İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Nefret ediyorum!

Murat Erdin

Nefret söylemini en aza indirebiliriz. Önce devlet politikasını gözden geçirmeli. Cumhuriyet tarihi nefret, ayırma ve ötekileştirme örnekleriyle dolu. Gayrimüslim vatandaşlarımızı ülkeden kaçırmaya yönelik 6-7 Eylül olayları bir devlet planıydı. Dersim olaylarında başlayan ve günümüze kadar süren Kürtlere yönelik ayrımcılık bir devlet politikasıdır. Devletin gözünde “makbul olmayan” vatandaşlara karşı yapılan tüm ayrımcılık Türkiye’de nefret söylemini körüklemiştir. Bugün bile Türkiye’de gayrimüslim bir üst düzey kamu görevlisi yoktur. Yahudi bir binbaşı gördünüz mü ? Astsubay bir Rum vatandaşımıza bile ben rastlamadım. Ya da Ermeni kökenli bir yurttaşımızın devlette genel müdür olduğu vaki değildir. Oysa Osmanlı devlet politikasında bu tür ayrımlar hiç olmamıştır. (Bu hiç doğru değil, 19. yüzyıla kadar bu ayırım çok daha sert şekilde uygulanmıştır. Ancak II Mahmut sonrası Tanzimat ile birlikte çok sınırlı da olsa bir farklılık olmuştur. HYETERT)

***
Başbakan’ın açıkladığı ’demokratikleşme paketinde’ yer alan konulardan birisi de nefret suçları idi. Köşe yazarımız Murat Erdin de nefret suçuyla ilgili çok ilginç bir ayrıntıya dikkat çekti. İşte Erdin’in o yazısı…
Nedir nefret suçu ?
Kişilerin veya toplumların sahip olduğu yapısal veya davranışsal özelliklerin kamuoyunda bir şiddet dalgası yaratacak şekilde aşağılanması ve bu durumun övülmesidir nefret suçu.
Örneğin bir Kürt vatandaşımıza yapılan saldırıya karşı “oh olsun, bunlar daha fazlasını hak ediyor” demektir…
“En iyi zenci ölü zencidir” demektir…
“Bu Alevilerin hepsini sallandıracaksın” demektir…
“Türklerin hepsini cehennemde yakacaksın” demektir…
Bu söylemi kamuya açık bir ortamda hatta medya aracılığıyla dile getirmek kuşkusuz suçun ağırlığını da artırmaktadır. Bağımsız Mardin Milletvekili Ahmet Türk’e yapılan yumruklu saldırı sonrasında ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’a yapılan benzer bir saldırı sonrasında bazı yazarların yazdığı yazılarda aynı “nefret söylemini” görmüştük.
Kuşkusuz Türkiye’de yukarıda örnek olarak verirken bile rahatsız olduğum cümleleri açıkça söyleyebilen insanlar var. İnternet ortamında bu insanları çok görüyoruz.
Zaman zaman bize de geliyor bu tür yorumlar ve derhal mahkemeye intikal ettiriyorum.
Geçmiş yıllarda yayın yaptığım bir radyoda doğuya okul yaptırma kampanyası başlatmıştım. Gelen bir dinleyici yorumunda şöyle deniyordu: “Okul yaptıracak başka yer bulamadın mı ? Batı’da bir yere yaptırsaydın katkı yapardık.”
Van’da meydana gelen deprem sonrasında özel bir TV kanalında haber spikeri “Deprem Doğu’da oldu ama olsun biz gene yardım edelim” şeklindeki cümlesi hala hatırlarda.
Gazeteci Hırant Dink öldürüldüğünde “hepimiz Ermeniyiz” diye slogan atarak yürüyenlere karşı da nefret dolu ifadeler kullanılmıştı.
“Dink öldü sıra sana gelecek” cümleleri rahatlıkla kuruldu o yıllarda. Tetikçi Ogün Samast’ın kafasına taktığı beyaz berenin aynısı giyip gezen “nefret dolu” insanlar peydah oldu.
Türkiye’de nefret söylemini ortadan kaldıramayız. Dünyanın hiçbir yerinde nefret söylemi bitmez. Siyasi görüşleri ortaya koyarken insanlar kendisini ve rakibinin farklılıklarını ortaya koymak istiyor. Ama bunu yaparken zaman zaman ölçüyü kaçırıyor ve tarihsel kökenlere kadar inebiliyor. Karşısındakinin etnik kökenini, rengini veya dinini aşağılayabiliyor.
Ancak nefret söylemini en aza indirebiliriz. Önce devlet politikasını gözden geçirmeli.
Cumhuriyet tarihi nefret, ayırma ve ötekileştirme örnekleriyle dolu.
Gayrimüslim vatandaşlarımızı ülkeden kaçırmaya yönelik 6-7 Eylül olayları bir devlet planıydı.
Dersim olaylarında başlayan ve günümüze kadar süren Kürtlere yönelik ayrımcılık bir devlet politikasıdır.
Devletin gözünde “makbul olmayan” vatandaşlara karşı yapılan tüm ayrımcılık Türkiye’de nefret söylemini körüklemiştir. Bugün bile Türkiye’de gayrimüslim bir üst düzey kamu görevlisi yoktur. Yahudi bir binbaşı gördünüz mü ? Astsubay bir Rum vatandaşımıza bile ben rastlamadım. Ya da Ermeni kökenli bir yurttaşımızın devlette genel müdür olduğu vaki değildir.
Oysa Osmanlı devlet politikasında bu tür ayrımlar hiç olmamıştır.
İkinci Abdülhamid’in doktoru bir Yahudi idi, devletin baş mimarı Ermeni idi, saray ressamı bir İtalyan idi, en iyi sadrazamlardan birisi olan Sokollu Mehmed Paşa bir Sırp idi.
Kuşkusuz bu kişiler “imparatorluğun bir neferi” oldukları için o görevdeydiler ama neticede gayrimüslim oldukları bir sır değildi.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, 25-26 Ekim 2013 tarihlerinde Heybeliada’da “Nefret Suçlarıyla Mücadele Çalıştayı” düzenledi.
Ben de katıldım ve bir de konuşma yaptım. Katılımcıların hepsi Türkiye’de nefret söyleminin varlığını teyit ettiler. Sonuç bildirgesinde hükümetten Türkiye’de bir nefret suçu düzenlemesi yapılması istendi. Yapılmalıdır.
Ama her şeyi yasal düzenlemeyle çözemeyeceğimizi de bilmeliyiz.
Devletten başlayarak değiştirilmesi gereken bir söylemin medyaya kadar yansıması gerekiyor.
Nefret söylemine karşı yasal düzenleme yapılırken ifade özgürlüğünün kısıtlanmaması gerekiyor. Bazı konular vardır ki yasal düzenleme getirildiği takdirde adı konmamış bir zırha bürünebilir. Nefret suçu işte böyle bir suçtur.
Murat ERDİN

Yorumlar kapatıldı.