İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

SEPTEMBRIANA

Cengiz Aktar
Septembriana 6-7 Eylül 1955, İstanbul Gayrimüslim Pogromu’nun Rumca adı. Aybaşı Atina’da İstanbul Evi’nde İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu’nun hazırladığı, dönemin İngilizce, Türkçe ve Yunanca gazetelerinin baş sayfalarından oluşan serginin açılışındaydım. Sergi münasebetiyle düzenlenen panel tıklım tıklımdı. Septembriana, 1964’e giden yolun kilometre taşlarından biridir. Mart 1964’te CHP hükümeti, 1930 tarihli İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesi’ni tek taraflı olarak iptal etti ve Yunanistan uyruklu İstanbul Rumları sınır dışı edilmeye başlandı.   

Türkiye ve Yunanistan uyruklu Rumlar tamamen kaynaşmış olduğundan sınırdışı edilen 12000 Yunan uyruklu Rum’u 30000 Türkiyeli Rum takip etti. Böylece İstanbul’un en kadim halkı Ortodoks Rumlarının kökü vatanlarından kazındı. Seneye, sessiz sedasız yaşanan bu mağduriyet yarım asrı dolduruyor. Rum vatandaşlarımızın başlarına gelenlerle yüzleşme, resmî özür, gasp edilmiş hak ve itibarın iadesi, maddî kayıpların telafisi… bütün bunları yarım asrı aşkın bir süredir bekliyor insanlar.
Bir Hrant Dink kitabı daha
Ama bu defa öncekilerden çok daha acıtıcı. Adaletin nasıl tecelli ettirilmediğinin hikâyesi. Hrant’ın ve ailenin avukatı Fethiye Çetin’den. Başlığı: “Utanç Duyuyorum! Hrant Dink Cinayetinin Yargısı”. “Cinayetin ilk gününde ‘bu cinayet aslında bize karşı işlenmiş bir cinayettir,’ diyenler, ‘Sarı gelinin Ankara dehlizlerinde kaybolmasına izin vermeyeceğiz’ diyenler bu sözlerini unuttular. Sadece öncesiyle, hazırlık sürecinde yapılanlar ve yazılanlarla değil, işlenişi ve sonrasıyla, sorgulama ve yargılama yöntemiyle de bu süreç beni çok utandırıyor” derken iktidarın sorumluluğunu, daha doğrusu vurdumduymazlığını, diğer yanda kolektif cürmü faş ediyor Çetin.
Dosya Yargıtay’dan geri döndü, dava 17 eylülde yeniden başlıyor.
12 Eylül 1963
Dün, AB ilişkimizin temeli olan Ankara Anlaşması’nın ellinci yıldönümüydü. İKV, EGİAD ve TÜGİAD beyanları dışında ne bir resmî demeç ne bir haber ne de bir köşe yazısına rastladım. İçeride ve dışarıda tekrar savaş diline rücu etmiş Türkiye’nin bir barış projesi olan AB ile işi mi olur hiç?
Yakın zamanda, adı sanı pek duyulmamış İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası “Türkiye-AB: Bitmeyen Senfonide 50 Yıl” adlı bayat gerekçelerle dolu bir rapor yayımladı. 1996’dan bu yana gümrük birliği nedeniyle 221 milyar doları açığımız oluşmuş.  İyi de sanayi altyapımızı bu sayede kurduk. Bakkal hesabıyla tahlil yapmaya kalkınca sonuç belki çarpıcı ama bir o kadar da çarpık oluyor. Muhasebecilerden, enerji tedarikçimiz Rusya ile olan açığın tutarını heyecanla bekliyoruz.
Bakanlardan vizyoner lakırdılar
Kabinenin vizyoner bakanlarından Binali Yıldırım “2018 yılında kendi imalatımız olan uydu yapıp yörüngesine göndermeyi hedefliyoruz. 2035 yılına kadar uzaya güneş enerjisinden elektrik üreten güneş panelleri yerleştirip, buradan üretilecek enerjiyi radyo frekans dalgalarıyla yeryüzüne ulaştıracak bir projeyi de gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Bu da bir vizyon projesi olarak şurada kararlaştırılmıştır” demiş. Adama sormazlar mı neden önce yeryüzüne güneş paneli koymazsın diye. Vizyon bu, şaka değil!
Diğer vizyoner, kıl çadırda Alpaslan biriktiren Suat Kılıç. Buyrun: “Eğer olimpiyatları alsaydık Avrupa Birliği adaylığından daha önemli bir işe imza atmış olacaktık.” AKP’nin önemsediği müslüman ülkeler Türkiye’nin AB üyesi olmasını mı yoksa Olimpiyat organizasyonu yapmasını mı tercih eder sizce?
 (13.09.2013 tarihinde Taraf gazetesinde yayınlanan yazısı)

http://www.haberx.com/cengiz_aktar_yazdi_cuma_notlari(17,n,11406668,180).aspx

Yorumlar kapatıldı.