Tal’ât Ulusoy * /
İttihatçı Cumhuriyet’e “Yanlış Cumhuriyet” demişti. İttihatçı Cumhuriyet’in “neresi doğru” diye soran olmuş muydu size Sayın Nişanyan? Yer adlarının yedi sülalesi, kavramların dibi bucağı, kelimelerin kökü kökeni üstüne “kelimebaz”lık yapmak size mi kalmıştı? Sevan Nişanyan, “kaçak inşaat” yaptığı için hapse girdi. Girer tabii, bu memlekette “hukuk” var, “demokrasi” var, hepsinden önemlisi eşitler arasında “eşitlik” var. Ermeni mallarının üstüne konup “yolunu bulmuş” Tal’ât Paşacıların, “yolsuzluk”la suçlanan şehzadeyi kadı huzurundan kaçırmış Enver Paşacıların “milleti hâkime” geleneği, haklı olarak böyle haddini bilmezlere tahammül edemezdi.
SANA NE?
Sevan Nişanyan’ın ilk suçu değil bu, dosyası hayli kalabalık.
Birincisi, İttihatçı Cumhuriyet’e “Yanlış Cumhuriyet” demişti. İttihatçı Cumhuriyet’in “neresi doğru” diye soran olmuş muydu size Sayın Nişanyan?
İkincisi; yer adlarının yedi sülalesi, kavramların dibi bucağı, kelimelerin kökü kökeni üstüne “kelimebaz”lık yapmak size mi kalmıştı? Türkçeyi “Öz Türkçe”cilerden, “Öz Türk”lerden ve “İslam-Türk”lerden iyi bilmeye hakkınız yok! Daha sayayım mı?
Korkarım hapse girmenize neden olan hatanın hâlâ farkında değilsiniz! Kâgir yapılar yaptınız? Keşke kerpiçten yapsaydınız! Hafifletici sebepten sayılırdı belki, bunlar da başınıza gelmezdi.
İşlediğiniz onca “kaçak inşaat” suçları; suç ortaklarınızla beraber kurduğunuz Matematik Köyü, Tiyatro Medresesi, Felsefe Okulu yetmedi, ah ki ah, üstelik bir de taş kule!..
Böyle sağlam yapılar yapmanın, hisar gibi bir kule dikmenin “devleti yıkmaya teşebbüs” sayılacağını düşünmediniz mi? Altı yüz yıllık Osmanlı saltanatının beş yüz elli yılında Müslüman olmayanların “taş yapı” sahibi olmaları zinhar yasaktı, bunu bilmiyor olamazsınız. Kod numaranızın “3” (yazıyla üç) olduğunu unuttunuz sanırım.
Tam da Türkiye “imar” ve akçeli yolsuzluklarla birlikte yaşama konusunda önemli bir “eşik” aşarken “hâkim millet”i zora soktunuz. Tarihî ve doğal sit alanlarına “gökdelen” konduran ağalar bile yolsuzluktan “dışarı”da gezerken, siz köylük yerde “60 metrekare” için “içeri”ye düştünüz. Kusura bakmayın ama siz “yolsuzluk” yapmayı da bilmiyorsunuz. Yok muydu allahaşkına işinizi kolaylaştıracak bir adamınız partiden, bakanlıktan, belediyeden?
KALEM VAR, KALEM VAR
Anlaşıldı, bir yapıyı tasarlamak ve yapmak sizde “irsi” bir hastalık. Üç kuruşunuz da mı yoktu işi kitabına uyduracak? Bulamadınız mı bir “imzacı” diplomalı?
“İrsi hastalık” dediğim için bağışlayın. Allah herkese böyle dert versin, derman vermesin. Çok insan vardır ki, hâlâ vazgeçmek istemez bu “illet”ten, bilirim. Naturası dürter onu. Kırk kere yapma deseler de, kırk birinci garantidir. Eli “kalem” tutar yazar; eli “kalem” tutar ahşabı oyar; eli “kalem” tutar, hem çizer, hem taş oyar, hem de taş taş üstüne koyar. Onlara “diploma” gerekmez.
Sevan Nişanyan gibi, yıllardır taşa, ağaca can veren Ermeni milletten çoğu insan “doğal” olarak bu “mimarlık suçu”na meyyal gelir dünyaya: İlla taşa can verecekler, illa ağacı dillendirecekler. Koskoca Osmanlı tarihindeki övünülesi eserlerin çoğunun Sinan gibi, Balyan sülalesi gibi “çekirdek mimar” Ermeni ustaların adıyla anılması buna delildir.
TEMEL İÇGÜDÜ
İnsanın temel içgüdüleri sıralanırken beslenme güdüsü ilk sıraya oturtulur da, barınma güdüsü her geçen gün daha arkalara itilir. Aklı, eli, ağzı ve cümle organlarıyla beslenme eyleminin bütünüyle hâlâ içindedir insan. Neyi ekip biçeceğini, neyi yetiştireceğini düşünür, yetiştirir, toplar, pişirir ve yer. Buna engel yoktur. Ama iş barınmaya, bir mekân tasarlamaya ve kurmaya gelince insana “dur” derler; “diploma” var mı, “izin belgesi” nerede diye bakarlar. Niye önce bunlara bakarlar da, tasarlanan ya da yapılanın nasıl olduğuna bakmazlar? Yabancılaşmanın mekâna yansıyan yüzü mü bu?
Bu ülkede orduevi bahçelerine, bakanlık arazilerine yaptırılacak yapılar için “izin belgesi” aranmaz, projesi denetlenmez. Diplomalı mimar mühendislerin yarı resmî meslek kuruluşları bunlara ses çıkarmaz, sadece “sivil”leri denetlemekle yetinir. Sevan Nişanyan’ın “kanuni” ve fakat “haksız” mahkûmiyeti bu konuların demokratikleşme açısından tartışılmasına umarım bir zemin oluşturur.
Sevan Nişanyan sayesinde “diploma tekelciliği” ve bir ifade özgürlüğü olarak “mimarlık doğal hak”tır tartışması yapılabilir toplumda. Merkezî sistemli giriş sınavlarının azizliğine uğrayıp “zorla mimar” yapılan “zoraki mimar”lara tanınan sınırsız “tasarlama” yetkisi ile yaratılan “çirkinlik” tartışılır belki!
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” değil burada muradım. Çünkü bu “serbestiyet” şehir dediğimiz “keşmekeş mekân”ı daha da yaşanmaz kılar. En az “kentsel dönüşüm vandallığı”na tanınan “özgürlük” kadar; diploma ve ruhsat zincirinden, imar planı komedisi ve tekdüze çirkinlikler kaynağı “imar yönetmeliği diktatörlüğü”nden kurtulmuş bir “ifade özgürlüğü”, bir “deneysel mimarlık” alanı ve koşulları tanımlansın istiyorum.. İster avangart, ister muhafazakâr bir mimari anlayışta olsun, Allah vergisi “mimar” olan insanın duygu ve düşüncesini bir nebze ifade özgürlüğü olsun istiyorum. Sevan Nişanyan gibi “dîl-i mimar” olanların “ödül”ü hapishane olmasın diyorum.
Ödül demişken, izni olursa eğer Sevan Nişanyan’ı “Ağa Han Mimarlık Ödülleri” jürisine önermek istiyorum. Çünkü bu ödüllendirmede “mimar” mı diye diploma sorulmuyor, ruhsat aranmıyor, sadece esere bakıyorlar.
Muğla Akyaka’da yaptığı ahşap evlerden ötürü 1983’te rahmetli komünist Nail Çakırhan’a verildiğinde bu ödül, “mimar” değil diye ayağa kalkmıştı resmî ve yarı resmî kuruluşlar. İnşallah adaylığınız gerçekleşir ve ödül size verilir.
O zaman da, “Hem mimar değil, hem de Ermeni” diye ayaklanırlar mı dersiniz?
ulusoytalat@yahoo.com
Yorumlar kapatıldı.