İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Paralel devlet’ ve Nubar Terziyan lobisi

E. Attila Aytekin
Ayhan Işık’ın ölümünün ardından Nubar Terziyan gazeteye Işık’la olan yakınlığına binaen “Amcan: Nubar Terziyan” imzalı bir taziye ilanı vermiş, akabinde Işık’ın ailesi de bir başka ilan vererek, Terziyan bizim akrabamız değildir demeye getirmişti… Sabiha Gökçen’in Ermeni olup olmadığıyla ilgili tartışmaları hatırlayın, ya da Abdullah Gül’ün kendisine Ermeni denmesini hakaret sayıp dava açmasını. Ermeni olmanın en iyi ihtimalle bir eksiklik, çoğunlukla da kişisel bir felaket olarak görüldüğü, birine Ermeni demenin hakaret sayıldığı bir siyasi ve toplumsal zemin var bu ülkede. Yıllarca sağ siyasetin kullandığı bu zemini şimdi de Kürt hareketi kullanıyor; hareketin yıllarca Ermeni olmakla suçlandığı düşünülürse bu çok trajik bir durum. Öcalan’ın daha önce sızdırılan görüşme notları diğer Kürt siyasetçilerce tevil edilmişti. Ancak yakın zamanda Kürt hareketinin yetkili isimlerinden birbiri ardına gelen açıklamalar, meselenin bir sürç-i lisan ya da yanlış anlama olmadığını gösteriyor… Bir siyasal hareketin kendi stratejisini oluşturup ona göre adımlar atması elbette hakkıdır. Ama memlekette bir avuç kalmış Yahudi, Ermeni ve Rum’u devletin derin ya da paralel olduğu için değil, (kapitalist) devlet olduğu için işlediği suçlarla ilişkilendirmenin deli saçması bir iş olduğunu söylemek ve yapılan manevranın ne kadar tehlikeli olduğunu vurgulamak da bizim boynumuzun borcu.

***
Azınlık lobileri üzerinden kurulan söylemin taktik hedefiyse iyice alevlenen AKP-Cemaat savaşıyla alakalı. Lobi lakırdısına ‘paralel devlet’in eşlik etmesi de tesadüf değil. Amaç çok zor zamanlardan geçen ve sallanan AKP iktidarına bir imdat simidi uzatmak.
Geçtiğimiz hafta Nubar Terziyan’ın ölüm yıldönümü vesilesiyle internette iki gazete kupürü paylaşıldı. Ayhan Işık’ın ölümünün ardından Nubar Terziyan gazeteye Işık’la olan yakınlığına binaen “Amcan: Nubar Terziyan” imzalı bir taziye ilanı vermiş, akabinde Işık’ın ailesi de bir başka ilan vererek, Terziyan bizim akrabamız değildir demeye getirmişti. Bu olaya çocuklarının yasını tutarken bir yandan da ‘aman bizi Ermeni sanmasınlar’ diyen bir ailenin yaptığı saçmalık deyip geçilebilir belki; ancak olayın münferit olmadığı, benzer çok sayıda örneğin yaşandığı malum. Sabiha Gökçen’in Ermeni olup olmadığıyla ilgili tartışmaları hatırlayın, ya da Abdullah Gül’ün kendisine Ermeni denmesini hakaret sayıp dava açmasını. Ermeni olmanın en iyi ihtimalle bir eksiklik, çoğunlukla da kişisel bir felaket olarak görüldüğü, birine Ermeni demenin hakaret sayıldığı bir siyasi ve toplumsal zemin var bu ülkede.
Yıllarca sağ siyasetin kullandığı bu zemini şimdi de Kürt hareketi kullanıyor; hareketin yıllarca Ermeni olmakla suçlandığı düşünülürse bu çok trajik bir durum. Öcalan’ın daha önce sızdırılan görüşme notları diğer Kürt siyasetçilerce tevil edilmişti. Ancak yakın zamanda Kürt hareketinin yetkili isimlerinden birbiri ardına gelen açıklamalar, meselenin bir sürç-i lisan ya da yanlış anlama olmadığını gösteriyor. Önce KCK Eşbaşkanı Bese Hozat “Türkiye’de resmi devletin dışında bir de oluşan paralel devletler vardır. Mesela F. Gülen cemaati paralel bir devlettir. İsrail lobisi, yine milliyetçi Ermeni ve Rum lobileri paralel birer devlettir” dedi. Hozat’ın açıklamaları çok tepki çekti, özellikle de Kürt hareketine yakın duran Ermenilerden ve Rumlardan. Hozat’ın uluslararası lobileri kastettiği üzerinde duran tevil çabaları da oldu. Ancak KCK yürütme konseyi üyesi Rıza Altun’un Fırat Haber Ajansı’na verdiği mülakatta söyledikleri bu çabaları da havada bıraktı. Altun lobilerin Türkiye’de olduğunun altını çizmiş ve bir adım daha ileri giderek İsrail lobisini Yahudi lobisi yapıvermişti! Hozat’a tepki verenler arasında HDP’nin eşbaşkanları da vardı. Açıklama fazla ihtiyatlı olsa da HDP’nin eleştirel bir pozisyon alması elbette olumlu görülmeli. Ancak HDP MYK üyesi Ayhan Bilgen’in yazdıkları ve ‘tweet ettikleri ’ buna dair de soru işaretleri yarattı. Hozat’ın söylediklerini yumuşatmaya çalışan Bilgen bunu başaramadığı gibi bir de açıktan anti-Semitizm yapıyordu.
Belli ki elimizde ‘maksadını aşan’ bazı ‘münferit’ beyanlar yok, Öcalan’ın geçen yılki Nevruz mektubundan beri bariz olarak görülen bir eğilim var. Öcalan’ın Hrant Dink suikastının yıldönümü nedeniyle yazacağı bir mektupta Ermenilere sesleneceği söyleniyor ama ortada bir mektupla gönül almanın ötesinde bir sorun olduğu da belli.
Kürt hareketinin yavaş yavaş yaptığı bu manevrada kullandığı ilk zemin Türkiye toplumunda mevcut olan azınlık karşıtlığı. İkinci zeminse toplumun her kesiminin komplo teorilerine teşne olması. Solcusu, sağcısı, Kemalisti İslamcısı, Kürdü Türkü… içinde Gladio, Özel Harp Dairesi, yabancı istihbarat örgütleri, JİTEM, MOSSAD gibi kelimeler geçen cümleleri mutlak hakikat olarak kabul etme eğiliminde olan kitleler var. Böyle bakıldığında, AKP’nin hem Haziran Direnişi’ni hem de bu son yolsuzluk operasyonunu uluslararası komployla açıklayarak savuşturmak istemesi tesadüf değil. 3-5 yandaş müteahhit zengin olsun, ormanlar ranta açılsın diye yapılan yeni havaalanının Avrupa’ya tehdit oluşturduğuna ve bunu engellemek için yabancı istihbarat örgütlerinin milyonlarca insanı bir ay boyunca sokağa döktüğüne, ABD’nin ve İsrail’in işi gücü bırakıp Avrupa ölçütlerinde küçük bir banka olan (toplam varlıkları mesela Deutsche Bank’ın yaklaşık yüzde 2’si kadar olan) Halkbank’la uğraşacağına inanacak çok insan var memlekette. Türkiye’de devlet içine yuvalanmış Ermeni ve Rum lobileri olduğuna ve bunların barış sürecini engellemeye çalıştığına inanan da çok olacaktır.
Kürt hareketinin bu manevrasında biri stratejik ve biri de taktik olmak üzere iki hedef var gibi görünüyor. Stratejik hedefi geçen sene Öcalan Nevruz mektubunda ortaya koymuştu: Sünni ortaklığı üzerinden Kürtlerin ikinci kurucu unsur olarak tanınmasını sağlamak ve böylece yeniden inşa edilecek Türkiye’yi bölge gücü haline getirmek. Bu hedefin bölge gücü olma boyutu son bir yılda Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerle çoktan çöktü ve Kürt hareketi de Rojava bağlamında net olarak görüldüğü gibi başka bir yola girdi. Ancak bölge ölçeğinde durumu gayet gerçekçi değerlendiren Kürt hareketi, anlaşılan Türkiye’de ‘çözüm süreci’ etrafından şekillenen Abdülhamitçi projeden kopamıyor.
Azınlık lobileri üzerinden kurulan söylemin taktik hedefiyse iyice alevlenen AKP-Cemaat savaşıyla alakalı. Lobi lakırdısına ‘paralel devlet’in eşlik etmesi de tesadüf değil. Amaç çok zor zamanlardan geçen ve sallanan AKP iktidarına bir imdat simidi uzatmak. Bunu açıktan yapmak siyaseten sıkıntılı olacağı için, ‘lobiler’ ve ‘paralel devlet’ gibi hem siyasi maliyeti az olacak hem de AKP’nin krize verdiği tepkilerle aynı doğrultudaki harc-ı alem kavramlar üzerinden yapmak tercih ediliyor.
Kürt hareketinin stratejik ve taktik hedefleri bir yana, bu sözlerin gerçeklikle ilişkisine baktığımızda önümüze net bir resim çıkıyor. Azınlık lobileri ne kadar gerçekse paralel devlet de o kadar gerçek. AKP iktidarı boyunca Fethullah Gülen cemaatinin yargı ve polis olmak üzere çeşitli kurumları kontrolü altına almasına seyirci kaldı. Cemaat Kemalistleri, sosyalistleri, Kürt muhalefetinin unsurları ve hatta merkez sağda bir alternatif oluşturabilecek isimleri birer birer tasfiye ederken AKP ellerini ovuşturuyor; bunun sağladığı imkanları tepe tepe kullanıyordu. Ortada gizli bir ‘paralel devlet’ yok zira her şey açıktan yapıldı; AKP iktidarının aslında bir koalisyon olduğu yıllardır söylenegeldi. Ancak son iki üç yıldır koalisyon ortaklarının arası bozuk; makam ve ihale paylaşımı üzerinden başlayan gerginlik nihayet aleni savaşa kadar vardı.
‘Paralel devlet’ ise Cemaat’le olan suç ortaklığı ayyuka çıkan AKP’nin bunu gözlerden saklamak için can havliyle bulduğu bir çıkış yolu. Hal böyleyken paralel devlet üzerinden hareket eden her analiz AKP’yi aklar ve ‘seçim sath-ı mailinde’ onun değirmenine su taşır.
Kürt hareketinin ‘sürec’in devamı için gösterdiği hassasiyet anlaşılır olsa da bu hassasiyetin tam bir buhran yaşayan AKP’ye destek olma noktasına varması anlaşılır değil. Hele ki AKP’nin barış sürecini bitirmek isteyen içerde ve dışarıda oluşmuş bir ittifak tarafından iktidardan düşürülmek istendiği türü analizlerin gerçeklikle hiçbir bağlantısı yok. Zaten AKP’nin ‘süreç’ konusunda ciddi ve kararlı olduğunu gösteren gelişmeler de yaşanmıyor. Bunun AKP’nin bir seçimi daha ateşkes koşullarında geçirmek için sürdürdüğü bir oyalama olduğunu düşünmek için tersini düşünmekten daha fazla veri var elimizde. Hatta son yayınlanan ses kayıtları ve belgenin gösterdiği gibi Paris suikastlarını MİT’in yapmış olması da ciddi bir ihtimal.
Bir siyasal hareketin kendi stratejisini oluşturup ona göre adımlar atması elbette hakkıdır. Ama memlekette bir avuç kalmış Yahudi, Ermeni ve Rum’u devletin derin ya da paralel olduğu için değil, (kapitalist) devlet olduğu için işlediği suçlarla ilişkilendirmenin deli saçması bir iş olduğunu söylemek ve yapılan manevranın ne kadar tehlikeli olduğunu vurgulamak da bizim boynumuzun borcu.

http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/paralel-devlet-ve-nubar-terziyan-lobisi-haberi-86197

Yorumlar kapatıldı.