Çevre hakkı, 20. yüzyılın ikinci yarısında gündeme gelen ve üçüncü kuşak insan hakları arasında yer alan insan haklarından birdir. “Çevre” tüm hakların kullanılabileceği yaşam ortamını ifade ettiğinden çevre hakkı tüm hak ve hürriyetlerin varlık ve geçerlik şartıdır. Haklar ancak yaşanabilecek bir ortamda kullanılabilir.”
***
Değerli Okurlar,
Ağaçların, parkların, ormanların, kısaca çevrenin korunması konusu güncel sorunlar arasında. Çevrenin korunmasıyla ilgili girişimler, protesto ve gösteriler genellikle özgürlükler çevresinde değerlendiriliyor ama çevre hakkı ile ilgili değerlendirmelere pek rastlanmıyor. Bu yazının amacı insan hakları arasında yer alan çevre hakkı konusunda bilgi vermektir.
Çevre Hakkı
Çevre hakkı, 20. yüzyılın ikinci yarısında gündeme gelen ve üçüncü kuşak insan hakları arasında yer alan insan haklarından birdir. Birinci kuşak insan hakları, klasik haklar da denilen, özgürlük sisteminin yarattığı bireyci ve liberal görüşten kaynaklanan haklardır.([i]) İkinci Kuşak haklar, eşitlik isteminin yarattığı sosyal ve müdahaleci devlet görüşünden kaynaklanan ekonomik, sosyal ve kültürel haklardır.([ii]) Üçüncü Kuşak haklar ise, dayanışma isteminin yarattığı, kolektif haklar da denen dayanışma haklarıdır.([iii]) ” Üçüncü kuşak haklar 20. yüzyılın ikinci yarısında, özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin talepleriyle ortaya çıkan haklardır. Bu haklara kolektif ya da dayanışma hakları da denir. Ulusların siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel geleceklerini belirleyebilme hakkı, sosyal gelişme ve kalkınma hakkı, çevre hakkı, doğal kaynaklardan yararlanma hakkı gibi haklardır.” ([iv])
Çevre hakkının konusu, bütün canlılar, bu canlılarla ilişkili olan cansız varlıklar ile canlı ve cansız varlıkların karşılıklı ve sürekli ilişkileri ile meydana gelen ekosistemlerin korunmasıdır. Dünya ekosistemleri ya da ekosferleri, atmosfer (hava), hidrosfer (Su), litosfer (toprak) ve biyosferden (Canlılar) oluşur. Ekosistemlere zarar vermeden, doğal kaynakları tüketmeden, gelecek kuşakların kalkınmasına olanak verecek şekilde kalkınmanın planlamasını amaçlayan sürdürülebilir kalkınma ilkeleri de çevre hakkının konusudur. “Çevre hakkı, doğal ortam ve yaşam koşullarına olumsuz etki ve zararları önlemek ve cezalandırmak amacıyla özellikle devletlerin gerekli önlemleri alma ve daha genel biçimde, her insanın sağlıklı ve ekolojik olarak dengeli bir çevre hakkına saygı içinde eşya ve malların kullanımını düzenleme yükümlülüğünü öngörür.”([v]) Yaşanabilir çevrenin korunması, en temel hak olan canlıların yaşam ve var olma hakkının varlığı için şarttır.
Kolektif ya da dayanışma hakları, toplum tarafından kullanılan ve toplumsal dayanışmayı gerektiren haklardır. Sanayi devrimi, teknoloji ve bilimdeki gelişmeler, şehirleşme ve sürekli artan nüfus nedeniyle, başta enerji ve gıda ihtiyacı olmak üzere doğan ihtiyaçlar nedeniyle yaşanılabilir çevre sürekli tehdit altındadır. Sürdürülebilir kalkınma yerine, ne pahasına olursa olsun sanayileşme ve kalkınmanın hedeflenmesi büyük çevre felaketlerine yol açmakta, yaşanılabilir çevre tehdit edilmektedir. İnsanlığın kazanma hırsı, doğayı kirletmekle kalmıyor, pek çok canlı türünün yok olmasına, pek çoğununda yok olma sınırlarına gelmesine neden oluyor. “Çevreyi daha çok ekonomik güçler veya kamu kuruluşlarının kirlettiği göz önüne alındığında, bireysel ölçüde çözüm bulmanın güçlüğü açıkça görülür.”([vi])
“Çevre hakkını uygulamaya koyma sorunu ise, usule ilişkin hakları gündeme getirmektedir. Önleyici önlemlerden hareketle çevrenin iyi durumda muhafaza edilmesi ya da iyileştirilmesi konusunda özellikle üç usuli hakkın tanınması gerekir: Bilgilenme hakkı, katılma hakkı ve başvuru hakkı. Bilgilenme hakkı, kişilerin ve ilgililerin, çevreyi bozma riski bulunan proje ve programlardan haberdar edilmesidir.Katılma hakkı ise, kişi ve toplulukların çevre konusunda alınacak karalara katılabilmeleri (kanaat açıklama, karşı çıkma, birlikte karar alma)’dir. Başvuru hakkına gelince, çevrenin bozulması veya ilgili kuralların ihlali durumunda birey ve grupların, idare ve yargı makamları önünde başvuru hakkı tanınması anlamına gelir.”([vii])
“Çevre hakkı ile ilgili çalışmaların ilki 1913 yılında yapılan Bern Konferansıdır. Tabii manzaraların korunması hakkındaki bu konferansı, 1923 Paris ve Londra’da yapılan konferanslar izlemiştir. Bundan sonra da birçok devletler arası toplantılar tertip edilmiştir. Bu toplantıların ana konusunu daha çok tabiatın, tabii bitki örtüsünün, vahşi hayvanların, kültür varlıklarının korunması oluşturmuştur.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, dünya üzerinde meydana gelen olayların ve genel durumun da etkisiyle, dünya topraklarının durumu ile ilgili toplantılar yapılmış, 1965 yılında Birleşmiş Milletlerin ihtisas kuruluşlarıyla bağlantılı danışma kurulları kurulmuştur. 1970 yılında Tabiatın Korunması Hakkında Avrupa Konferansı tertip edilmiştir.”([viii])
“1968 Tahran Bildirgesi’nde belirtildiği gibi “İnsan hakları ve temel özgürlükler bölünmez olduğundan, ekonomik, sosyal ve kültürel haklar tanınmaksızın, kişi hakları ve siyasal hakların tam olarak gerçekleşmesi mümkün değildir.” Bu nedenle insan haklarının sınıflandırıp sıralanması birbirleri ile ilişkilerinin olmadığı anlamına gelmez. “Çevre” tüm hakların kullanılabileceği yaşam ortamını ifade ettiğinden çevre hakkı da bütün bu ayrımlara karşın tüm hak ve hürriyetlerin varlık ve geçerlik şartıdır. Haklar ancak yaşanabilecek bir ortamda kullanılabilir”([ix])
“Çevrenin korunması ve çevre kirliliği ile ilgili olarak bütün uluslararası gelişmelerin yanında birleşmiş Milletler Teşkilatı içinde de 1971 yılında bazı çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.1973 yılında bu çalışmalar “Çevre İçin Birleşmiş Milletler Programı”nı meydana getirmiştir. Halen bu çalışmalar kısa adı UNEP olan kuruluş tarafından yürütülmektedir. 1972’de Stockholm’de düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre Konferansının sonunda, Dünya Çevre Sorunları ve çevrenin korunması konusunda çok önemli bir bildiri yayınlanmıştır.”([x])
Birleşmiş Milletler, konferansa katılan 133 ülkenin oy birliği ile aldığı kararla, 5 Haziran günü Dünya Çevre Günü kabul edilmiştir. Bütün Dünyada 5 Haziran günü Dünya Çevre Günü olarak kutlanmakta, Türkiye gibi bazı ülkelerde 5 Haziran haftasını Dünya Çevre Haftası kabul etmektedir.
“Stockholm Konferansı’nda ilk kez kabul edilen “çevre hakkı” çevrenin “herkesin ortak varlığı” olduğu temeline dayalı “eşitlik” ilkesinde yükselen bir haktır. Bu hakla ulaşılmak istenen, doğayı sömürü değil, uyum temelinde bugünkü ve gelecek kuşaklar için yaşamaya elverişli kılarak herkesin ondan eşit yararlanması hedefidir. Çevre hakkı ile diğer haklar arasında görülen çatışmalar, çevre hakkının, yani insanın var olma ve yaşamını sürdürme hakkının yararına dengelenmelidir. Çünkü “çevre hakkı genel çıkarları özel çıkarların önüne geçirmiştir.” İnsan haklarının evrimi de bu yönde bir eğilim göstermektedir.”([xi])
Daha sonra 1984 yılında Tokyo Konferansı tertip edilmiş ve bu konferansın sonucunda yayınlanan bildiride ise “Gelişme kavramı yeniden gözden geçirilmeli ve her ülkenin ekonomik gelişmesi, kaynakların korunması ve arttırılması dikkate alınarak gerçekleştirilmelidir. İktisadi büyümede, sadece iktisadi geliştirme göstergeleri değil, aynı zamanda tabii kaynakların korunması, hastalıklarla mücadele edilmesi, kültür miraslarının korunması gibi konularla da ilgilenilmelidir. Temiz hava, su, orman, toprak gibi çevre kaynakları korunmalı, dengeli bir nüfus artışı sağlanmalıdır. Bütün ülkelerde teknolojik gelişmeler, çevre faktörlerine önem verecek şekilde yönlendirilmelidir.” deniliyor.
1992 Rio de Janerio’da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda kabul olunan (United Nation Framework Convention on Climate Change -UNFCCC) Rio Deklarasyonu’nun([xii])10. maddesi ise çevre hakkının uygulanması için gerekli katılımı, bilgi edinmeyi ve başvuru haklarını not etmektedir: “Çevresel konular her düzeyde ilgililerin katılımını gerektirir. Ulusal düzeyde, bireyler kamu otoritelerinin elinde bulunan, yerleşimlerindeki sağlığa zararlı maddeler ve faaliyetler de dahil olmak üzere, çevre ile ilgili bilgilere erişme ve karar verme süreçlerine katılabilme fırsatlarına sahip bulunmalıdır. Ülkeler geniş bir biçimde bilgi sağlayarak kamu duyarlılığını ve katılımını teşvik etmeli ve kolaylaştırmalıdır. Tashih ve tazmin talebi de dahil olmak üzere adlî ve idarî işlemlere başvurma hakkı sağlanmalıdır.”
Stockholm Konferansı’ndan Rio Konferansı’na uzanan, 20 yıllık dönemde, bazı uluslararası belgelerde de katılıma ilişkin maddeler yer almaktadır. Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun Çevre Hukuku Uzmanlar Grubu tarafından kabul edilen “Çevre Koruma ve Sürdürülebilir Kalkınma Hukuku İlkeleri” öneri özetinin “Ön İhbar, İmkân ve Süreç” başlıklı 6. maddesi devletlere bu konuda yükümlülükler getirmiştir. Maddeye göre, “Devletler plânlanan bir faaliyetten önemli ölçüde etkilenebilecek bütün kişileri zamanında haberdar edecek, onlara idarî ve kazaî süreçlere ulaşmada ve sürdürmede eşit hak tanıyacaktır.”
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı sonunda kabul olunan Helsinki Nihaî Senedi’nde (1992) bir çevre politikasının başarıya ulaşabilmesinin, bütün halk kategorilerinin ve toplumsal güçlerin, sorumluluklarının bilincinde olarak çevreyi koruma ve iyileştirmeye yardımcı olmalarına bağlı olduğu belirtilmiştir. Paris Şartı, çevre konusunda halkın bilgilendirilmesini, çevreyi düzeltici girişimlerde bulunabilmenin önkoşulu saymaktadır. Helsinki Belgesi’nde ise: devletler, çevre plânlaması ve karar alımında katılımı sağlamak için uygun adımlar atmayı taahhüt etmektedir.
“Çevresel Konularda Bilgiye Erişim, Çevresel Karar Verme Sürecine Halkın Katılımı ve Yargıya Başvuru Sözleşmesi” 23-25 Haziran 1998 tarihleri arasında Danimarka’nın Aarhus kentinde düzenlenen “Avrupa İçin Çevre” konulu Bakanlar Konferansı’nda imzaya açılmıştır. Sözleşme ile getirilen en önemli hüküm; “Yargı yoluna başvurma” maddesidir. Bu madde ile; bilgiye ulaşmak isteyen kişilerin taleplerinin yanıtsız bırakılması, haksız yere kısmen ya da tamamen reddedilmesi, yetersiz yanıtlanması ya da bu Sözleşme’de öngörüldüğü biçimde bir işleme tâbi tutulmaması durumlarında, ilgilinin başvurusu üzerine mahkeme veya ulusal mevzuata göre oluşturulmuş tarafsız ve bağımsız bir organ önünde inceleme usulüne tâbi tutulması öngörülmektedir.
Bu hususta Türk Hukuk Sisteminde idarî yargıya başvuru koşulları, özellikle çevre ile ilgili davalarda diğer pek çok ülkeye göre oldukça ileri düzeydedir. İdare hukukunda Fransız sistemini benimsemiş olan ülkemizde, idarî yargı çevre sorunlarına ilişkin pek çok davada “menfaat ilişkisi”nin kapsamını geliştirmiş ve dava açma hakkını genişletmiştir.”([xiii])
21. yüzyılın çok geniş kapsamlı bir çalışma programı olarak Rio’da kabul olunan Gündem 21’in “Başka Grupların Rollerinin Güçlendirilmesi” başlığı altında kadınların, çocuklar ve gençlerin, yerli halkların, hükümet dışı örgütlerin aktif katılımına ilişkin hükümler yer almaktadır. Daha sonra 1997 yılında Japonya’nın Kyoto şehrinde bir araya gelen Birleşmiş Milletler ülkeleri, bu konuda daha somut adımların atılabilmesi için bazı girişimlerde bulunmuşlardır
Türkiye iç hukukunda da çevre hakkıyla ilgili pek çok düzenleme yapılmıştır. 1982 Anayasasının 56. Maddesinde Çevrenin Korunması başlığı altında şu hükme yer verilmiştir:“Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” Yine Anayasada çevrenin korunmasıyla başka hükümlere de yer verilmiştir. Anayasanın 43. Maddesinde deniz, göl ve akarsuların kıyılarından yararlanma ile ilgili hükümler yer alır. 44. Maddede Toprağın verimli olarak işletilmesi, erozyonun önlenmesi, orman ve yer altı varlıkların korunması ele alınmıştır.45. Madde tarım topraklarının azalmasını önlemekle ilgilidir. Devlet tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını önlemekle görevlendirilmiştir.
2872 Sayılı Çevre Kanununda Kanunun amacını şöyle tanımlıyor “bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır. Çevre Kanununu ile ilgili pek çok yönetmelik çıkarılmıştır.([xiv]) Ayrıca Orman Kanunu , Milli Parklar (Madde 14), Limanlar Kanunu (Madde 4-5), Köy Kanunu (Madde 13-14) vb kanunlarda çevre ile hükümler yer almaktadır.
Evrensel Beyannamede geniş ölçüde tanımlanan ideal toplumlara ulaşmak, gelecek nesillere daha mutlu, daha güzel bir dünya bırakmak, ancak yaşanabilir bir ortamın, yaşanabilir bir çevrenin varlığı ile mümkündür. Bu da ancak bütün insanlığın kolektif olarak, dayanaşarak öncelikle yaşanılabilir bir çevrenin korunması ve yaşatılması için çalışmasıyla mümkün olacaktır.
Murat Bebiroğlu / murat.bebir@gmail.com
Murat Bebiroğlu / murat.bebir@gmail.com
Temmuz 2013
[i]Birinci Kuşak Haklar: Hukuk önünde eşitlik, Etkili bir hukuk yoluna başvurma hakkı, Keyfi tutma yasağı, Adil yargılanma hakkı, Mahremiyet hakkı,Seyahat özgürlüğü, Sığınma hakkı, Vatandaşlık hakkı, Evlenme ve ailenin korunması hakkı, Mülkiyet hakkı, Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, İfade özgürlüğü, Toplanma ve örgütlenme hakkı, Katılma hakkı
[ii]İkinci Kuşak Haklar: Çalışma, adil gelir ve sendika kurma hakkı, Dinlenme hakkı, Eğitim hakkı, Kültürel yaşama katılma hakkı, Sağlık, beslenme ve konut hakkı, Grev ve toplu sözleşme hakkı.
[iii]Üçüncü Kuşak Haklar: Barış hakkı, Çevre hakkı, Halkların kendi kaderini tayin (self-determinasyon) hakkı, Gelişme hakkı, Herkesin insanlığın ortak mal varlığından yararlanma hakkı
[v]Çevre Hakkı- İbrahim Kabaoğlu-iletişim yayınları sayfa 13
[vi]Çavre Hakkı- s.20
[vii]Çevre Hakkı- S.14
[xiv] – Çevre Kirliliğini Önleme Fonu Yönetmeliği, – Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği, – Gürültü Kontrol Yönetmeliği, – Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği, – Gemi ve Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri İle Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmelik, – Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği, – Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği, – Tıbbî Atıkların Kontrolü Yönetmeliği, – Zararlı Kimyasal Madde ve Ürünlerinin Kontrolü Yönetmeliği, – Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği.
Yorumlar kapatıldı.