Taner Akçam
Birkaç yazıdır anlatmaya çalıştığım şu: Reform paketine, 19. yüzyıldan bu yana Osmanlı-Türk toplumunun yaşadığı reform macerası çerçevesinde yaklaşmak gerekir. Paketin ne olduğu ve nereye yöneldiği ancak böylesi uzun erimli bir tarih perspektifi ile anlaşılabilir. Ana iddiam paketin önündeki en önemli sorunun, zihniyet dünyamızla ilgili olduğu… Toplum olarak son 200 yılda oluşmuş zihniyet kalıplarını zorluyoruz. Thomas Kuhn’un paradigma kavramıyla anlattığı türden bir değişim kaçınılmaz gibi. Sorun, bu paradigma değişimini başarıp başaramayacağımız.
Paradigma değişiminin birinci ayağı Millet-i Hâkime fikri ile ilgili. Bunu yeteri kadar tartıştım.
İkincisi ise idari merkeziyetçi zihniyet. Eski tabir ile ademimerkeziyetçilik yenisi ile yetkilerin yerel yönetimlere devredilmesi meselesi.
Reform paketinde bu konuda da bir şey yok. Tarihî bir perspektiften bakıldığında bu da bir tesadüf değil.
Osmanlı İstanbul’un yetkilerini dağıtamadığı için dağıldı.
Benzeri tehlike Türkiye Cumhuriyeti’ni bekliyor. En zayıf karın bu.
Şu anki anlayış ademimerkeziyetçiliğin dağılmayı getireceği. Tarihte böyle olduğuna inanılıyor.
Osmanlı Avrupa’yı, Hıristiyan toplulukların reform isteklerini kabul etmemesi nedeniyle, 1804 Sırp isyanı ile başlayan süreçte ağır ağır kaybetti.
İngilizcede self-fulfilling prophecy diye bir kavram var. Bunu, kendini gerçekleştiren kehanet diye çevirmek mümkün. İstemediğiniz ve korktuğunuz bir şey var, buna engel olmak istiyorsunuz; ama yaptığınız şeyler, korktuğunuz şeyin başınıza gelmesine yol açıyor.
Osmanlı’nın ademimerkeziyetçilik ile böyle bir macerası var. Osmanlı dağılmaktan korktu. İktidarı yerel yapılarla paylaşmanın dağılma anlamına geleceğine inandı. Bunun için de ademimerkeziyetçiliği hiç sevmedi.
Ancak ve ancak merkezin güçlendirilmesiyle dağılmayı önleyeceğine inandı. Yerel yönetimlere hiç hak tanımadı.
Ama merkezi sıktıkça, merkezkaçın kuvvetlenmesini sağladı.
Korktuğu ayrılıkçılığı, kendi izlediği politika ile kendisi yarattı.
Sırp, Yunan, Bulgar bağımsızlıklarının kısadan öyküsü budur.
İmparatorluğun Arap ve Ermeni toplulukları için de durum farklı değildi.
Yaşadıkları topraklarda Ermenilerin azınlıkta olduğunu bilen Taşnak örgütü, Hıristiyanların da eşit ölçüde katılacağı, yetkileri artırılmış yerel yönetimler istiyordu.
1895 ve 1914 reformlarının özü budur.
Araplar için de durum aynı idi. 1908 sonrası kurulan Arap örgütleri, Osmanlı egemenliğinin ortadan kalkmasının, yaşadıkları bölgeleri büyük devletlerin sömürgesi h^’aline sokacağını biliyorlardı.
Bu nedenle sorunlarına Osmanlı devleti çatısı altında çözüm aradılar. Tüm talepleri, ademimerkeziyetçilik olarak tanımlanabilecek şeylerdi. Bölgelerinde Arap memurların görev yapması, Arapçanın eğitim dili olması gibi basit, temel talepler ileri sürüyorlardı.
Hatta örgütlerine, 1912’de Kahire’de kurulan Osmanlı Ademi Merkeziyetçi İdare Partisi (Hizb al-lamarkaziyya alidariyya al-’uthmani) örneğinde olduğu gibi isimler de veriyorlardı.
Özetle, Ermeni ve Arapların önerdiği, günümüz tanımıyla yerel yapıların güçlendirilmesinden başka bir şey değildi.
İttihatçılar, Sırp, Yunan ve Bulgar deneylerinden hareketle, Ermeni ve Arap taleplerinin ayrı devletlerle sonuçlanacağına inandı. Merkezîleşmeyi tercih etti ve ama sonuçta korktuğunu kendisi yarattı.
Şimdi benzeri sorun Kürtlerle yaşanıyor. Yerel yönetimlere geçişin, Kürtlerin bağımsız devletlerine doğru gidişlerinin ön adımları olmasından endişe ediliyor.
Gerek AB ile ilişkilerde gerekse bugünkü reform paketinde yerel yönetimler konusunda zorlanılmasının arkasındaki neden, bu tarihî korkudur. Üzerinde konuşmak gerek.
tanerakcam@gmail.com
Yorumlar kapatıldı.