Bu sorunun cevabını verebilmek için öncelikle “din özgürlüğü” kavramının içeriğini ortaya koymak gerekmektedir. Bu konuda uluslararası akademik ve yargısal çevrelerin benimsediği ortak bir çekirdek şöyle belirlenmiştir: (1) Herkesin din veyâ inanç sâhibi olmaya hakkı vardır ve bu hak, din veyâ inancın değiştirilmesini veyâ inanmama özgürlüğünü de içerir. (2) Herkes, tek başına veyâ toplu hâlde, kamusal veyâ özel alanda, din veyâ inancını öğretebilir, yaşayabilir ve ibâdet edebilir. (3) Hiç kimse kendi seçtiği din veyâ inancına ters düşen bir zorlamaya tâbi kılınamaz. (4) Devletler, kendi ülkelerindeki bireylerin din veyâ inanç özgürlükleri konusunda, ırk, cinsiyet, dil veyâ din yâhut inanç temelinde ayrımcılık yapamazlar. (5) Devletler, çocukların eğitiminde ebeveynin veyâ kanunî temsilcilerin din veyâ inanç tercihlerine saygı göstermek zorundadırlar. (6) Din veyâ inanç özgürlüğünün en hayatî önem taşıyan bileşenlerinden biri, dinî cemaatlerin ve inanç topluluklarının tüzel kişilik sâhibi olmalarıdır. (7) Din veyâ inanç özgürlüğünü askıya alan veyâ imkânsızlaştıracak ölçüde kısıtlayan istisnâlar getirilemez. Din veyâ inanç özgürlüğünün bu yedi noktada özetlenen içeriği açısından Türkiye’ye baktığımızda, durumun hiç de iç açıcı olmadığı görülmektedir.
Yorumlar kapatıldı.