Prof. Dr. Sabri Eyigün
Türkiye’de yaşayan bir kısım Ermenilerin özellikle son bir yıl içerisinde sarf ettiği sözler, kamuoyunun büyük bir kısmını ciddi biçimde kaygılandırmaktadır. Konuşulanlar, yıllardır baskılanıp da dışa vurmayı bekleyen Ermeni kolektif bilinçaltının, kapılarını açtığı izlenimini veriyor. Bilinçaltında yatan önyargılar ve rahatsız edici düşünceler açılan kapıdan etrafa saçıldıkça, 1915 öncesi olaylarından dolayı Anadolu insanında Ermeni toplumuna karşı oluşan, ancak yok olmaya yüz tutan yargılar ve kaygılar da yavaş yavaş uyanmaya başlıyor. En temiz ve masum zihinlerde bile “acaba…?” sorusu cirit atıyor. Bunun en son örneğini, Ermeni Patrik Genel Vekili Aram Ateşyan’ın bir yerlere mesaj gönderen haksız ve mesnetsiz sözleri oluşturdu. Ateşyan, bir kısım Ermeni’nin 1950’li yıllarda zorla Müslümanlaştırıldığını(!), dolayısıyla Türkiye’de Müslüman olarak yaşayıp da, gizli Ermeni olanların sayıca çok fazla olduğunu, bunların Hıristiyanlığa dönemediklerini, eğer dönerlerse ve devlet dairesinde çalışıyorlarsa işten atılacaklarını iddia etti. Sayın Patrik, eniştesinin “eğer Müslüman olmazsan seni öldüreceğiz “ denilerek zorla Müslüman yaptırıldığı gibi bir suçlamayı da sözlerine ekledi.
Tarih içerisinde hâkim durumda bulunan kültürlerin, öteki olarak gördüklerinin dini inançlarını zorla değiştirdikleri konusunda Sayın Patirk’in bilgisi olduğu kesin. Örneğin, Hıristiyanlığın yeni yayılmaya başladığı dönemlerde putperest Romalıların Hıristiyanlara yaptığı zulümler, Sâsânîlerin Ermenileri ateşe tapmaya zorlamaları, Yahudi Himyer Krallığı’nın Hıristiyanlara dinlerini değiştirmeleri için uyguladığı akıl almaz baskı ve zulümler, Endülüs’te Hıristiyanların Müslümanlara karşı uyguladıkları etnik ve dinî maksatlı soykırım, bunlardan sadece bir kaçıdır…
Günümüze geldiğimizde görünüşte farklı, ama temelde aynı mantalitenin devam ettiğini de eminim Patrik çok iyi takip ediyordur. Bugün dünyanın birçok bölgesinde sırf Müslüman oldukları için zulüm ve baskı görenleri bir tarafa bırakalım. 1970’lere kadar, bugün özgürlük beşiği olarak lanse edilen Amerika’da bile göçmenlere karşı eritme politikası (melting pot) yürütüldüğü bu tarihten sonra ise salata modeline (salad bowl) geçildiği bilinen bir gerçektir. Her iki durumda da amaç, dini ve etnik kimlikleri Amerika kültürü içerisinde eritmek ve asimile etmekti. Aynı Amerika’da 11 Eylül olaylarından sonra adı “Muhammet” olduğu için psikolojik baskıya maruz kalan ve bundan dolayı adını değiştiren binlercesinin varlığı da yine bilinen bir gerçektir.
Patrik, aynı zamanda İslam tarihinin hiçbir döneminde gayr-i Müslimlerin zorla Müslümanlaştırılmadığını da gayet iyi biliyor. Eğer kendisi gerçekten Millet-i sadıka’nın bir üyesi ise Osmanlı döneminde de fethedilen bölgelerde yaşayanların dini inançlarını değiştirmek şöyle durusun, koruma altına alındığını da biliyordur. Bundan dolayıdır ki henüz fethedilmemiş bölgelerdeki gayrimüslimler, Osmanlı ordularına karşı fazla karşı koymamışlar ve hatta onların dinî ve vicdanî duygularına karşı gösterilen bu saygı, onların Osmanlı idaresini bir kurtarıcı olarak görmelerine bile sebep olmuştur.
Bunu kanıtlamak için, geçmişe de gitmeye gerek yoktur. Müslümanların yaşadıkları, ama şimdi Hıristiyanların ellerinde bulunan coğrafyada dini mabetlere gösterilen saygısızlıkla, Anadolu’da bulunan mabetlere gösterilen hoşgörüden bunu anlamak da mümkündür. Osmanlının yaklaşık 250 yıl kadar kaldığı Slovenya’da, 160 yıl kaldığı Macaristan’da bugün tarihi bir caminin bulunmamasını başka nasıl açıklayabiliriz?
Cumhuriyet Tarih içerisinde de gayrimüslimlere gösterilen hoşgörü, çok az yerde görülen bir gerçekliktir. Muhtemelen Anadolu insanının bu tutumundan dolayı da bazı Ermeniler İslam dinini seçmiş de olabilir. Nitekim Ulus devletin resmi bazı söylem ve uygulamaları dikkate alınmazsa, bu topraklarda yaşayan ve etnik kökenleri veya kültürel altyapıları birbirinden farklı olan gayri Müslimler, her zaman kendi dini inançlarını korumakla beraber Anadolu değerleriyle kaynaşıp, bütünleşmiştir. Bugün Anadolu’nun hangi ucuna giderseniz gidin, hangi etnik grupla görüşürseniz görüsün orada “misafire değer verme”, “hoşgörü”, “ötekini kabullenme”, hele “faklı dini kimliğe saygı gösterme”, herkesi “olduğu gibi kabullenme” gibi Anadolu değerlerinin hala canlı olduğunu göreceksiniz. Bu tarihte de böyleydi, bugün de böyle. Öyle olmasa, Ermeniler gibi, azınlık bir gruba “Millet-i sadıka” (sadık halk) denilir miydi? Ermeniler bu övgüyü, Müslümanlığı seçtikleri için almadılar, Ermeni kimlikleriyle aldılar.
Peki, tarihi gerçekler bu kadar açıkken, Ermeni Patirk’e ne oldu da birden bire hakikatle taban tabana zıt, kafaları karıştıran böyle bir iddiayı ortaya attı? Türkiye’nin yaşadığı demokratikleşme sürecinde bazı Ermeni yazar ve çizerlerin de aynı amaç doğrultusunda, ama farklı söylemlerle tahrik ve gerçeği saptırma içine girmiş bulunduklarını hatırlarsak belki sorunun cevabını daha kolay bulabiliriz. Örneğin geçen yıl yine Türk vatandaşı Ermeni bir yazar, en büyük manevi değer olan Hz Muhammed’e (ASV) karşı değil ahlak ölçülerinin, düşünce özgürlüğünün bile sınırını aşan bir aşırılıkla hakaret etmeye kalkıştı. Türkiye gibi kutsal değerlere karşı duyarlılığı ve bunlara saldırı olması halinde de şiddet içermeyen refleksleri en yüksek seviyede olan bir ülkede, yaptığı hakaretleri uzun süre ısrarla sürdürdü.
Şimdi birileri çıkıp da, bu tutum ve söylemler, Osmanlı’nın son döneminde yaşanan Ermeni başkaldırılarının ayak seslerini çağrıştırıyor dese, ona ne diyebiliriz? Belki diyebileceğimiz tek şey şudur: Korkmayın, ne bugünün Türkiye’si o günkü kadar zayıftır, ne de bugünün Türkiye vatandaşı Ermenileri o günkü kadar saftır. Etyen Mahcupyan gibi sağduyu sahibi bir çok Ermeni vatandaşımızın söz ve eylemleri bunu zaten ispatlıyor.
Ancak gene de, Anadolu insanının Hırant Dink’in öldürülmesine gösterdiği haklı üzüntü ve tepkiden cesaret alıp, Dink gibi kahraman olmayı hayal eden Ermenilerin sayısı arttıkça toplum geriliyor. Ulusalcıların, Ermeni düşmanlığı yapması, Ermeni yazarları tehdit etmesinin önü açılıyor. Radikal gruplar daha da radikalleşirken, kabuk bağlayan yaralar kanamaya devam ediyor.
Herkesin “çözümden” ve “helalleşmekten” söz ettiği bir dönemde, millet-i sadıka diye yüceltilen bir grubun torunlarından beklenen şey, bilinçaltlarına yerleştirilen Türkiye ve İslam düşmanlığını inatla sürdürmek, kışkırtmak, tahrik etmek mi, yoksa bu sürece katkı sunmak mıdır?
sabri.eyigun@hotmail.com
twitter: @sabrieyigun
Yorumlar kapatıldı.