İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kıyımdan kıyıma

Murat Belge
 Pazartesi sabahının Taraf’ında bir sayfada Dersim Kıyımı üstüne yapılan belgeselin haberi, bir sayfada Taner Akçam’ın Ermeni Kıyımı üstüne Minber’de çıkmış makaleyi aktaran yazısı. Yani sağa baksan kıyım, sola baksan kıyım.Gazetenin büyük, manşetlik haberi de, “fişleme”! Bu soylu etkinliğin şimdiki hükümet zamanında da devam ettiği bildiriliyor. “Fişleme” denilen şeyin “kıyım” denilen şeyin bir erken aşaması, hatta bir hazırlığı olduğunu da söyleyebiliriz. Demek ki, o gün, bugün, aynı zihniyet, aynı faaliyet, sürüp gidiyor.

Dersim belgeselini yapanlar, kıyımda yer almış askerlerden dört tanesini bulup konuşturmuşlar. Bunlardan birinin söyledikleri arasında şunlar da var: “Ölenin sayısını mı bileceğim? Ne üzüntü duyan ölenlerden dolayı? Öldürmeye gidiyoruz, üzüntü mü duyacağım?”
Bunca yıl sonra bu köylü bu şekilde konuşabiliyorsa, “aynı zihniyet, aynı faaliyet” sürüp gider elbette. Bu kişi, askerlikte, gerekli “vazife bilinci”ni edinmiş, işin doğrusunu öğrenmiş. Hayata aynı felsefeyle bakan çok kişi var bu ülkede.
Ama bu dört kişinin öbür üçü böyle konuşmuyor. Aslında bu oranın doğru oran olduğunu sanıyorum. Bu köylü gibi net ve kesin bir şekilde vurmayı kırmayı onaylayanlar, dörtte biri çok geçmez.
Buna karşılık, “olmamalıydı” diyen dörtte üç, sonuçta olayda rol almış. Emir vermişler, onlar da yapmış.
Taner Akçam’ın aktardığı Minber’de yayımlanmış imzasız makalede Kıyım’ı planlayan ve yürütenler suçlanıyor. Belli ki Mustafa Kemal kendisi (makaleyi o da yazmış olabilir) bu düşüncelere katılıyor. Ama burada da, Ermeniler’in dostumuz olduğu vurgulanıyor, “Ermeni demek, Hıristiyan Türk demektir” sözü söyleniyor, hattâ Kıyım’dan ötürü uğradığımız maddi zarardan dem vuruluyor. Yani, bütün bu gibi kaygılar bu yana, “Kıyım yapmak alçaklıktır” denilmiyor, denilemiyor.
Taner Akçam bu bilgileri veriyor, herhalde daha da verecek Başbakan’a “yardımcı olmak” için. Yani, “Kürdistan” dedi, “Neden diyorsun?” diye celâllenenlere de “Atatürk demişti” diye cevap verdi; şimdi, “Ermeni Kıyımı” için de aynı taktiği kullansın… Kullanacağını hiç sanmıyorum, herhalde Taner’in de böyle bir beklentisi yok.
Ama tabii ki araştırıp bulacağız, yazacağız, söyleyeceğiz.
Pandora’nın kutusu açıldı bir kere.
Açıldığı için, gazetenin bir sayfasında Dersim Kıyım, öbür sayfasında Ermeni Kıyımı…
Bunların hepsinin örtüldüğü, gizlendiği, her sabah kalkıp “Türküm doğruyum” diye bağırdığımız, çevremize baktığımızda “Türk öğün…” sözlerini gördüğümüz bir dünyada yaşıyorduk. Bunun adı “Beyin yıkama” ise, evet, tertemizdi beyinlerimiz; her gün yeniden yıkanıyordu, pırıl pırıldı.
Ama, görüyorsunuz işte, olmuyor. Gerçeklik büsbütün gizlenemiyor. Bir yerden bir delik açılıyor, bir yerden bir ses işitiliyor, derken arkası geliyor.
Türkiye’nin de saati geldi çattı. Bizler için bu kadar zahmet ve özenle hazırlanmış bu yaldızlı yalan- tarihi bir kenara fırlatıp nereden nasıl geçerek bugün durduğumuz yere geldiğimizin gerçek hikâyesini öğrenmeye başlıyoruz. Bir yaz günü bulutların dağılıp güneşin parlaması sürecini andıran bir durum bu.
Dünyaya günışığında bakmayı öğrendikçe, buna kendimizi alıştırdıkça, “öldürmeye gidiyoruz, üzüntü mü duyacağım?” diyenlerin, bunu diyebilenlerin sayısı da azalacak.
Yani normal insanlar olacağız.
Şimdilik, arada bir noktadayız.

Yorumlar kapatıldı.