Serdar Kaya
Osmanlı döneminde farklı kimliklerin asırlarca bir arada huzur içinde yaşadıkları yönündeki argümanlar Türkiye’de son derece yaygın. Ne var ki, bu argümanlar gerçeği yansıtmıyor.Her şeyden önce, Osmanlı devletinde Müslüman çoğunluk ile gayrimüslim azınlıklar birlikte değil, yan yana yaşadılar. Yani, farklı renklerden oluşan tek bir Osmanlı toplumundan ziyade, farklı mahallelerde yaşayan ve farklı sosyal statülere sahip olan farklı Osmanlı toplumları söz konusuydu.Dahası, gayrimüslimler kendi mahallelerinde dahi özgür değildiler. Örneğin, kiliselerinde çan çalmaları yasaktı. (Kuran’da yer almasa da) geleneksel İslam hukukunda bulunan zımmilerin evlerinin Müslümanlarınkilerden daha alçak olması kuralı da, Osmanlı Devleti’nde (her zaman olmasa da) uygulanmıştı.
Soykırıma Giden Yol (1)
Gayrimüslimlerin evlerinin pencerelerinin müslüman mahallelerine bakmaması da (yine her zaman uygulanmamış olsa da) ikinci sınıf teba statüsünü pekiştiren kurallar arasındaydı.
Yapılan düzenlemeler zaman zaman gayrimüslimlerin özgürlüklerini daha ileri seviyelerde de kısıtlayabiliyor ve bu şekilde Osmanlı toplumları arasındaki sınırlar daha da belirgin hale gelebiliyordu. III. Selim döneminde (müslüman olanlarla olmayanların evlerinin kolaylıkla birbirinden ayrılabilmesi amacıyla) gayrimüslimlerin evlerinin siyaha boyanması, bu çerçevede değerlendirilebilir.
Bu konudaki bir diğer önemli örnek ise, özellikle 1500′lü yıllardan itibaren yapılan kıyafet konulu düzenlemelerdir. Bu düzenlemelerde, ekonomik ve sosyal kaygılar iç içe girer. Örneğin, sarık fiyatlarını yükselttikleri için gayrimüslimlere eskiden beri giydikleri sarığı yasaklamak ve onları şapka kullanmaya yöneltmek, ekonomik yönü ağır basan bir düzenlemedir.
Kimi diğer uygulamalarda ise, Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında silikleşen bazı sosyal farkları yeniden belirgin hale getirme kaygısı da ön plandadır. Gayrimüslimlerin ipek gibi değerli kumaşlardan dikilmiş pahalı elbiseler giymelerini yasaklamak, kürkler ya da yakalı kaftanlar gibi gösterişli kıyafetler giymelerinin önüne geçmek, bu türden müdahaleler arasında sayılabilir. Zira, bu yasakların öncelikli amacı, ilgili türden kıyafetlere yönelik talebi azaltarak fiyatların yükselmesini önlemek olsa bile, bu şekilde hem ilgili kıyafetler Müslümanlar için daha edinilebilir hale geliyor, hem de gayrimüslimlerin ikincil sosyal statüleri ile kıyafetleri arasında var olması istenilen uyum ortaya çıkarılmış oluyordu.
Osmanlı Devleti’nin kıyafet konulu düzenlemelerindeki bir diğer önemli öğe ise renklerdi. Hangi dini grubun hangi renklerde kıyafetler (ve özellikle de ayakkabı ve başlıklar) giyeceklerine dair düzenlemelerde bulunan fermanlar, herhalde, insanların yan yana bulunmalarına rağmen birlikte yaşamayı başaramadıkları vakalara verilebilecek en ilginç (ve belki de en trajik) örneklerden biridir.
Bazı Sorular
1. Türkiye Cumhuriyeti’nin kıyafet konusundaki şekilci ve ayrımcı politikaları bir Osmanlı mirası olabilir mi?
2. Bir siyasi idare, neden gayrimüslimlerin hamamlarda zilli peştemal giymelerini ister? İnsanların hamamlarda giyecekleri peştemal hakkında dahi dini kimlik bazında düzenlemelerde bulunan bir idare tarzı, günümüz için ilham verici olabilir mi?
3. Burada müslümanlar ve gayrimüslimler derken iki vatandaş grubundan değil, biri zaman zaman kayırılırken diğeri sistemli olarak aşağılanan iki tebadan söz ediyoruz. Durum bu iken, Osmanlı özlemi (ya da ululaması) ile demokrasi talebinin Türkiye’de zaman zaman aynı söylem içinde yer alabilmesi nasıl açıklanabilir?
4. “Kazakistan dünya üzerindeki her ülke kadar medeni; eşcinseller artık mavi şapka giymek zorunda değiller” gibi bir ifadeyi Borat‘tan duyduğumuzda, ister istemez gülümsüyoruz. Yahudilerin kırmızı, hıristiyanların siyah şapka giymeleri yönündeki bir ferman neden bizi aynı şekilde gülümsetmiyor? Arada bir fark var mı?
[ÖNÜMÜZDEKİ PAZAR: Bu gibi eşitsizliklerin Batının zoruyla kalkması; ve millet-i hakime mensuplarının Tanzimat Fermanı’nın sunduğu eşitliği kabullenmekte zorlanmaları.]
Yorumlar kapatıldı.