Berkant Çağlar
Prof. Ahmet İçduygu, Türkiye’nin göç politikalarından AB ile ilişkilerdeki Geri Kabul ve Vize Kolaylaştırma anlaşmaları gibi noktalara uzanan bir çerçeve içinde göçün bu topraklardaki yeni anlamını anlattı…Bir yandan, Türkiye‘nin çevresinde yaşayan Türk ve Müslüman nüfusun Türkiye’ye gelmesinin cesaretlendirilmesi vardı. Öte yandan, Türkiye’de gayrimüslimlerin gönderilmesi demeyim ama bazen ona da yakın politikalar vardı, onların da gitmesi cesaretlendirildi. Varlık Vergisi, İskan Kanunu, 6-7 Eylül olayları, Kıbrıs bahane edilerek gayrimüslimlere İstanbul’da saldırılar olması, 64’te yine Kıbrıs olayı bahane edilerek 12 bin tane kadar Rum’un bir gecede Yunanistan’a gönderilmesi gibi olaylar yaşandı. Bütün bunlar gayrimüslimlerin Türkiye’de kalma cesaretini kırıyordu. Kıbrıs dönemine kadar İstanbul’da daha çok gayrimüslim vardı. Bunun en belirgin örneklerinden birisi, Rum nüfusu Türkiye’de artık yok denecek kadar az. Mübadele olduktan sonra bile yüz bine yaklaşan nüfus, bugün 1500’e düşmüş durumda. Şu tahmin ediliyor; eğer bu politikalar olmasaydı kısacası göç olgusu olmasaydı şu anda 100-150 bin olan Türkiye’deki gayrimüslim nüfus 2 milyona yakın olacaktı. 80 ihtilali gayrimüslimleri de etkiledi. Askerliklerini yapmadıkları için binlercesi Türk vatandaşlığından çıkarıldı.
***
Prof. Ahmet İçduygu Türkiye’nin göç politikalarından AB ile ilişkilerdeki Geri Kabul ve Vize Kolaylaştırma anlaşmaları gibi noktalara uzanan bir çerçeve içinde göçün bu topraklardaki yeni anlamını anlattı.
Berkant ÇAĞLAR
İstanbul – BİA Haber Merkezi 10 Ağustos 2013, Cumartesi 00:00
Ahmet İçduygu, Koç Üniversitesi Göç Araştırmaları Uygulama ve Araştırmaları Merkezi (MiReKoç)’nin müdürü, aynı zamanda Koç Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapıyor.
Profesör İçduygu’nun Türkiye’de göç üzerine yaptığı ve öncülük ettiği onlarca akademik çalışma mevcut.
Türkiye‘de ve dünyada göç konusunun önemi giderek artmaya başladı. Türkiye’de bugün yarım milyonun üzerinde Suriyeli sığınmacı olduğunu biliyoruz. Farklı göçmen akımları Türkiye’nin gündeminde önemli bir yer teşkil ediyor.
Geçtiğimiz hafta Ege Denizinde batan bir bot içinde farklı ülkelerden gelen 24 kişi hayatını kaybetti. En son Nisan 2013’te ‘Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’ çıkarıldı.
İçduygu’ya gelecek yıl 10. senesini kutlayacak olan MiReKoç’u sorduk ve kendisiyle Türkiye’nin göç politikaları, dünyadaki göç ile ilgili trendler ve sosyal hareketler-göç ilişkisi üzerinden bir söyleşi gerçekleştirdik.
MiReKoç nasıl, hangi amaçlarla kuruldu?
MiReKoç 2004 yılında kuruldu. Uluslararası göç konuları son 10-15 yılın içerisinde, yani küreselleşme dediğimiz süreçte bütün ülkelerde önem kazanmaya başladı.
Türkiye tarihine baktığımızda da bu tarihin göçlerle iç içe geçtiğini biliyoruz. Yakın zamana kadar bu önemine rağmen akademik alan olarak göç çalışmaları Türkiye’de gelişmemişti. Bunu gözönünde bulundurarak, MiReKoç, Koç Üniversitesi’nin girişimi ve merkezi Zürih’te bulunan Nüfus Göç ve Çevre Vakfı’nın (BMU) sağladığı bir fon ile göç üzerine bilimsel çalışmaları geliştirmek amacıyla kuruldu.
Türkiye tarihine baktığımızda, cumhuriyetin kuruluşundan beri göç çok önemli. Örneğin, Ermeni Tehciri, Yunanistan ve Türkiye arasındaki nüfus değişimi, Balkanlardan gelen göçler, 60’larda Avrupa‘ya işçi göçü gibi konular var. Bugün, 5 milyon kadar T.C. vatandaşı ya da Türkiye kökenli insanın, Avustralya’dan Avrupa’ya, oradan Amerika ve Rusya’ya, birçok farklı ülkede yaşadığını biliyoruz.
İlk başta kuruluş misyonumuz, aldığımız fon ile birlikte, göç alanında Türkiye üzerine çalışan akademisyenlerin bu konuda araştırma yapabilmesi için bir alan açmaktı. 2004’ten 2010 yılına kadar her sene Türkiye ile ilgili araştırma yapan akademisyenler bu fondan yararlanmak için bize başvurdu.
Uluslararası komitemiz gelen araştırma önerilerini objektif olarak değerlendirdi ve araştırmacılar yaklaşık toplam bir milyon dolar bütçesi olan bu araştırma projesinden yararlanmış oldular. Türkiye’den Amerika’ya göç, Türkiye’ye gelen Afrikalılar, Viyana’da yaşayan Türkler, iç göç gibi konulara değinen 44 araştırma MiReKoç fonu sayesinde gerçekleşmiş oldu.
Bu araştırmalar kitap olarak yayınlanmaya başladı. 2013 yılı sonunda toplam 6 kitapta bu araştırmalar yayınlanmış olacak.
Türkiye göç açısından nasıl bir konumda?
60’lardan bu yana Türkiye yurtdışına göç veren bir ülke olarak biliniyordu. Şimdi ise, Türkiye, ekonomik dönüşüm, küreselleşme, liberalleşme ile birlikte göçmenleri çekmeye başladı ve Türkiye’de bugün yabancı nüfus oluşmaya başladı.
İstanbul kentinde binlerce yabancı işçi ve şirketlerde çalışan profesyonel başka ülke vatandaşları var. Akdeniz kıyılarında “emekli göçü” dediğimiz bir olgu görüyoruz. Örneğin, bugün bütün üniversitelerde artık değişim öğrencileri var, Koç Üniversitesi’nde verdiğim derslerin yarısından fazlasında değişim öğrencisi var.
Türkiye aynı zamanda transit dediğimiz bir geçiş ülkesi. Afrika ya da Ortadoğu’dan gelenler Türkiye‘yi köprü olarak kullanıyor. Bodrum, Akdeniz, İzmir civarında kaçaklar şişme botlara bindirilip Ege Adalarına geçiriliyorlar. Amaçları ise Avrupa’ya geçmek.
Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinde göç tartışması önemli. Bu çerçevede iki anlaşma imzalanmaya çalışılıyor, biri Geri Kabul anlaşması, diğeri de Vize Kolaylaştırma Anlaşması.
Örneğin, Geri Kabul Anlaşması ile birlikte, eğer, bir Afgan, Türkiye üzerinden Almanya’ya giderse ve orada yakalanırsa Türkiye’ye gönderilecek, Türkiye de bu kişiyi Afganistan’a geri gönderecek. AB göçten korktuğu için göçmenleri geldikleri ülkelere geri göndermeye çalışıyor.
Geri Kabul Anlaşması karşılığında da Vize Kolaylaştırma Anlaşması ile TC vatandaşlarına AB ülkelerine önce kolay vize sonra da vizesiz seyahat imkanı tanınacak.
AB’de Türkiye’den milyonlarca insan gelecek diye bir korku var. Bu AB üyelik tartışmalarında da öne çıkıyor.
Türkiye’nin göç politikalarına yaklaşımı nasıl?
Türkiye’nin göçle ilgili erken politikaları ulus-devlet yaratma projesiyle paralel ilerliyordu. Ulus devletlerde farklı dinlerden, dillerden insanların dışarıya göçü cesaretlendirilir.
Kendi etnik kökeninizden ve aynı dinden insanların içeri göçü desteklenir. Bu anlamda 1934’te bir İskan Kanunu var bunu düzenleyen.
Bir yandan, Türkiye‘nin çevresinde yaşayan Türk ve Müslüman nüfusun Türkiye’ye gelmesinin cesaretlendirilmesi vardı. Öte yandan, Türkiye’de gayri müslimlerin gönderilmesi demeyim ama bazen ona da yakın politikalar vardı, onların da gitmesi cesaretlendirildi.
Varlık Vergisi, İskan Kanunu, 6-7 Eylül olayları, Kıbrıs bahane edilerek gayrimüslimlere İstanbul’da saldırılar olması, 64’te yine Kıbrıs olayı bahane edilerek 12 bin tane kadar Rumun bir gecede Yunanistan’a gönderilmesi gibi olaylar yaşandı. Bütün bunlar gayrimüslimlerin Türkiye’de kalma cesaretini kırıyordu.
Kıbrıs dönemine kadar İstanbul’da daha çok gayrimüslim vardı. Bunun en belirgin örneklerinden birisi, Rum nüfusu Türkiye’de artık yok denecek kadar az. Mübadele olduktan sonra bile yüz bine yaklaşan nüfus, bugün 1500’e düşmüş durumda.
Şu tahmin ediliyor; eğer bu politikalar olmasaydı kısacası göç olgusu olmasaydı şu anda 100-150 bin olan Türkiye’deki gayri müslim nüfus 2 milyona yakın olacaktı. 80 ihtilali gayrimüslimleri de etkiledi. Askerliklerini yapmadıkları için binlercesi Türk vatandaşlığından çıkarıldı.
Göç alan Türkiye
80’lerle birlikte Müslüman ve Türk olmayanlar Türkiye’ye gelmeye başladı. Rusya, Afganistan’ı işgal etmişti. İran’da rejim değişikliği oldu. Irak’tan ise Kürtler Saddam’ın baskısından uzaklaşmak için Türkiye’ye gelmeye başladılar. Rusya, Ukrayna, Romanya, Bulgaristan ve Polonya’dan da insanlar geliyordu.
70’lerde, Türkiye’de elektronik cihazlar çok nadirdi. Bavul ticareti yapanlar, elektronik cihazları getirip Kapalıçarşı’da satıp deri çeket alıyor, onları da ülkelerinde satıyorlardı. Bu daha sonra ciddi bir bavul ticareti göçüne döndü. Bir kısmının eşleri de gelip temizlik işlerinde çalışmaya başladı.
Bu göçmenlerin Türkiye’de fuhuş ve eğlence sektöründe çalıştıkları ağırlıklı olarak konuşuluyor ama ev işlerinde, yaşlı ve çocuk bakımında, tekstil sektöründe, bazen geçici işçi olarak tarımda çalışıyorlar.
Türkiye’de işsizlik olmasına rağmen, göç, ucuz işçi talebi sebebiyle göçmenleri buraya çekmeye başladı. Orta Asya, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya ve Ukrayna’dan Türkiye göç almaya başladı. Avrupa’dan yaşlıların, yani emeklilerin göçü oldu. İstanbul ise profesyonellerin geldiği bir şehir oldu.
Türkiye’deki yasal gelişmeler
Bu yıl Türkiye’de “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Yasası” adında yeni bir yasa çıktı. Sığınma talebi ile gelenler ve her türlü yabancının Türkiye‘ye gelişi ile ilgili yeni bir sistem oluşturuldu.
Bu dünyadaki günümüz uygulamalarına uyumlu, liberal ve olumlu gelişmeler getirecek bir yasa. Bu işi yönetmek için yeniden bir bürokrasi oluşacak. Türkiye’de bu kadar çok gelen insana cevap verecek bir bürokrasi yok. İçişleri Bakanlığı’nda yeni bir birim oluşturuluyor.
Türkiye artık göç almaya başladığını kabul etmeye başladı; bu yasanın özü de o. Göçmenlerin entegrasyonu nasıl olur?
Türkiye‘ye nasıl uyum sağlayabilirler tartışılmaya başlandı. Bu yasa ilk defa Türkiye‘ye gelenlerin de uyum sorunu olacağını söylüyor. Türklerin yabancılara nasıl baktığı ile ilgili de sorunlu bir alan var. Batı anlamında bir ırkçılık yok ama özellikle Afrikalılara, ırkçılığa yakın bir yabancı farklılığı düşüncede var. Özellikle Afrikalılar bundan ciddi şekilde endişe ediyor.
Demografik değişim
Doğurganlık azalıp ve gelişmiş ülkelerde ömür uzayınca; nüfusun yaşlanması sorunu oluşuyor. Genç ve çalışan nüfusun oranı azalırken çocuk ve yaşlı nüfus bir yük gibi düşünülecek. Bütün dünyada çalışan nüfusun oranı azalacak, yaşlıların oranı artacak.
Bunun anlamı nedir? Emeklilik yaşları yukarı doğru itilecek çünkü insanlar daha sağlıklı olmaya başladı. Sarkozy, bu sistemi getirmeye çalıştı ve seçimi kaybetme nedenlerinden biri buydu. Ya bu politikalar uygulanacak ya da 2050 yılında Avrupa sokağında yaşayan her iki kişiden biri 50 yaşın üzerinde olacak. Yaşlar ve sağlık ile ilgili mesleklerin önem kazandığını biliyoruz çünkü bu bir sektör olacak. Yaşlılık sorununu çözmek için işgücüne ihtiyaç olacak.
2050 yılında Türkiye’de de nüfus yaşlanmaya başlayacak. Başbakanın “üç çocuk yapın” demesine rağmen böyle politikaların nüfustaki azalma eğilimini değiştirmekte sınırlı kalacağı bilinmekte.
Bu siyasi girişimler bir miktar tutabilir fakat kadınlar modern toplumlarda daha çok okuyacaklar, eğitimin içinde daha çok kalacaklar ve geç evlenecekler. Kadınlar eğitimin içinde çok kaldıkları ve çalıştıkları için doğurganlıklarını erteleyecek ya da çocuk yapmayacaklar.
Bu nüfus dönüşüm sürecinde, göç konuları yakın zamanda daha çok önem kazanacak. Dünyanın bir yerinde daha fazla, bir yerinde daha az nüfus olacak.
Önümüzdeki yüzyılın içerisinde, Afrika’dan kesin olarak dünyanın bir çok köşesine göç olacak. Türkiye’de bulunduğu konumla bu süreçten çok etkilenecek.
Son dönemde artan sosyal hareketler, mesela Arap Baharı, bir hareketlilik yaratacak mı ülkeler arasında?
Göçün kavramsal olarak anlamı değişti. Göç çalışmalarında bir de mobility (hareketlilik), coğrafi hareketlilik kavramı önem kazandı. Genç nüfusun oranının artması, siyasi hareketliliğin de artmasını sağlıyor.
Hareketlilik olaylarına baktığımızda genelde biz göçü yaş bağımlı bir sosyal fenomen olarak değerlendiririz çünkü gençler daha çok hareket halindedirler. Kuzey Afrika’da olan olayda da bir açıdan göçün, hem kendi nedeni hem de sonucu olarakta kısa dönemde etkisi oldu.
Gelen sığınmacıların etkisiyle İtalya ve Fransa Schengen’i tartışmaya başladı. Suriye’den Türkiye’ye yönelen sığınmacı akını da Türkiye’de birçok toplumsal, ekonomik ve siyasi konuyu toplumuzun gündemine taşıdı, tartışmalar başladı. (BÇ/YY)
http://www.bianet.org/biamag/diger/149013-gocmenlesen-turkiye-ve-dunya
Yorumlar kapatıldı.