Jaklin Çelik*
Varlığımızı her sabah tüm içtenliğimizle Türk varlığına armağan ediyorduk. Bunu da birbirimizle, kim daha sesli okuyacak yarışına girerek yapıyorduk. Çünkü Misak-ı Milli sınırları içerisinde onların “Ata” diye tapındığına bizim “Allah” diye tapınmamız gerekiyordu ki samimiyetimiz inandırıcı olsun. Andımız işte buydu: İnkâr edilen varlığımız beş yıl boyunca Türk varlığının sirkesine yatırılacaktı. Sonuçta, küpün içinden kimse organik bir Türk çıkmasını beklemeyecekti, damağa hitap edecek hizmetkâr bir turşu tadında olmamız kâfiydi. Bizim için tam bir trajedi olan 1915 bu andın gölgesinde bir komediye dönüşüyordu farkında olmasak da.
***
İlkokul son sınıfta çekilmiş siyah-beyaz bir fotoğraf var elimde.Sınıf iki erkek dokuz kızdan ibaret.İkinci sırada incecik boynumun üzerindeki başım gereksiz bir diklenme pozunda.1800’lerin ortalarında kurulmuş Surp Mesropyan Okulu’nun merdiven basamaklarındayız.Hepimiz Kumkapı,Balipaşa ve Gedikpaşa civarında oturan ailelerin çocuklarıyız.Semtte faaliyet gösteren iki okul daha var.Bunlardan biri Bezciyan,diğeri ise Boğosyan Varvaryan.Aileler çocuklarını bu üç okuldan birine gönderiyor.
Sene 1978-1980.Doğudan gelen çocuklar okulları bereketlendiriyordu. Bunlar, büyük kısmı Siirt-Sason’dan,Bitlis ve Muş’tan;çoğunluğu sekiz-on çocuklu ailelerden kopup gelmişlerdi.Ailelerin onları İstanbul’a göndermelerinin iki önemli sebebi vardı.İlki,yaşadıkları bölgede Kürt nüfusu içindeki güvenlik sorunu;ikincisi ise çocukların kendi kültürleri içinde yetişmeleri,dillerini,dinlerini öğrenmeleri,tanım yerindeyse “aile büyükleri gibi”,kimliklerine cahil kalmamaları arzusu idi.Yaşam alanları daraldıkça,başta kız çocukları birer-ikişer İstanbul’a yakın akrabaların evlerine gönderiliyor,ardından diğer aile bireyleri geliyordu.Kısacası yetişmekte olan çocuklarıyla ilgili (başta kız çocukları) gelecek kaygıları onları İstanbul’a gitmeye mecbur kılıyordu.Kısa veya uzun vaadede tablo bir şekilde tamamlanıyordu.
Onların gelişleri İstanbul Ermeni toplumunu da hareketlendirmişti.Her ne kadar kendi içinde sınıfsal uyumsuzluklar,ötelemeler yaşansa da bu buluşma azalmakta olan İstanbul Ermeni nüfusunu yok olmaktan kurtaracaktı.Elbette ne İstanbul’un orta sınıf yerlileri ne de sonradan gelme olan bizler durumu bu şekilde yorumlama meziyetine sahip değildik o günlerde.Dışarıdakiler bir an önce buraya demir atmak istiyor,buradakiler de paçayı kurtarmanın yollarını arıyordu.Kısacası herkes bulunduğu yerin derinleşen ağrısından bir başka yere kaçarak kurtulmaya çalışıyordu.
1980’lerin başında bizler,geldikleri köyün kokusunu üzerlerinde taşıyan çocuklarla aynı sıraları paylaşmaya başladık.Çoğu Ermeni ve Batı menşeili isimlerin arasına İrfanlar,Erdallar,Kezbanlar hatta Ayşe ve Emineler katılmıştı.Tam anlamıyla yitik andın çocukları aynı potanın içinde tekrar buluşmuş,onlara bahşedilircesine dayatılan And’ı talim etmeye başlamışlardı hep bir ağızdan.Varlığımızı her sabah tüm içtenliğimizle Türk varlığına armağan ediyorduk.Bunu da birbirimizle,kim daha sesli okuyacak yarışına girerek yapıyorduk.Çünkü Misak-ı Milli sınırları içerisinde onların “Ata” diye tapındığına bizim “Allah” diye tapınmamız gerekiyordu ki samimiyetimiz inandırıcı olsun.Andımız işte buydu: İnkâr edilen varlığımız beş yıl boyunca Türk varlığının sirkesine yatırılacaktı.Sonuçta,küpün içinden kimse organik bir Türk çıkmasını beklemeyecekti,damağa hitap edecek hizmetkâr bir turşu tadında olmamız kâfiydi.Bizim için tam bir trajedi olan 1915 bu andın gölgesinde bir komediye dönüşüyordu farkında olmasak da.
1980’lerin ortasında çocuk başımıza bir şeyler gelmeye başladı.Potanın içindekilerin ayrışma vakti gelmişti.Kütüklerinde “Müslüman” ibaresi geçen çocuklar artık Ermeni okullarına gidemeyecekti.Sicili,hasbelkader “temiz” olanlar aynı okulda devam etti,diğerlerinin ise devlet okullarına gitmeleri mecburi kılındı.O yıl ilk veya ortaokuldan mezun olup da kütüğünde “sorun” olanlar bir daha Ermeni okulunun yüzünü göremedi.Bizler için o sayfa açılmamak üzere kapanmıştı.Peki,ne olmuştu da Andımız’ı bu kadar içten okuyan çocukların başına bütün bunlar gelmişti?Kimse bilmiyordu.Zavallı annem Milli Eğitim Bakanlığı onaylı bu dayatmayı okul yönetiminin bir uygulaması olarak algıladı.Müdürle,öğretmenlerle ve de ulaşabildiği tek ‘resmi kurumun’ temsilcisi muhtar Sabahat Hanım’la kapıştı.Ama sonuç değişmedi.Sonunda pes etti.Çemberlitaş Kız Lisesi serüvenim yedinci sınıfta kendi isteğimle son bulduğunda,aklımda kalan anıların içinde iki yıl boyunca çocukların sıkıştırmasıyla sayısız defa getirdiğim Kelime-i Şehadet baş köşedeki yerini koruyor.
Devletin Ermeni okullarıyla ilgili aldığı bu karar amacına ulaşmış,kısa süre içinde öğrencilerin azalmasından dolayı önce Boğosyan Varvaryan,daha sonra da Surp Mesropyan Varjaran okulu kapanmıştı.Diğer semt okullarında da durum farklı değildi…Okul binası otuz yılı aşkın süredir kunduracı imalathanelerine ev sahipliği yapıyor.Bu süreç zarfında birkaç kez girip içini dolaşmışlığım var.Pencere pervazlarının grisi,pütürlü camlar,yer karoları,sınıflar,tuvaletler,müdür ve öğretmenler odası amacından kopmuş bir şekilde geçmiş ikiyüz yılın yasını tutar gibiydi.Bir zamanlar çocukların cirit attığı koridorlarda kapıların gerisinde kunduracı örslerini döven çekiç sesleri yankılanıyordu.Bir de çocukların İstiklal Marşı ve Andımız’ı okuduğu girişteki büyük salonda her şey bıraktığımız gibiydi sanki.İşte o büyük mekânda tuhaf bir rayiha salınmaya devam ediyordu.Bahsettiğim fotoğraf da o salondaki merdiven basamaklarında çekilmişti.O yüzden fotoğraftaki boynuma o kadar takığım.Başımız dik,sesimiz gür çıkacaktı.Yoksa devletin ve Türklüğün o günah yuvasındaki bekçileri olan müdür yardımcıları çıkan o cılız sesi toparlamasını bilirdi.
Her sabah Türklük andı içirterek içine Türklük mayası çalınmayacak çocuklar yaşıyor bu ülkede.Birileri bunun farkına gerçekten vardı mı yoksa varmış gibi mi yaptı, kestirmek zor.Sonuçta o çocukların her gece uyumadan önce kendi kimliklerini içip,uykuda büyüdükleri gerçeğini kim değiştirebilir ki?..
*Jaklin Çelik,Andınız,bizim inkâr edilen varlığımızdı,Mesele dergisi,sayı:83,Kasım 2013.
Yorumlar kapatıldı.