2008 yılından günümüze değin Mardin/Midyad’da Mor Gabriel manastırı arazileri için verilen hukuk mücadelesi ve diplomatik ilişkiler sonucunda Süryanilerin gasp edilen arazileri ‘’demokratikleşme paketi’’ adı altında iade edildi. Kamuoyundan herkesin bildiği üzre, Politik bir dava olan Mor Gabriel davası tam bir yılan hikâyesine dönmüştü. Dile kolay tam 8 yıldır Süryani halkının canı her mahkemede yandı. Ara sıra yerel mahkemedeki davalara gözlemci olarak katıldığımda, hoş görünün temsilcisi olan bu halkla hep birlikte ağladık, hüzünlendik, direndik. Bu ülkede azınlıklar 98 yıldır hep güvercin ürkekliğinde yaşadılar. Belki de bu yüzden İsa’nın yaralı kuşları denilmiştir bu halka kim bilir?
1600 yıldır Süryanilerin kutsal mekânı olan bu manastıra AKP’li Mardin milletvekili ÇELEBİ’nin aşiretine bağlı üç köy tarafından dava açılmıştı. Bu hukuksuzluk ve gasp üzerine 2009 yılında bireysel olarak kaleme aldığım, öncülüğünü yaptığım morgabrieledokunma imza kampanyası, hepinizin hatırlayacağı gibi daha sonra İzmir Barış Meclisi bünyesinde imzaya açılmıştı. Basından izleyenler bilir, o günden, bu güne dek bu olayın hep takipçisi oldum. Yazılarımda ve konferanslarımda bu halkın acılarını en geniş kitlelere duyurmak için ne gerekiyorsa hem şahsım adına, hem sözcülüğünü yaptığım İzmir Süryani dostluk platformu adına ne yaptıysak sizlerle birlikte yaptık.. Bu yüzden biliyor ve diyorum ki devlet; Mor Gabriel manastırını kendiliğinden jest olsun diye vermedi Süryani halkına. Bu, diasporada ve ülke içinde verilen mücadele sonucu bir kazanımdır. Sivil toplum örgütlerinin, aydınların, aktivistlerin yanı sıra; özellikle büyük üzüntüler yaşayan birinci elden tanığı olduğum vakıf başkanı dostum Kuryakos Ergün, Turabdin’nin aslanı Samuel Aktaş’ın ve Mor Gabriel manastırı yetkililerinin ayrıca İstanbul Kadim Meryem Ana manastırı metropoliti sayın Yusuf Çetin’nin ve vakıflarının diplomatik ilişkileri sonucu bir kazanımdır.
Günlerdir görsel basında ve sosyal medyada Mor Gabriel manastırı ile diğer bütün azınlıkların hakları verilmiş gibi lanse ediliyor. Ne acıdır, kendi anayurdunda yabancı ya da azınlık olmak… Bu ülkenin en kadim halkları olan azınlık diye tabir edilenler, İslamiyetten çok önce bu topraklarda yaşıyorlardı (Ermeni- Süryani- Rum-Yahudi-).
Demokratikleşme paketi adı altında bunca bedel ödeyen, demografik çoğunluğa sahip, üstelik barış sürecinin muhatapları olan Kürtlerin payına ise bu paketten sadece üç harf düşmüştür ( W, X, Q ). Kürt halkının çocuklarının Türkçe eğitim ile Anadilleri yok sayılacak. Alevilere gelince; devlet kendi Alevisini yetiştirecek üniversite ve Camilerin denetiminde Cem evleri düşmüştür payına. Süryanilerin payına ise gasp edilen manastırın iadesi ve 1923 lozan’da kazınılmış haklardan biri olan, ana dilde eğitim hakkı yani azınlık okulu açma izni verilmiştir.
Batı yakasının en kadim ve köklü uygarlığı olan Rumların durumu ise çok daha acı… Yine bu pakette nüfusları üç bin kalan/ Öğrencisi olmayan Rumlara okul hakkı veriliyor. 1913- 1914 kayıtlarına göre, Osmanlı imparatorluğu sınırları içinde salt Ermeni cemaatine ait 2800 okul, 300.000 öğrenci vardı. 1915 büyük kıyımdan günümüze değin, bu gün Gökçeada’da yeni açılan okulla birlikte 23 azınlık okulu vardır. Bunun 16’sı Ermeni, 6’sı Rum, biri de Musevi okuludur. Ermenilere ise, yıllardır talep ettikleri Heybeliada’daki Ruhpan okulunun açılması yine bu pakette yer almayanlar arasında. Umutlar bir başka bahara ertelendi… Ermenilerin okulları bu paketten öncede vardı, var olmasına da ama nasıl vardı?. 1924 tarihli Tevhidi Tedrisat Kanunu ile azınlık okulları MEB’e bağlanarak özerklikleri ortadan kaldırılmıştır. Bu güne dek Ermeni okullarında, okullara kimin kaydolacağına hep devlet karar vermiştir. 70 yıl sonra ilk kez İstanbul Meryem Ana kilisesi saygı değer metropolit Yusuf Çetin öncülüğünde başvurusu yapılan önümüzdeki dönem açılacak olan Süryani anaokulu ve ilkokul’u da Ermeni halkının yaşadığı sorunları yaşayacaktır. Bu yüzden bir an önce ayrı bir kanun ve yönetmelik çıkarılarak bu eşitsizlik ortadan kaldırılmalıdır.
Sizlerle bir sevincimi de paylaşmak istiyorum buradan. Türkiye’de ilk kez Süryanilerle ilgili çalışmalara, (İmza kampanyaları, miting, protesto, diyalog vs.) sokak ayağını örgütleyerek, Ana dilde eğitim hakkını isteyen pankartlarla bizler alanlarda talepte bulunduğumuz da, Sayın İstanbul-İzmir-Ankara metropoliti Yusuf Çetin ve Vakıf başkan vekili sevgili Kenan Gürdal ile tanışmıyorduk. Ortaklaşma ve dayanışma adına tıpkı Mor Gabriel manastırı, Deyrul Zafaran manastırıyla bu güne kadar olan iyi niyet ve dostluk ilişkimiz gibi bir yenisini daha eklediğimiz için platformumuz ve şahsım adına çok sevinçliyim.
Bu ülkede demokratik bir paketten söz etmek istiyorsak öncelikle herkese fırsat eşitliği sağlanmalı ve özerk-demokratik-çağdaş eğitim, ibadet özgürlüğü v.b gibi eşit hakların yanı sıra Türk olmayan halklara derhal Ana dilde eğitim hakkı verilmelidir. Bir zamanlar çok dilli, çok dinli, çok kimlikli, çok kültürlü olan Anadolu yeniden o kimliğine kavuşmalıdır. Köy- kasaba-şehir yerleşim adları çok dilli olarak yeniden hayata geçirilmelidir.
Ey yönetenler! Bunca yıldır keyfi olarak engellediğiniz Azınlık okullarını, bırakınız da azınlıklar idare etsin bundan tezi. Şu anda mevcut eğitim sistemi başlı başına bir utançtır, örneğin hala bu ülkede Ermeni yetiştirecek henüz bir kurum olmadığı gibi Üniversitelerin eğitim bölümlerinde hala Ermenice dersi yok.
Alevi’lerin dramları ise apayrı. Alevi çocukları AHİM’de kazanılmış haklara rağmen halen keyfi olarak din dersinden muaf tutulmamaktadır. Irkçılığın simgesi olan ‘’andımızın’’ okullardan kaldırılması sevindirici bir gelişmedir bir de zorunlu din derslerini de kaldırsanız sorun çözülecek. Azınlıklar bu ülkede özgür ve eşit yurttaş olmadığı sürece bunun adı demokratikleşme paketi değil olsa olsa yalancı bahar paketidir. Yaralarından keder damıtan/ ezilen ve soykırıma uğrayan halklardan resmi bir özür dilenmediği sürece bu ülkeye ne barış gelir, ne de demokrasi.
ZEYNEP TOZDUMAN zeynoege@mynet.com
Yorumlar kapatıldı.