Zeynep Tozduman
Uzun zamandır gidemediğim acının ve gözyaşının ülkesi Turabdin ( Mardin ve civarı)’e, Batman hava limanına adım atarak başladı gezi hikâyemiz. Büyük bir heyecanla yüreğimin yurdunda, uçsuz bucaksız bozkırlarda yol alırken Hasan Keyf üzerinden geçtik. Burada kısa bir mola verip, kaçak ve yasadışı duygularla demlenen çayın tadında keyifsizliğe dönüşen Dicle ırmağının hüzünle akışını izlemek sol yanımı acıtıverdi birden. Yolumuz uzundu. Öncelik olarak günlerdir görsel basında ve medyada yer alan Mor Gabrie manastırına uğrayacaktık. Tam 2 yıldır gidemediğim, bu sürede özlemini çektiğim Mor Gabriel manastırını yeniden görecek olmanın heyecanıyla kalbim yerine sığmıyordu.
İlk durağımız Midyad’dı. Dostların arasına, güneşin sofrasına yol arkadaşlarıyla vardık sıcak bir yaz gününden kalma hazan mevsiminde. Kilometreler Midyad’ta stop ettiğinde, dost yüzlü Papaz İshak Ergün’nün evine uğradık. Süryani kamplarından ve civardaki kiliselerden sorumlu İshak arkadaşımıza merhaba diyerek böylece ilk adımı atabildik Mezopotamya’ya. Davetsiz ama kendi evimiz gibi gördüğümüz bu eve girdiğimizde hemen çalışma odasına alındık, o anda ağır bir konuğu ağırlıyordu hane sakinleri… Malfona İskender Debaso ( Uzun yıllar İsveç’te yaşayan, geri dönüş yapan bir Süryani abimiz), İshak arkadaş ve ben başladık sohbetin belini kırmaya. Dünden, bu güne Türkiye’de ve orta doğudaki gelişmelerden, savaş ikliminden tutunda, Süryani göçmenlerinin sorunları, bölgedeki manastır ve kiliselerin karşılaştıkları sorunları ve tabii ki seçimleri konuştuk. Özlemlerimizi giderdiğimiz bu dostlardan sevgiyle ayrılırken, dışarıda gözaltından gülümseyen güneşle yolumuza devam ettik.
Rotamız Mor Gabriel manastırıydı, Eh nihayet!!! Barışın, hoşgörünün, insanlığın kabesi Mor Gabriel manastırına varabildik. İki yıl aradan sonraya yeniden yuvaya dönmek gibiydi Mor Gabriel’de olmak. Dost yüreklerle buluşan yüreğimi, O kadar ısıttı ki bu görkemli yer. Gözyaşlarım engel olamadığım bir özlemle akıyordu bu kutsal mekânda. Turabdin’nin aslanı değerli metropolit Samuel Aktaş ve vakıf başkanı dostum Kuryakos Ergün o kadar güzel ev sahipliği yaptı ki o gün, bunu mısralara sığdıramam. Tek üzüntüm Mor Gabriel manastırına yıllardır emeği geçen malfono’luk ( Hocalık), Diyakonluk yapan İsa Garis’in hastalığı olmuştu.
5 güne sığdırılan yolculukta yapacak çok işimiz vardı ikinci günü Midyad’daki Suriye’li mültecilerin kamplarını gezerek sorunları tespit edecektim ki, bu kampa girmenin kaymakamlıktan izne tabi olduğunu öğrenince kampa 100 metre mesafede bulunan Mor Hobil-Mor Barsawmo manastırında 8 nüfuslu bir Süryani aile ile görüştüm. Manastır, Suriye’den gelen hemşerilerine destek olmak için topraklarının bir kısmını geçici olarak vermiş bu kampa. Manastırın verdiği bu topraklarda Süryaniler kalacakmış. Kampta topu topu iki Süryani aile kalmış. Turabdin’de Çadır dâhil 266 Suriye’li göçmen aile var. Turabdin’den yurtdışına kaçak ve resmi yoldan giden 30 aile var. Midyad’da hükümet tarafından kayıtlananların hiç biri İstanbul’a gitmemiştir. Çoğu savaşın yakıcı olduğu ilk dönemde ya Deyrul Zafaran manastırında geçici olarak iskân etmiş ya Midyad’da kiralık evlere çıkmıştır. Bölgenin dışında 500’e yakını da İstanbul Kadim Meryem Ana Kilisesinin yardımıyla, İstanbul’a göç etmiş, bazıları da Avrupa’ya mülteci olmak için başvurmuş. Kamptan gelen söyleşi yaptığım Süryani aile Arapça biliyor diye hemen bir Arapça tercüman bulduk. Çok dilliciliği ve ana dilde eğitim hakkını savunan biri olarak bir anda içim burkuldu. Anadilinden öksüz bırakılan halklar dedim içinden. Tıpkı Türkiye gibi Suriye’de de anadilleri konusunda aynı baskıyla karşılaşmış olduklarından olsa gerek gelenler anadillerini bilmiyorlardı.Bu ayıp ülkeyi yönetenlerdir diyerek başladım sorularıma. Kampta her türlü konforun ve maddi olanakların olmasına rağmen ( Henüz Kış şartlarına uygun halde değil) neden savaş bitinceye kadar burada kalmak istemiyorsunuz, buradan ülkenize dönüş daha kolay olur dediğimde cevap bir hayli ilginçti. Dönecek evleri yoktu. Çünkü bombayla yıkılan geçmiş hatıraları paramparça olan hayatlardı artık onlar. Yaklaşık 2-3 ay evvel Midyad sokaklarında İslamcı terör örgütleri ve yöre halkından radikal İslamcı bir grup Mıhelmilerin, yaz akşamı saat 10 sularında ‘’Alluhuekber ‘’ tekbir sesleri ile yürüyüş yaptıklarını gören Hıristiyan Süryani halkı en çok da bu nedenden ötürü kampları boşalttığını sanıyorum. Kampta Suriyeli muhaliflerin olduğunu, namuslarına ve canlarına bir zarar gelmemesi için konforun terk edildiğini böylece anlamış oldum. Biliyordular ki, İslam coğrafyalarında ne zaman ki tekbir sesleriyle insanlar sokaklara çıkar, işte o vakit yine kan ve gözyaşı egemen olur gayrı Müslim halklara. Devlet bir belge vermiş kampta yaşayanlara ama oturum hakları henüz yok. Oradan Midyad’da 2 odalı bir evde 21 kişi yaşayan bir aileyi ziyarete gittik. Evde mırra kahvesi içildikten sonra, 40’lı yaşlarda Suriye’de savaştan önce öğretmenlik yapan bir kadının, savaş başladığında Doktor olan kocasının salt Hıristiyan diye katledilmesini ve canlarını kurtarmak için burada olduklarını öğrendim. Savaş böyle bir şey işte, her savaş mazlum ve masum halkları yok eder önce. Savaş öncesi varsıl ve düzgün bir hayattan geriye, can pazarında bir nefes kalan insanların dramları, her yerde aynı. Yüreğimin çeşmesi üzgün akarak ayrıldım yoksulluk kokan o evden.
Üçüncü günü ise yolumuz, geçtiğimiz günlerde Mardin’inin Midyad ilçesi’nde çarşı içinde bulunan Mor Barsawmo kilisesine,11 Ekim 2013 günü giren hırsızların çelik kasa içersinde saklanan ve özel ayinlerde kullanılan tarihi el yazması bir İncil’i çalıp kaçmasıyla ilgili kiliseye gittik. Mor Barsawmo Kilisesi papaz yardımcısı Ayhan Gürkan’dan ve basından öğrendiğimiz kadarıyla bu kilise polis karakolunun gözü önündedir. Parmak izi alınmasına ve kamera kayıtlarında görüntüler olmasına rağmen hırsızların bulunamamasına hiç şaşırmadım doğrusu. Bir aktivist olarak biliyorum ki, mobil kameralar sadece muhaliflerin yaptıkları eylemlerde yer alan kişilerin tespiti için işe yarıyor.
Zaman hızla akıp geçiyordu. Dört gün olmuştu bile geleli. Bu günü Nusaybin/ Gimerli’de bulunan Turabdin’deki bütün manastırların anası sayılabilecek Mor Augin manastırına ayıracaktık. Basından hatırlayacaksınız bu manastıra ait araziler, BDP’li Belediye başkanının kardeşi ve akrabaları ile 50 yıldır toprak davası için mahkemelik. Suriye’den gelen toz bulutuna rağmen Mor Augin’e gittik. Muhteşem bir Süryani tarihi karşılıyor burada sizi. O kadar büyük arazi içine inşa edilmiş ki, ta o çağlarda.. Buranın restorasyonu için belli ki çok büyük finans gerekli. Umarım bu finans bulunur da hem manastır ibadete açılır, hem insanlık tarihi bir eserine daha kavuşur. Akşam üstü, göz gözü görmeyen toz bulutuna rağmen yola koyulduk..
Midyad’a vardığımızda yolda Mizizah (Doğan çayır) köyünden genç bir öğretmen Efrem Aydın arkadaşa rastladık, selamlaştık. Ve birden kendimizi Mizizah’da bulduk. Tarihi kilisesini gezdik, fotoğraflar çekildik sonra da Genç Efrem’in ailesini görmeye gittik. Yine kahveler içildi, yöreye ait el yapımı pestilden yapılan sucukları afiyetle yedikten sonra tekrar yola koyulduk.
Geldik son günümüze… Lahdo Acar diye değerli bir Süryani’nin cenazesine gitmeye karar verdik. Cenaze törenine giderken eski bir Süryani köyü olan Zaz köyünün karşısından geçtik. Midyad’a 20 km uzaklıkta bulunan Zaz köyündeki Süryani kilisesi ( Mor Dimet) son zamanlarda kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından tehdit edildiği haberini de böylece öğrenmiş olduk.
Zaz köyünde ilk olay, yaklaşık bir buçuk ay önce yaşanmış. Üç kişilik bir grup, bir hafta boyunca Zaz’a değişik zamanlarda gelerek, kilisede yaşayan rahip ve rahibenin rızası dışında kiliseye girmek istemişler. 17 Ekim 2013 gecesi ise üç araba ile bu kez 15 kişilik başka bir grup zorla kiliseye girmek istemek istemiş. Kürtçe, Türkçe ve Arapça sözlü saldırı ile tehditte bulunan ve ‘’sizleri burada yaşatmayacağız’’ diye bağırarak köyü terk etmişlerdir. Hala bu kişilerin kim oldukları tespit edilememiştir.
Işığın çocuklarına bir umut veremeden yine düştük yollara. Cenaze Beth Kuştan köyünde idi. Yer, gök ağlıyordu ve herkes Işığın çocuğuna son görevini yapmak için yerini alıyordu. Köy meydanına taziye çadırı kurulmuş orada taziyeler iletiliyordu. Bir ara HDP/HDK milletvekilimiz Erol Dora’yı gördüm, ayaküstü konuştuk. İsveç’den, Gabriel Kurt, Elyo Elyo, İngiltere’den Zeyto Kurter, Almanya’dan Adnan Oyal Avrahoum kardeşim, İsviçre’den, İstanbul’dan her yerden insanlar bu köy meydanındaki klise avlusundaydı. Metropolit Samuel Aktaş ayini yönettikten cenaze götürüldükten sonra bizde oradan ayrılarak Hah köyüne uğradık. Ünlü Meryem Ana Kilisesine gittik. Hayatımda gördüğüm en muhteşem eserdi, adeta hayran kaldım.
İşte size demokrasi paketinden Süryani halkının payına düşenler. Bir direnim sonucu ve 1600 yıldır kendilerine ait olan Mor Gabriel manastırının arazilerinin, geri verileceği pakette yer almasına rağmen, henüz tapuları tescil edilmedi manastırın.
Hükümet bir yandan da Süryanilere sürekli köylerinize dönün çağrısı yapıyor medyada. Hala Süryanileri yolunacak kaz gibi gören anlayışlara sormak gerek. Sizin hiç vicdanınız var mı diye? Kutsal mekânları gasp, işgal, talan ve tehdit edilen Süryani halkı köylerine döndüğünde daha büyük sorunlarla karşılaşıyor. Avrupa’ya göç ettiklerinde geride bıraktıkları arsa-arazi- bağ- bahçe- evleri ya bölgede yaşayan başka halklar tarafından kullanılıyor, ya kadastro çalışmalarında burada olmadıkları için araziler birbirine girmiş, ya da devlet hazine olarak el koymuş durumda. Anayasal güvence ile birlikte geri dönüşler için yasal düzenlemeler yapılmadığı sürece bu dönüşler sadece nostaljiden ibaret olacaktır. Hala anadilde eğitim hakkı devletin resmi kurumlarında ve devlet bütçesi tarafından karşılanmadığı bu ülkeye, Süryaniler nasıl dönsün.
Medyada yer alan, dönen üç beş kişide yaşlı insanlar yani ömrünün son günlerini ata toprağında geçirmek isteyenlerdir. Ayrıca, Avrupa demokrasisine alışmış Süryani gençleri, demokratik ve çağdaşı uygulamalarla, politik olarak geri bırakılmış bu coğrafyaya, gelip de nasıl yaşarlar sizce?
ZEYNEP TOZDUMAN zeynoege@mynet.com
Yorumlar kapatıldı.