İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Soykırımdan soy koduna

Rahmi Yıldırım
12 Eylül darbesi sorgu merkezlerinde kod olarak kullanılan harflerden biri de K idi. Gözaltındaki kişi sadece Kürt kimliğinden sorgulanıyorsa, sorgucuların işkencecilerin lügatinde K olarak kodlanırdı. Hem Kürt hem Kızılbaş ise K2 idi. Hem Kürt hem Kızılbaş ve bir de komünist ise K3 idi. İşin tuhafı bu kodlama sorgulananlarca yadırganmazdı; hatta sol ve muhalif çevrelerde espri niyetine telaffuz edilirdi. Solcuların bu kodlamayı espriye çevirmesi bir yana, devlet kayıt ve kodlamada böylesine marifetli becerikli, memurları da matematikten haberdar! Dün de bugün de. Hiç böbürlenmeden söylemeli, dünyada pek az devlet bu denli marifetli ve beceriklidir. Eh, ne de olsa Osmanlı’nın mirasçısıdır. Osmanlı da, Roma ve Bizans’ın varisiydi. Böyle köklü devlet geleneğinin marifet ve becerisi de elbette gelişkin ve bol olur.

***
Devletin bir marifeti de Agos gazetesinin haberiyle ortaya çıktı.
Agos’un “Nüfus Kayıtlarında Soy Kodu Damgası” başlıklı haberine göre, devlet gayrimüslim uyruklarını rakamlarla kodlamış (2 Ağustos 2013).
Olay, İstanbul’daki bir Ermeni anaokuluna çocuğunu kaydettirmek isteyen ailenin başvurusuyla ortaya çıkmış. Ermeni anne asli kimliğine dönmüş ve nüfus cüzdanındaki din hanesini Hristiyan olarak değiştirmiş. Babanın kimliğinin din hanesinde ise Müslüman yazmaya devam ediyor.
Ermeni anaokulunun müdürlüğü, mevzuat gereği kendilerine şu cevabı vermiş: “Milli Eğitim’den okula kayıt yaptırmanızda bir sakınca olmadığına dair resmi belge alın.”
Ailenin başvurusunu İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü değerlendirmiş. İl Mili Eğitim Müdürlüğü, resmi yazısında, 1923 yılından bu yana ‘Vukuatlı’ nüfus kayıtlarında gizli soy kodu bulunduğundan bahisle, “Adı geçen öğrencinin velisinin ilgili nüfus ve vatandaşlık müdürlüğünden nüfus kayıt örneğinde gizli soy kodunun 2 olması halinde kaydının yapılabileceği” yanıtını vermiş.
***
Bu resmi yazı ve Agos’un haberiyle anlaşıldı ki, Rumlar 1, Ermeniler 2, Yahudiler 3 rakamıyla kodlanmışlar, yani aslında fişlenmişler.
Anlaşıldı ki, 90 yıldır numaralandıklarından ne gayrimüslim yurttaşların haberi vardır ne de ömrünü azınlık araştırmalarına ve hukuk mücadelesine vakfetmiş bilim insanlarının.
Bu arada, Radikal gazetesinden İsmail Saymaz’ın haberiyle anlaşıldı ki, mevzuatta azınlık sayılmayan Süryaniler 4 rakamıyla, İslamiyet dışındaki öteki inanç toplulukları da 5 rakamıyla kodlanmaktadırlar.
Kim bilir belki Kürtler ve Aleviler de benzer şekilde numaralıdırlar.
Kim bilir, mesela Rum anne ve Ermeni babadan doğma çocuk hangi rakamla kodlanmıştır. Rakamlarla bu denli haşır neşir devlet mutlaka bir formül bulmuştur!
***
İçişleri Bakanlığı, uygulamanın fişleme olmadığını savunuyor; kodlamanın Lozan Antlaşması’nın gereği olduğunu öne sürüyor. Bakanlığın açıklamasına göre, azınlık okullarında sadece azınlık mensuplarının çocukları okuyabilir. Kaydı yapılacak çocuğun azınlık mensubu olup olmadığının belirlenmesi için, Milli Eğitim Bakanlığının talebi üzerine, Osmanlı dönemi nüfus kütüklerindeki milliyet veya ırk ifade eden bilgilerden yararlanarak azınlık vatandaşların soy durumları Milli Eğitim Bakanlığına veriliyor. Gelgelelim, İçişleri Bakanlığı kodlamayı Lozan Antlaşması’nın gereği diye savunsa da, Lozan’ın metninde kodlamaya ilişkin bir ifade bulunmuyor. Yani kodlamanın yasal bir dayanağı yok.
Dahası, kodlama niçin gizli tutuluyor?
Milli Eğitim dışında başka hangi resmi kurumlar (örneğin emniyet ve istihbarat örgütleri) gizli kod bilgilerine ulaşabiliyor?
Müslümanlaşmış dördüncü beşinci kuşaktan insanların nüfus kayıtlarında bile niçin hâlâ gizli soy kodu var?
Bakanlığın açıklamasında bu soruların hiçbirine yanıt yok.
UTANÇ VERİCİ YANITLAR
Bu soruların resmi yanıtı olmasa da uygulamada utanç verici yanıtları fazlasıyla var.
Soy kodu deyimi zaten soykırım sözcüğünü çağrıştırıyor. Ayrıntılı bir analiz ve yanıt, 1895’e 1915’e kadar gitmeyi, unutulması mümkün olmayan vahşet pratiğiyle yüzleşmeyi gerektiriyor. Yani halkların birbirlerine kırdırıldığı savaşlarda Müslüman Türk varlığı Balkanlardan kazınırken Anadolu’da binlerce yıldır yerleşik Hristiyanların tehciri/soykırımı, din değiştirmeye mecbur edilmesi, korkutulup kaçırtılması, kaçanların mallarına el konması, kalanların bir bakıma rehin tutulması, “Vatandaş Türkçe konuş!” baskısı, Trakya’da Yahudi pogromları, 6-7 Eylül 1955 tarihli Vandalizm, Hrant Dink cinayeti…
Bunlar ilk akla gelenler ki, her biri utançtan yerin dibine girmeye yeter.
Ve bu vahşet pratiğinin devamı olarak, devletin kurucu belgesi Lozan Antlaşması, özel olarak gayrimüslimlerin (Mütekabiliyet ilkesi uyarınca Yunanistan’daki Müslüman azınlığın) haklarını da düzenlemiş. Din ayrımı olmadan kanun önünde eşitlik, kamu hizmet ve görevlerine kabul edilmede ayrımcılık yasağı, basın yayın, siyaset, ticaret, eğitim hayatında ve mahkemelerde kendi dilini kullanabilme hakkı, serbestçe seyahat ve yerleşme hakkı vs. Yürürlükteki Anayasanın 10’uncu maddesi de herkesin kanun önünde eşit olduğunu söylüyor. Gelgelelim, Lozan Antlaşması ve Anayasa böyle dese de hayat kağıt üstündeki kanunların dediği gibi yaşanmıyor. Azınlık mensuplarına yapılan ayrımcılık ortada. Vergi veriyorlar, seçimlerde oy kullanıyorlar, askerlik de yapıyorlar; ama sadece üniversitelerde memur olabiliyorlar; subay, astsubay, polis, diplomat, hakim, savcı olamıyorlar. Hatta askerdeyken öldürülseler Müslüman olmadığı için şehit sayılmıyorlar. Şu an Mecliste de gayrimüslim milletvekili olarak sadece BDP listesinden seçilen Mardinli Erol Dora var.
Aslında ayrımcılık sadece azınlık mensuplarıyla sınırlı değil. Müslüman kabul edilen Kürtler ve Alevilerin gayrimüslim azınlıklar kadar yasal hakları da yok. Elbette kamu görevlerine girmede azınlıklara göre daha şanslılar; ama Türk ve Sünni Müslüman kimliği altında. Eğitim, basın yayın, siyaset ve inanç alanında kendilerini gerçekleştiremiyorlar.
Ve aslında devletin gayriresmi dini Sünni Müslümanlık da Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle güdüm altında. Şimdi İslamcı partinin iktidarında resmi din ilan edilmesine pek bir şey kalmadı.
Ve elbette Türk, Müslüman, Kürt, Alevi, Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani, ne olursa olsun, emekçi ve yoksul olup hukuk dışı uygulamayla karşılaşmayan vatandaş yok gibi. Bu bağlamda, kamu görevlerine girmede etnik ve dinsel ayrımcılık kalksa, herkesin kendi inancında serbestçe korkusuzca ibadet özgürlüğü sağlansa bile ne olacak ki? Sınıfsal ayrımcılık hâlâ sürecek, her dil ve dinden emekçiler sürünmeye devam edecek. Sınıfsal ayrımcılık ancak sermayedar sınıf iktidarının alaşağı edilmesiyle sona erecek. (Söz buraya gelmişken espri yapma hakkımı kullanayım: Ölme eşeğim ölme!)
evrensel.net
 

Yorumlar kapatıldı.