İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

„Nor Bolis“ – Diyaspora ve Geri Dönüş

Suren Knolle-Akyüz
Diyaspora kavramı hakkında çok şeyler söylendi ve yazıldı. Görünen şu ki, Diyaspora üyesi bir kişi, belli bir miktardan fazla ve sürekli olarak, kim ve nereye bağlı olduğuna dair sorularla uğraşmaktadır. Bunun yanı sıra bir takım kavramsal karışıklıklara da rastlamaktayız. Ermeni Diyaspora’sının yanında mesela bir de „Türk Diyasporası“’ndan bahsedilmektedir.1

Globalleşmiş bir dünyada göç olayı temel sosyal bir unsurdur. Fakat bu genellemede Diyaspora gerçekliği kendine özgü belirleyici yapısını kaybetmekte. Bence, Ermeni Diyaspora’sını şu durum nitelemektedir: Kaybedilen vatana geri dönüş imkânsız kılınmaktadır ve bu kişisel bir kader olarak değil, bir toplu kader olarak belirginleşmektedir. Bu bakışta, Ermenistan Cumhuriyeti Devleti’nden gelen Ermeniler, Ermenistan’da yaşamadıkları taktirde diyasporada değillerdir. Onları „Dış Ermeniler“ olarak nitelendirebiliriz, çünkü onlar için geri dönüş esasen imkânsız değildir. Bu durumda bir „Türk Diyasporası“’ndan tamam ile konuşulmamalıdır.2
 Böyle irdelendiğinde, sadece ve sadece Batı Ermenistan’dan gelen Ermeniler Ermeni Diyasporası’nı oluşturmaktadırlar, ve bu onların Avrupa’da, Amerika’da yada
bugünün Türkiye’sinde yasamalarından bağımsız olarak. Neden?
Çünkü bir yandan onlar için bağımsız bir devlet var olmadığından, ki bu zorunlu olan ve ancak modern çağda bilinçlere yerleşecek devlet ve millet bağlantısı anlamına gelmektedir; çünkü öte yandan bağımsız bir devlet, yitirilmiş vatan için verilecek siyasal olgun bir cevap anlamına gelmekten öte, atalarımıza karşı işlenen soykırıma karşı da bir yanıttır, ki bu hiç bir zaman ve hiç bir şeyle tazmin edilemez, ama bu bağımsız devletin geleceğinde travmatik yaşantıları atlatmayı sağlayabilecek ve en iyi durumda, sırf bir uzak yansıtı olarak hatırlanabilecektir, İncil’deki Cennet’ten kovulma hikayesi gibi.
Ermeni Anklavları
„Diyaspora“ olarak adlandırdığımız uğursuz yaşam pratiği belli bir anlamda yatıştırılabilir yada yeni ve tazminsiz bir kaliteyle yaşamaya lâyık olabilir, eğer diyaspora kolektifi kapalı bir yerleşim bölgesinde bulunuyorsa. Böylelikle kendine öz ve canlı, etnik nitelikli bir kültür yaratma imkânını da elde etmiş olur.
Batı’nın göçmen toplumlarında, getolar ve paralel toplumlar, şiddet, geri kalmışlılık, serbest olmama ve kargaşanın ocakları olarak algılanmakta. Bu fikre baştan katılmak gerekmez. Egemen bir kültür bütün ötekilerini iktidarı ve kaynakları ele geçirme kavgasında en azından rekabetçi olarak görür ve kendiliğinden hiç bir zaman bunlara müsaade edip hoş görmez. Uyum tartışmalarını bu açıdan da sürdürmek mümkün.
Batılı toplumlar büyük etnik kültürler barındırmakta, ki bunları „geri kalmış anklavlar“ olarak nitelendirebiliriz. Öte yandan Batılı olmayan toplumlarda anklavlar bulunmakta, ki bunları „ilerici“ olarak nitelendirebiliriz. Bir genelleme yapacak olursak, diyebiliriz ki, toplumsal evrim ve yenileme nitelikli azınlıklar tarafından mümkün kılınabilir. Diyaspora anklavları, eğer işler sosyal yapıya sahiplerse, kimlikleri taşıyabilir ve geliştirebilirler. Örneğin, Lübnan’da, Marsilya’da, Paris bölgesinde veyahut Kalifornya’da Ermeni anklavları az ve çok güçlü sosyal yapılardır ve elbette beraberinde politik bir güce de sahiptirler.
Almanya’da bu tür Ermeni anklavları mevcut değil. Bu durumda, bu tür anklavları siyasi olarak talep ve teşvik etmek doğru olabilir, eğer yitirilen vatana geri dönüş programından vazgeçilmemişe. Fakat bu program halihazırda görünmemekte.
Asimilasyon ve Kültür Alışverişi
Göç, arzulanmış bir hedef olamaz, hele hele Diyaspora hiç değildir. Bu, kişiden müthiş bir uyum – işlevselin yanı sıra sosyo-kültürel – sağlama kabiliyeti ister, ki bunu becermek temelde olanak sızdır. Kimlikler bir şeyi seçer ve aynı anda da bir şeyi reddeder; ancak böylelikle belli bir kimlik olduklarını gösterirler. Olgunlaşmış kişisel bir kimlik için şu geçerlidir: Kişi, sağlıklı, özerk ve sorumluluk taşıyan bir kişidir ve tersine gönülsüz, pişman, şüpheci ve düşmanca bir kişi değildir.
Durum, zorunlu göçmen ve siyasi mülteci analitik modelinin karşıtlıklı, örneğin „turist“ veya „keşifçi bilim adamı“ modelinde tamamen farklıdır. Bu karşıtlıklı analitik modellerde de yolculuk ve yabancılık belirleyici unsurlar. Fakat asıl fark şu: Bu karşıtlıklı modellerdeki kişiler yabanda isteyerek ve geçici bir süre için yaşamaktalar. Onlar için bir geri çekilme, bir baz istasyonu, acil durum için işlevsel bir devlet var. Her iki gerçekliklerin – gönüllü ve zoraki göçmenlerin – ortak yanı şu: Her biri, kültür arabulucusu olabilir ve dünyanın güzelliklerini bir arada tadabilirler. Fakat zoraki göçmenler için bu ön planda değil. Bir turist kimliğini terk etmek zorunda değil, yolculuğu esnasında belli ön yargılarını yitirse bile – ve deneyim edinmek, kendinden bir parça değiştirmek anlamına gelse bile.
Eninde ve sonunda Batı toplumlarında yaşayan göçmenler için asimilasyon kaçınılmaz, eğer onlar korunacak yeni toplumlarının, özerk, sorumlu ve katılımcı vatandaşları olmak istiyorlarsa.
Topluma entegre olmuş bir birey için şu geçerlidir: Topluma uyum, kapitalist yaşamın nimetlerinden yararlanabilecek rahat bir hayat sürdürebilmek, kendisi ve belki de ailesi için. „Ulusal“ bir program bu birey için çekici, olumlu ve gerekli görünür mü tartışmalıdır. Bu nedenden, bir Ermeni yerleşim bölgesini talep etmek anlamsız
görünebilir, hatta öyle bir yerde yaşamak „cehennem“ olarak bile algılanabilir. Herkes kendi yaşamını kendisi seçer, her şey bir özgür seçim olarak kabul edilmese bile. Alternatifin seçimi, onun büyüleyici temyizine de bağlıdır.
Politik Bölücülük
Her insan kendi kaderini yönlendirir ve tertipler, nesnel koşullarla uzlaşır. Bu tertipleme nüanslı ve kademeli bir uyumdur, ki belli başlı kritik ve kesin dönemlerden geçer. Benim inancım şu: Siyasi alanda her şeyin ilkesel olarak önceden ayrılmış olması gerekir, ki tekrardan kendi iradesiyle birleşme ve tertipleme imkânını bulabilsin. Bu kapsamda bildiğimiz özgün model sosyalleşmek için ana-baba evini terk etme modelidir, veya siyasi alanda var olan „Anavatanlar Avrupası“ modelidir. Bu açıdan, eşitler arasında bir işbirliği koşulu olarak politik bölücülüğün taraftarıyım. Politik bölücülük, kendi kaderini kendisinin belirleyeceği etnik ve kültürel bir gurubun mantıksal bir talebidir. Diğer tüm siyasi umutlar ve beklentiler nispeten eksik ve geçici olacaktır.
Egemen bir kültür içinde barınan alt kültürlerin barış içinde yaşama ideali, ancak egemen kültürün yaşam yasasını esas olarak kabul etmiş olmayı, en azından dolaylı olarak rıza etmiş olmayı, önceden varsayar. Bu belki „yeryüzünün sefillerinin” görüş açısıdır. Birlik ve çeşitlilik, tikellik ve  evrensellik diyalektikleri dinamik bir süreç içindedir ve şu anda Batı hakimiyetindeler.
İstanbul’daki Ermeniler
İstanbul’daki Ermeniler için şu geçerli görünüyor: Bir gurup olarak, ümitsizlikte bir kurtarıcı saman çöpüne benzetilmektedir ve aynı zamanda yaşadıkları kent – İstanbul – bir hasret yeri olarak üsluplaştırılmış; İstanbul’daki Ermeniler için, kültürel, siyasi ve toplumsal yaşam, egemenlik ve teslim kavramları ile karakterize edilebilir. Kendi içine kapanmış, taleplerde bulunmayan, sessiz, korkak ve görünmez Ermeni cemaatinin topluma açılması kaçınılmazdı. Cemaat, bütün Türk toplumu gibi, küresel gelişmeye kapılmıştır. Ermeni cemaatinin açılmasıyla birlikte, kiliselerin kazanç getirir müzelere, Ermeni semtlerinin yanık ve hoş hikayelere, Ermeni ailelerinin Türk karma evliliklerine dönüşüm dinamikleri durdurulmaz hale geldi. Eski – en azından onur kırıcı – Osmanlı millet sisteminin çözümleri modern devlet ve toplum anlayışına uymaz. İstanbul’daki Ermenilerin ulaşabilecekleri politik maksimum, kendi toprakları olmayan, tamamen soluk bir azınlık statüsüdür, ki Türklük içinde buharlaşmayı durdurmak için gücü bulunmamaktadır. Bu maksimum Diyaspora’da yaşayan Ermenileri geri dönüşe ikna edemez. Konu hatta daha soykırımın tanınmasından açılmış değildir bile. Bu „Türk optimumunu“ kabullenmek, bir oldu bitti yolunda elde edilen „fiili uzlaşma“ olacaktır. Fakat uzlaşma yetkisi sırf İstanbul Ermenilerinde değildir.
Glandale-Kaliforniya’daki Ermenilerin İstanbul’daki Ermenilerinden daha büyük yerleşim bölgesi var, ki Kim Kardashian’nın bile belediye başkanı olması olanaklı. Tabii ki İstanbul’daki tarihi ve sembolik miras kıyaslanamayacak biçimde büyük. Bu, siyasi olgunlaşmamışlığı, dilsizliği ve teslimiyeti tazmin eder mi?
 „Türkiye’de“ Ermeniler dağlar kadar açık ve dolaylı olarak taviz vermek ve aşağılanmayı kabullenmek zorundalar. Bunun yanı sıra örneğin oğlunu askere de yollayıp Türk bayrağına ant içtirtmek vs. zorundalar. Habire kasılarak uzlaşma ve birleşme, birlik ve beraberlik hikayeleri aranmakta. Bu bütün durum kaderci bir şekilde kabullenip Ermeni geleceği „Türkiye’nin“ geleceğine bağlamak istenmekte. Güdüler üzerine tahminde bulunabiliriz. Tabii ki kimse zorunlu olmadıkça doğduğu yeri terk etmek istemez. Bir takım organizasyonel ve ekonomik nedenler de vardır. Ancak, bu temel bir seçim dolayısıyla ayakta durmaktadır: gönülsel rıza! Bu da, örneğin „bizim Türkiye” yada kendini ilerici ve çoğulcu sayan „Türkiyeli“ söylemini üretir. Bu gönülsel rıza, budanmamış ve aşağılanmamış, yani özerk ve tam tatmin edici bir „Ermeni“ yaşam umudunu getiri mi?
Bu ümit sırf bir hayal anlamına gelir, eğer Ermeniler siyasal ve bölgesel bir biçimde ayrılmazlarsa, yada Türk devleti şimdiki olduğu biçimde varlığını devam ettirmezse veyahut bütün Türk milli değerlerini evrensel bir medeniyet lehine bertaraf etmezse.
 Şu imkân da düşünülebilir: Bütün siyasal programlardan vazgeçmek ve kendi kişisel kurtuluşunu dini veya dine benzer bir topluluk içinde aramak, ki bu tüketimci yaşam tarzına denk gelir. Bu, insanları lanetlemek anlamına gelmemeli, ama tabii ki belli bir açıdan bakıldığında, acı verici bir durum ortaya çıkmakta.
„Nor Bolis“
Ben, bir Ermeni Güven Şirketi (Yedieminlik) kurma fikrinin eğilimindeyim. Bu kurulacak hukuksal yapı, sistematik olarak Türk devletine karşı bütün tazminat ve tüm Ermeni mal ve diğer değerlerinin iadesinde davacı ve yönetici olarak ortaya çıkacak bir tüzel kişi olur. Aynı zamanda, İstanbul ve diğer kesimlerden Ermenistan Cumhuriyeti’ne „Nor Bolis“ adında bir yerleşim yerine Ermeni göçü başlar. Bu yeni yerleşim bölgesinde yeşeren bir dünya görmekteyim ve orada
Batı Ermenicesi’nin de yeşerip kurtulma şansının olduğu malûm. Bu daha bir rüya olarak görünen düşüncenin sonuçlarının neler olabileceği, henüz kafalarımıza gerçek bir alternatif olarak yerleşmiş değil.
Şimdi, Ermeniler’in acılarını „bizim acılarımız” olarak paylaşan Türkler o zaman, Ermeniler’i özerk, tarihi yerleşim bölgelerine geri dönmeye davet etme yürekliğine sahip olabilmelidirler, birarada ve barış içinde yaşayabilmek için.
„Nor Bolis“ © Suren Knolle-Akyüz
1 Yazı ilk kez Nisan 2012’de HAYsociety (www.hay-society.de) dergisinde Almanca olarak yayımlandı. Almanca metni için bakınız:
http://www.hay- society.de/component/joomdoc/doc_
download/26-diaspora-a-rueckkehr
2 Bu bağlamda bir başka düşünce daha kaçınılmaz bir rol oynamaktadır: sembolik zapt etme. Biz Ermeniler’in yalnızca toprakları ellerinden alınmadı. Diyaspora kavarmının – bilhassa „Türk Diyasporası “ kavramının – emflasyonu aracılığıyla tarihimiz ve
gerçekliğimiz de elimizden alınmakta. Zirâ Ermeni Diyasporası’nın sebebi örtbaşla inkâr edilmekte.
3 „Türkiye“ kelimesini tırnak işareti arasına alıyorum, bölyelikle bu devletin meşru olmadığını, bu toprakları yağmaladığını, yerli  halkını yok ettiğini ve yargısız ve cezasız suçunun ürünlerinin tadını çıkardığını, suçlarını şenlikle kutamayıp saldırgan bir tavırla ortaya çıktığını, yani onun bir bütünüyle haksızlık ve suç devleti olduğunu
vurgulamak istiyorum.
HAYsociety [info@hay-society.de]

HYETERT Notu: Anklav: Siyasi coğrafyada, tamamen başka bir siyasi bölgenin sınırları dahilinde yeralan siyasi bölgeye anklav toprak denilmektedir. [1] Eksklav toprak ise, siyasi olarak bağlı olduğu bölgeye coğrafi açıdan bağlı olmayan, bu bölge ile arasında başka bir siyasi bölge bulunan siyasi bölgedir.[2] Her iki tarafa da uygun olan tanımlar olsa da, iki ayrı kavram vardır. https://tr.wikipedia.org/wiki/Anklav_ve_eksklav#Baz.C4.B1_anklav_b.C3.B6lgeler

Yorumlar kapatıldı.