İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ayşe Böhürler:’Cumhuriyet Müslümanlara Türk dedi’

Türklük ve etnisite üzerine sosyoloji profesörü Hüsamettin Arslan ile 2005 yılında yapılmış söyleşi oldu. Arslan özetle şunları söylüyordu:Türkiye’de ‘etnisite’ye dayalı kimlik; ne Türk milliyetçiliği ne de Kürt milliyetçiliği tutmaz. Etnisite ırk, ulus kavramlarıyla düşünmek, halkın değil modernlerin bakış açısıdır. Halkta tarihsel olarak; Şafi olma, Sünni olma, Alevi olma bilinci vardır ama ırk bilinci yoktur. Bu nedenle Alevi Sünni evliliğine tepki gösterir ama Türk-Kürt evliliğine tepki göstermez./Güneydoğu sorunu halkın değil modern uygarlıklarla tanışmış Kürt entelektüel elitlerinin sorunudur./Türkiye’nin yöneticilerinin homojen toplum talebi olmaz. Bu toplumun egemen değerleri tapınma düzeyinde ‘devlet-din-para’dır./ Türkiye’deki milliyetçilik devlete tapmaktır. Türklük bir ırk kategorisi değil kültürel kategoridir./Türkiye’de entisite sorunu konjonktürel ve geçicidir./ Yugoslavya örneği yanlıştır. Orada etnik gurupların kendi gettoları vardı. Bizim toplumumuzda herkes aynı apartmanda yaşar. /Türkiye’de yaşayan Çerkez, Abaza, Boşnaklar Türk olarak tanımlanmaktan rahatsızlık duymaz ama Kürtler duyar. Çünkü bir Kafkasyalı bir başka yerden göç etmiş birisidir ve devlete karşı toprak talebinde bulunmaz. O’nun toprağı Türkiye’nin dışındadır ve bize sığınmış halklardır. Kürtler ise biz yokken de buradaydı. /Kürtler ve Türkler birlikte yaşamaya mecburdurlar, bu nedenle etnisite tutmayacaktır. ‘

***
 Bazen eski kitapları karıştırırken bugüne dair de pek çok soruya cevap bulabiliyoruz. Neşe Düzel’in 2001-2007’ye kadar olan röportajlarını kapsayan ‘Hesaplaşma’ isimli kitabında bugün için de çok önemli birçok röportajla karşılaştım. Bunların içinde dikkatimi çekenlerden birisi de Türklük ve etnisite üzerine sosyoloji profesörü Hüsamettin Arslan ile 2005 yılında yapılmış söyleşi oldu. Arslan özetle şunları söylüyordu:
Türkiye’de ‘etnisite’ye dayalı kimlik; ne Türk milliyetçiliği ne de Kürt milliyetçiliği tutmaz. Etnisite ırk, ulus kavramlarıyla düşünmek, halkın değil modernlerin bakış açısıdır. Halkta tarihsel olarak; Şafi olma, Sünni olma, Alevi olma bilinci vardır ama ırk bilinci yoktur. Bu nedenle Alevi Sünni evliliğine tepki gösterir ama Türk-Kürt evliliğine tepki göstermez./Güneydoğu sorunu halkın değil modern uygarlıklarla tanışmış Kürt entelektüel elitlerinin sorunudur./Türkiye’nin yöneticilerinin homojen toplum talebi olmaz. Bu toplumun egemen değerleri tapınma düzeyinde ‘devlet-din-para’dır./Türkiye’deki milliyetçilik devlete tapmaktır. Türklük bir ırk kategorisi değil kültürel kategoridir./Türkiye’de entisite sorunu konjonktürel ve geçicidir./Yugoslavya örneği yanlıştır. Orada etnik gurupların kendi gettoları vardı. Bizim toplumumuzda herkes aynı apartmanda yaşar. /Türkiye’de yaşayan Çerkez, Abaza, Boşnaklar Türk olarak tanımlanmaktan rahatsızlık duymaz ama Kürtler duyar. Çünkü bir Kafkasyalı bir başka yerden göç etmiş birisidir ve devlete karşı toprak talebinde bulunmaz. O’nun toprağı Türkiye’nin dışındadır ve bize sığınmış halklardır. Kürtler ise biz yokken de buradaydı. /Kürtler ve Türkler birlikte yaşamaya mecburdurlar, bu nedenle etnisite tutmayacaktır. ‘
PARMAĞA DEĞİL İŞARET EDİLEN YERE BAKMAK
İlk Meclis’ten bu yana 92 yıllık Cumhuriyet tarihimiz içinde ‘halka kendini yönetme yetkisini verelim mi vermeyelim mi?’ tartışması yapmaktan hala vazgeçmedik. Ayıplı bir demokrasi tarihimiz var kısaca. Belki de bu nedenle ‘demokratik bakış’ zihinlerimizde zor yer buluyor. Sistem ve yapısal sorunları çözmeye yönelik her çabayı konuşurken ‘sistemi’ değil ‘önyargıları’mızı tartışıyoruz. ‘Parlamenter sistemlerde siyasi istikrar sağlanamaz/Başkanlık sistemi diktatörlük getirir ülke bölünür.’ Ya da ‘Parlamenter sistemde sadece hükümetin dediği olur/ Başkanlık sitemi bizde işlemez’ gibi…
Geçen hafta bu konuya daha objektif bakmaya çalışan bir toplantıya katıldım. Prof. Fuat Keyman başkanlığında İstanbul Politikalar Merkezi’nin düzenlediği 92 STK’nın temsil edildiği yuvarlak masa toplantısı ‘Denge ve Denetleme olmadan Ne Parlamenter Sistem ne de Başkanlık Sistemi’ başlığını taşıyordu.
Kişiye odaklanan itirazları bir tarafa bırakıp, ‘yapılana’ ilişkin tartışmanın ön planda tutulmaya çalışıldığı bu toplantının konuşmacılarından Prof. Ergun Özbudun’dan bazı notlar aktarmak istiyorum. Özbudun başkanlık sistemi tartışmalarının yanlış yerlerden yapıldığı kanaatinde. Savunanların ‘Türkiye’yi uçuracak bir sistem’ karşı çıkanların da ‘şeriata götürecek bir yol’ gerekçelerini yanlış buluyor. ‘Türkiye’de parlamenter sistem krize neden oluyor ama ülke tarihinin yarısından fazlasında tek parti iktidarı olmuştur. Türkiye’de krizin sebebi tek başına parlamenter sistem değildir. Parlamenter sistemin de avantajları vardır. Başkanlık sistemi demokratik kriterlere sahip üç siyasal sistemden birisidir. Bunlar arasında birisi diğerine üstün değildir. Nispi fayda ve sakıncaları vardır. Ancak objektif olarak önerilen sistem, arzuladığımız denge ve denetleme mekanizmalarını kurmaya yeterli değildir. Bu önerilen sistemde yasama ve yürütmenin denetlenebilirliği bir arada sağlanamaz. Birisinden taviz vermek gerekir. ‘
Toplantının konuşmacılarından Prof. Levent Köker ise kategorik olarak başkanlık sitemine karşı çıkmıyor. ‘Kürt sorununun çözümü, demokratik hâkimiyetin tesisi için’ başkanlık sistemini savunduğunu söylerken önerilen sisteme ilişkin itirazları söyle: ‘Ak Parti’nin önerisi başkanlık sistemi benzeridir. Başkanlık sisteminde ikinci meclis önemlidir. Ak Parti’nin sunduğu sistemde bu olmadığı gibi başkana yasama yetkisinin verilmesi yanlıştır… ‘
Levent Köker’in altını çizdiği önemli bir noktada yeni anayasada bölge ve yerel yönetimleri güçlendirilmesi. Böyle bir anayasa ile illerden eşit sayıda temsilcilerin yer alacağı senato benzeri ikinci meclisin bütünlük oluşturacağı kanaatinde.
Objektif tartışmaların topluma daha çok katkı sunacağı inancı ile bu görüşleri aktardım. Umarım gerçek bir demokrasimiz olur.
GÜZEL ŞEYLER OLUYOR…
Geçen hafta sonu Urfa’daydım. Bir kez daha Güneydoğu’ya barışın ne kadar çok yakıştığını gördüm. Tarihin yeniden yazılmasına sebep olacak Göbekli Tepe’deki arkeolojik keşifler gerçekten etkileyiciydi. Halfeti ise bir başka hüzünlü güzelliği hala taşıyor. Bu coğrafyada geçmiş ile gelecek aynı zaman diliminde kesişiyor. Ermeni, Rum, Süryani, Arap, Kürt, Türk kültürünün bir arada eser verdiği bu coğrafyada etnisiteleri değil ortak kimliklerimizi konuşmak bizi zenginleştiriyor. Savaş için harcadığımız gücü bu coğrafyanın tarihini, kültürünü, zenginliğini keşfetmeye, yaşatmaya harcasaydık keşke…
Yeni Şafak

Yorumlar kapatıldı.