1915’te, Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı kıyımın, Ermenistan ve diaspora tarafından soykırım olarak tanıtılması çabaları, Dünyada Türkiye’nin başını ağrıtan en önemli konuların başında geliyor… Osmanlının mirasçısı ve ulus devlet formunda devamı olan Cumhuriyet yönetimleri, meselenin bütün boyutlarıyla yüzleşme yerine inkâr yolunu seçmişler ve sayılarla uğraşmayı tercih etmişlerdir. Dolayısıyla zorunlu tehcirin sebepleri ve sonuçları gerçekçi biçimde ortaya konulmamış, sürekli olarak geçiştirilerek yok sayılmıştır. Üstelik soykırım iddialarını ve olup bitenleri tartışmak, yazmak hatta akademik çalışma konusu yapmak milli bir yasak haline getirilmiştir… 1915 Ermeni Tehciri’yle yüzleşmeden kaçınılmasının, sadece sayılar bazında tartışılmasının en önemli sebebi, Anadolu’nun gayrimüslim etnik kökene mensup insanlardan arındırılmasıyla ulus devlete müsait bir yapıya kavuşmasıdır. Türk kimliğinin oluşturulması Anadolu’da yaşayan gayrimüslim nüfusun tasfiyesiyle mümkün olmuştur.
***
İNSAN HAKLARI
1915’te, Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı kıyımın, Ermenistan ve diaspora tarafından soykırım olarak tanıtılması çabaları, Dünyada Türkiye’nin başını ağrıtan en önemli konuların başında geliyor. Her yıl Nisan ayı gelince büyük bir telaş başlıyor ve soykırım tasarısının ülkelerin parlamentolarında görüşülmesi ve olası bir kabul durumunda neler yapılabileceği ve nasıl tepki verileceği düşünülüyor. Geçiştirme, savuşturma ve diplomatik kanalların kullanılarak tasarıların engellenmesi çabası dışında pek bir şey yapılmıyor. Osmanlının somut olarak İttihat ve Terakki’nin bir vebali olan insanlık dışı uygulama, savunulmuyorsa bile aleyhe gelişebilecek muhtemel durumlar düşünülerek ürkekçe meşrulaştırılıyor. Osmanlının mirasçısı ve ulus devlet formunda devamı olan Cumhuriyet yönetimleri, meselenin bütün boyutlarıyla yüzleşme yerine inkâr yolunu seçmişler ve sayılarla uğraşmayı tercih etmişlerdir. Dolayısıyla zorunlu tehcirin sebepleri ve sonuçları gerçekçi biçimde ortaya konulmamış, sürekli olarak geçiştirilerek yok sayılmıştır. Üstelik soykırım iddialarını ve olup bitenleri tartışmak, yazmak hatta akademik çalışma konusu yapmak milli bir yasak haline getirilmiştir.
1915 Ermeni Tehciri’yle yüzleşmeden kaçınılmasının, sadece sayılar bazında tartışılmasının en önemli sebebi, Anadolu’nun gayrimüslim etnik kökene mensup insanlardan arındırılmasıyla ulus devlete müsait bir yapıya kavuşmasıdır. Türk kimliğinin oluşturulması Anadolu’da yaşayan gayrimüslim nüfusun tasfiyesiyle mümkün olmuştur. Bu çerçevede Türk kimliği, meşruiyetini ve varlığını borçlu olduğu tehcir, sürgün, mübadele gibi insani trajedilerle yüzleşmeyi, olası hak talepleriyle karşı karşıya kalacağı ve uluslararası platformlarda zor durumlara düşeceği korkusuyla reddetmektedir.
Resmi ideoloji ve söylemi Ermeni iddialarına karşı meşru müdafaa perspektifiyle yaklaşmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nın olağanüstü koşullarında birçok cephede savaşan Osmanlı’yı, Ruslarla beraber olarak ‘arkadan vurduğu’ savıyla eleştirilen Ermenilerin, tedbir amaçlı Anadolu dışına çıkarıldığı savunulmaktadır. Tehcir harekâtı sırasında da, Kürt bölgesinden geçerken maruz kalınan saldırılarla, açlık ve hastalık gibi birçok olumsuz faktörün üst üste gelmesiyle Ermeni nüfusun pek azının Suriye’ye ulaşabildiği anlatılıyor. İddia edildiği gibi Ermenilerin sistematik bir soykırıma tabi tutulmadığı, sadece güvenlik gerekçesiyle göçe zorlandığı savunuluyor. Sadece savaşın olduğu bölgelerden değil Anadolu’nun dört bir tarafında yaşayan Ermenilerin zorunlu göçe tabi tutulması, sistemli bir arındırma operasyonunun icra edildiğini akla getiriyor.
İttihat ve Terakki’nin sorumlusu olduğu, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayal uğruna girişilen katliamların ve zorunlu sürgünlerin sahiplenilmesi ve savunulması insani duruşla bağdaşmaz. Adolf Hitler’in Yahudi Soykırımı’nı gerçekleştirirken, ‘Türkler Ermenileri öldürdü de ne oldu’ mealinde bir yorumla, İttihat ve Terakki’nin yargılanmamasından cesaret aldığı iddia edilir. İnsanların yaşadıkları topraklardan zorla koparılarak sürgün edilmesinin savunulacak bir tarafı yoktur. Fakat ne acıdır ki, Türkiye toplumunun ekseriyeti İttihat ve Terakki’nin protofaşist harekâtını savunmaktan geri durmaz.
Türkiyeli entelektüellerin konuya olan ilgilerinin oldukça sınırlı olduğu ve tehciri meşrulaştırma dışında farklı bir bakış açılarının olmadığı savunulabilir. Resmi ideolojinin dışına çıkan ve tehciri mümkün mertebe objektif olarak değerlendiren az sayıda entelektüel vardır. Yurt dışında yaşayan ve Ermeni tezini savunan birkaç entelektüeli saymazsak, konunun değerlendiriliş biçimi karşılıklı kıyımların yaşandığı şeklindedir. Mukatele, kıyım gibi kavramları kullanan entelektüeller, Ermeni tehciriyle hem devlet hem de toplum olarak yüzleşmenin elzem olduğunu vurgularlar. Yok saymayla ya da asıl Ermenilerin mezalim yaptığı, Türklerin büyük katliama uğradığı gibi tezlerle bir yere varılamayacağını ifade ederler. Tarafsız tarihçilerden oluşan araştırma komisyonlarının kurulması ve gerçekte neler olduğunun ortaya çıkarılması gibi yöntemlerin de etkili olamayacağını ileri sürerler. Önyargılardan arınmadan kerhen atılan adımların başarısız olacağını, karşılıklı güvenin sağlanmasının şart olduğunu savlarlar. Her iki tarafın bir araya gelerek acılarla yüzleşmesinin, diplomatik ilişkiler kurmasının normalleşme yolunda atılması gereken en önemli adımlar olduğu ifade edilmektedir.
Ermenistan’ın ve diasporanın 1915 tehcirine yaklaşımları, ‘soykırım’ın tanınmasından başka bir yolun kabul edilemeyeceği şeklindedir. ‘Büyük felaket’ kavramını kullanan ve görece daha sağduyulu insanlar olsa bile çoğunluk ‘soykırım’ kavramına sığınmaktadır. Her iki kesim de varlık nedenlerini ‘soykırım’ tezi üzerine bina etmişlerdir. Bilhassa diaspora, mağduriyet psikolojisini içselleştirerek ve yaşadıkları ülkelerin kamuoyunda etkin olarak her yıl Nisan ayında tezlerini etkili biçimde savunmaktadırlar. Lobi faaliyetleriyle parlamentolarda ‘soykırım’ tezini gündeme aldırarak kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Diasporaya göre ekonomik ve sosyal refah bakımından çok daha gerilerde olan Ermenistan da, kimliğini ve varlığını ‘soykırım’ın tanınması ve mağduriyet üzerine temellendirmiştir. Türkiye ile yakın geçmişte atılan adımların gerisi gelmemiş ve ilişkilerin geliştirilmesi çabaları fiyaskoyla sonuçlanmıştır.
1915’te neler olduğunun gerçekçi biçimde ortaya konması, diasporanın aldıracağı politik kararlardan ziyade, Türkiye ile Ermenistan’ın karşılıklı iyi niyet bildirerek önyargısız masaya oturması ve müzakere yapmasıyla mümkün olabilecektir. Her iki taraf da, kimliklerinin şekillenmesinde çok önemli olan bu vaka ile yüzleşmeden gerçek anlamda demokratik bir devlet ve toplum olma yolunda ilerleme gösteremeyecektir. Sorunun çözümünün tarihçilere bırakılması meselesi, çözümsüzlüğün işaret edilmesinden ve samimiyetsizlikten başka bir şey değildir. Geçmişle yüzleşme tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılmasıyla ilgili olduğu kadar, önyargısız ve vicdani sorumluluk taşıyan insanların müzakeresiyle de mümkün olabilecektir. Ulusların belleklerinde canlılığını koruyan trajediler, samimi bir özür ile bile bir nebze olsun küllenecektir. Mesele 1915’te olanları ‘soykırım’ ya da ‘zorunlu göç’ olarak tanımlamaktan daha derindir.
19.04.2014
http://blog.radikal.com.tr/sayfa/1915-ermeni-tehcirine-yaklasimimiz-nasil-olmali-57219
Yorumlar kapatıldı.