkiye kurmalı
Komisyon önerisi de doğrudan Erdoğan tarafından teklif edildi?
Bu tarih komisyonu olayının çok gerçekçi olacağını düşünmüyorum. Çünkü bu komisyona hangi tarihçilerin katılacağı bile netleştirilmesi açısından problemli bir başlıktır. Burada anlamlı olan şey, yabancıları bir kenara bırakıp Türkiye’nin kendi içinde şeffaf bir tarih komisyonu oluşturmasını sağlamaktır. Yani tarihçiler karşı karşıya gelsinler konuşsunlar ve tüm dünya ile birlikte biz de oturup bunu izleyelim. Bunu yapabilirsek uluslararası bir komisyona da gerek kalmaz.
Taziyeyi olumsuz karşılayan ciddiye alınmaz
Peki, ikinci ve üçüncü taraflar Başbakanın bu taziyesini nasıl karşılayacaklar sizce?
Bunu olumsuz karşılayacak kimsenin olacağını sanmıyorum. Olsa da ciddiye alınmaz zaten. Bunun yetersiz olduğunu söyleyenler olacaktır, 2015’i gölgelemek için kasten atılmış bir adım olduğunu söyleyenler olacaktır ama bunlar da çok etkili şeyler değil.
Bu adımdan sonra önümüzdeki yıl mesela başka talepler de beklenir mi?
Dersim özrü dileyen bir Başbakan var. Bir Ak Parti var ve tabanında da bu yadırganmamış. Bugün özür dilense İslami kesimde de bir tepkinin olacağını sanmıyorum. Dolayısıyla öyle bir psikolojik engel yok. Zaten uluslararası bir siyaset malzemesi yapıldığı için bu sorun devam ediyordu. Ama hükümetin ve sivil toplumun öncülüğünde ortaklaşa bir kültürel program çıkarılabilir. Zaten dediğim gibi ben hiçbir zaman devletlerin tavırlarını ciddiye almadım ama toplumların tavırlarını, söylediklerine saygı duydum ve bunu dikkate alıyorum. Başbakan Erdoğan’ın açıklaması da bildiğimiz devlet cümlesi gibi değil toplumsal karşılığı olan bir cümle… Bu açıdan önemli.
Siyasette kaybedince laik kesim kavgaya girdi
Seçimlerin asıl kaybedeninin bazı gazeteciler olduğunu söylemiştiniz. Hemen birçok sahada normalleşme talebinde bulunduğumuz Türkiye’de medyanın normalleşmesi nasıl mümkün olacak?
Medya, her zaman çok fazla siyasete bağımlı oldu. Dolayısıyla da siyasetten bağımsız bir normalleşme çok kolay değil. Bence önce siyaset normalleşecek. Siyasetin normalleşmesinden sonra medya; patronlarıyla, kalemleriyle ve muhabirleriyle bu yeni duruma kendini adapte edecek. Aksi halde medya asla bu adımı atmayacaktır.
On beş yıl önceye kıyaslayarak söylersek siyaset normalleşti gibi…
Bir açıdan normalleşti ama. Yani olması gereken yere doğru gidiyor siyaset, olması gerektiği yerde değil. Bu anlamda bir normalleşmeden söz ediyoruz.
Normalleşmeye direnen bazı medya mensupları kendileri için yarattıkları küçük adacıklarda çatışma dillerini yeniden üretiyorlar. Beyaz Türklük vurgusu yapılıyor yeniden…
Türkiye’deki laik kesimin bir bölümü siyaseten giderek kazanamayacaklarını anladıkları bir kavganın içindeler. Kendilerine kazanabilecekleri yerin neresi olduğunu sorduklarında cevabı ‘kültür’ diye veriyorlar. Çünkü küresel kültürde bugün ‘Beyaz Türk’ denilen insanların hayat tarzı, çok daha doğru, modern, olması gereken şeklinde sunuluyor. Yani esasta siyasette kaybediyorsun ancak kendi hayat tarzının daha üstün olduğuna dair bir kanaat üreterek kendi lehine bir tür ‘yeni dengesizlik’ yaratmaya çalışıyorsun. Ama çok abartılacak bir durum olduğunu da ben sanmıyorum. Bu bir çeşni sadece…
Cemaati temizlemek için devletin iki seçeneği var
Cemaat-hükümet gerginliği üzerinden soruyorum, anti demokratik yollarla devletin çeşitli birimlerini ele geçirmiş yapılar, demokratik yollarla temizlenebilir mi?
Zaten temel ikilem de bu. Herkes bu işin hukuk devleti içerisinde yapılması gerektiğini söylüyor fakat şu atlanıyor, hukuk devleti içerisinde yapmak için hukuk devleti zeminine sahip olmanız lazım. Şimdi bu zemin yeterince hukuk devleti zemini değilse siz mecburen geçiş dönemi siyaseti izliyorsunuz. Ve bu da bir miktar demokrasiden uzaklaşmayı davet edebiliyor. Bu ille de bunu yapan demokrasiden uzaklaşır anlamına gelmiyor, sadece yapana bu imkânı veriyor. Bu imkânı verdiği zaman da gücü elinde tutan aktörün önünde iki yöntem kalır. Mesela hükümetin önünde iki yol var; hukuk devleti içerisinde bu temizliği yapar, daha uzun sürer, daha çetrefillidir, daha zikzaklıdır. Veyahut da hukuk devletinden uzaklaşarak emrivakilerle bunu çözer, ondan sonra hukuk devletine döner ya da dönmeye çalışır.
Uzun yolu tercih etmek, devletten temizlenmek istenen yapıların, antidemokratik seçenekleri işletmelerine imkân vermiş olmaz mı?
İkilem derken bundan söz ediyoruz zaten. Hukuk devleti içinde, uzun yolu tercih ederek bunu çözmeyi bekleyebilirsiniz, ama rakibinizin ne yapacağını bilmiyorsunuz. Rakip, öyle bir tepki verebilir ki siz daha da çözümsüz bir tabloya düşebilirsiniz. Dolayısıyla burada bir siyasi karar var, bir risk var. kendisini halka açıklıkla anlatabilirse, bu dar yoldan ilerleyebilir.
http://www.haber24.com/Etyen-Mahcupyan-Ermeni-meselesi-Turkiyenin-ic-sorunu-Ermenistan-muhatap-degil_147051.htm

Yorumlar kapatıldı.