Halil Çamay
Süryani (Suryoyo) adı ilk defa ne zaman ve nasıl kullanıldığı; hangi kimlik ve tanımlara karşılık geldiği, Süryani araştırmaları uzmanları tarafından tartışma konusu olmuş ve çeşitli tezler ileri sürülmüştür. Bu tartışmalardan çıkan genel sonuçlara göre Süryani adı, Mezopotamya’da hüküm süren bir krala veya coğrafi bölgeye nispetle kullanılmıştır.
Bir görüşe göre Süryani adının Pers krallarından Koreş (M.Ö. 550-520) adından, başka bir görüşe göre Suriye ve Mezopotamya’da hüküm sürmüş, Antakya kentinin kurucusu, Aram kralı Suros’tan gelmiştir. Bu konudaki çeşitli tezlerden anlaşılıyor ki, ilk dönemlerde etnik bir tanımlama olan “Süryani” adı, daha sonra dinsel bir kimlik tanımlamasına dönüşmüştür.
M. Nesim Doğru’nun Süryanilerde Felsefe kitabı, Süryanilerin adı ve kökeni hakkında yapılan araştırmaları tespit ve tahlil etmek değil, Süryanilerin Grek, Pers ve İslam düşünceleri arasındaki felsefi etkinlik bakımından önemini ortaya koymaktır.
Süryanilerin felsefe tarihinde varlık göstermeleri, Helenizm denilen doğu ve batı düşüncelerinin kaynaştığı dönemlerde başlar. Süryaniler bir yandan Helenizm’in güçlü bir kolu olmuşlar, öte yandan doğu toplumlarının Helenleştirilmesine de karşı durdukları gibi, doğuda yaygın kehanet ve büyü gibi inançlara karşı da mücadele vermişlerdir. Süryaniler, çok sevdikleri ve hatta on üçüncü havari olarak gördükleri Aristoteles felsefesinde de inanç sistemlerine karşı olan unsurları ayırt etmiş ve teoloji alanına girmeyen mantık, retorik, hitabet gibi alet ilimleri daha çok benimsemişlerdir. Beş bölümden oluşan kitabın Süryani felsefesine ayrılan ilk bölümünde, Hristiyan felsefesi veya Hristiyan medeniyeti denildiğinde akla ortaçağ batı felsefesi geldiği ve Hristiyanlık mirasının oluşmasında Süryanilerin etkisi göz ardı edildiği konusunu ele alıyor. Süryani düşüncesini felsefe tarihindeki yerini belirlemek için bu düşüncenin tarihsel seyrinin temel basamaklarından bahsederken, öncelikle Süryani düşüncesine kaynaklık eden Aristotelesçiliğin yeni Platoncu bakış açısıyla yorumlandığı İskenderiye düşüncesine, ikinci olarak Mezopotamya’nın kuzeyinde kurulan Süryani düşünce okullarında görülen kristolojik (İsa Mesih’in bedeni ile ilgili tartışmalar sonucu ortaya çıkan felsefi literatür) tartışmaları ele alıyor. Helenizm’in aracılarından birisi olan Süryaniler, Helenistik kollar içinde etkisi en fazla olan ve Helenleşme sürecinin İslam dünyasına taşınmasında İskenderiye den sonra en güçlü kol olduğunu “Süryanilerde tercüme hareketi” adlı ikinci bölümde görüyoruz. Antakya, Urfa, Nusaybin, Cündişapur, Merv, Harran, Kınnesrin, Tikrit gibi Süryani okullarında, Süryani düşünürler faaliyet göstermiş ve Grekçe den Arapça’ya Arapça’dan Süryanice’ye gibi çeşitli dillerin tercümelerini yaparak Arap İslam dünyasına da Helenistik İskenderiye’ye de faydalı olmuşlardır. Örneğin; Emeviler döneminde Süryani hekim Maserceveyh tarafından İskenderiyeli bir doktorun Grekçe yazdığı ve sonra Süryanice’ye çevirdiği bir tıp eserinin Arapça’ya çevirdiği kitapta yer alan bilgiler içerisinde.
Sadece Hristiyan dininin propaganda merkezleri olmayıp, aynı zamanda içinde teolojik ve pozitif bilimler gibi bir çok biliminde okutulduğu Süryani kültür merkezleri olan, “Süryani okulları” başlıklı üçüncü bölümde; İskenderiye, Antakya, Ra’sül-Ayn, Urfa, Nusaybin, Kınnesrin, Harran, Cündişapur, Bağdat gibi bilinen başlıca Süryanilerin kuruduğu bu okullarda, Süryanilerin altın bir çağ yaşamış olduğunu ve kitabı mukaddesle birlikte Aristoteles ve Porfiryus başta olmak üzere filozofların ve yeni Platoncu bir çok düşünür ile Galen ve Hipokrat gibi büyük tıp bilginlerinin okutulduğunu anlatıyor. Örneğin; Süryani okullarının yaygılaştığı altıncı yüzyılda Nusaybin okulunda yetişmiş olan Bar Hadbşabo (Bar Had Bşabo)’ya ait “Mezopotamya’da Yüksek Okulların Kuruluş Amacı” adlı esere göre Tanrı, ilk insandan bu güne kadar okullar kurmuştur. Süryani okulları da tanrının kurduğu bu okulların en önemlisi arasında sayılmaktadır.
“Süryani filozoflardan örnekler” adlı dördüncü bölümde Süryani filozoflardan ve bu güne ulaşan eserlerinden bahsediliyor. “Bardaysan ve insan hürriyeti ile ilgili görüşleri” başlığında; en önemli Süryani filozoflarından Bardasya’nın “ülkelerin yasaları” adlı eserinin, Süryaniler Hristiyan olduktan sonra, Süryanice dilinde yazılan ilk eser olduğunu, Bardasya’nın bu eserinde, kader ve özgür irade gibi stoacı felsefe geleneğinin ve Babil-Kildani düşüncesinin astronomik görüşlerini içeren felsefi sorunlarını ele aldığını, tek tanrı inancını savunduğunu ve bu eseri platonun diyalogları gibi bir diyalog biçiminde yazdığını öğreniyoruz. Bardasya’nın sorgulamaları bir Hristiyan filozofa göre çok ilginçtir; “mademki tanrı var ve insanı yaratmıştır, üstelik insana emrettiği şeylerin yapılmasını da istemektedir, neden insanı emrettiği her şeyi yapan ve onun emirlerine karşı gelmeyen bir özellikte yaratmadı? Dünyada insanın dışındaki her varlık, özgürlükleri olmaksızın hareket halinde değiller midir ? O halde neden sadece insana günah işleme iradesi verilmiştir? Süryani toplumu İsa’nın bedeni üzerine (kristolojik) yapılan felsefi tartışmalar sonucu iki ayrı felsefi yol da ortaya çıkmıştır, Nesturilik ve Yakubilik. Nesturi düşüncesi, Pers düşüncesinin de etkisiyle şekillenerek dünyevileşme yolunda önemli mesafeler kat etmiştir. Buna karşılık Yakubi düşüncesi tanrısal ve insanı unsurun beraber olabileceklerini yadsıdıkları gibi, din ve felsefenin de beraberliklerini mümkün görmemişlerdir. Hristiyan din adamlarının evlenebilmeleri ve evlenememeleri de bu farklı görüşlerin ürünüdür. Süryani düşüncesinin Hristiyan felsefe tarihine olduğu kadar İslam felsefe tarihine de önemli oranda etkisi vardır. İslam dünyasının yayılmacı politikalarının en çok hissedildiği Abbasiler döneminde Bağdat ta bulunan Nesturi Süryanileri ile Titrek’te bulunan Yakubi Süryanilerinin bu etkileşimde büyük payı vardır. İslam devletleri döneminde, İslam düşüncesi ve felsefesine karşı durmuşlar, kendi inanç sistemlerinin rasyonel açıklamasını yapmışlardır. Ancak İslam düşüncesine karşı reaksiyoner durumları uzun sürmemiş, bir süre sonra İslam felsefesinin bir parçası oldukları gibi, felsefi yolculuklarının en parlak dönemi de İslam devletleri dönemidir. Her iki kolda İslam dünyasının başkenti Bağdat a taşınmışlar ve İslam dünyasının Grek bilim ve felsefesini alma iradesinin aracı unsurları olarak yerlerini almışlardır.
İsmini sıkça duyduğumuz Süryanilerin; ne zaman, nasıl ve tarih içerisinde neler yaşadıklarını, etnik bir tanımlama olan Süryani isminin nasıl dinsel bir kimlik tanımlamasına dönüştüğünü, etnisite ve din arasındaki bu tarihi geçiş sürecinin, nasıl tekrar edegelen bir seyir izlemiş olduğunu, Hristiyanlık söz konusu edilmediği takdir de, Süryani isminin tarihsel ve kültürel uzantıları nasıl göz ardı edildiği; Mardin Artuklu üniversitesi, felsefe bölümü öğretim üyesi M. Nesim Doru, belli ki geniş araştırmalar ve uzun çalışmalar sonucu kitaplaştırmış ve böyle önemli bir kaynak-eseri okuyucuya sunmuş.
http://www.birgun.net/life_index.php?news_code=1373098562&year=2013&month=07&day=06
Yorumlar kapatıldı.