İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Oğlum size emanetti, nasıl öldü?

Esra Açıkgöz
Sevag Şahin Balıkçı, Mazlum Aksu, Mustafa Beker… Onlar, kışlada ölen askerlerden birkaçı. Resmi açıklamalara göre ”intihar” ya da ”kaza” kurbanları. Ailelerine göreyse cinayet! Üstelik sadece üç kişi değiller, son on yılda kışlalarda 965 asker ”intihar”, ”kaza” nedeniyle öldü; bu, çatışmada ölen asker sayısından bile fazla.

Esra Açıkgöz
Cumhuriyet / Pazar Dergi- Sevag Şahin Balıkçı, Mazlum Aksu, Ramazan Altay, Ahmet Demir, Abdurrahman Çiftçi, Lütfü Esmer, Ahmet Volkan Eç, Uğur Kantar… Neredeyse her gün askeri kışlalardan bir “intihar”, “kaza” haberi geliyor. Milli Savunma Bakanı’na göre, 1992-2012 arasında 2221 asker “intihar” sonucu öldü. Bu rakamdan AKP’nin iktidar olduğu son on yıla düşen pay, 965. Son on yılda çatışmada ölen asker sayısının 818 olduğu düşünülünce durumun vahameti daha net anlaşılıyor. Üstelik bu sayıya kaza sonucu ölenler dahil değil. Afyonkarahisar’da mühimmat deposu patladığı ve 25 askerin yaşamını yitirdiği “kaza” benzeri olayların istatistiği bile tutulmamış. Konunun gündeme gelmesinde katkısı olan Asker Hakları İnisiyatifi ve çocukları ölen ailelerle konuştuk.
– askerhaklari.com’un kuruluş fikri nasıl oluştu?
– Zorunlu askerler Türkiye’de en fazla hak ihlaline maruz kalan, hakkını arama imkânı en düşük kitle. Haklarını savunan, destek veren oluşum yoktu; askerhaklari.com 2011’de kurulana kadar.
– Kışlalardan birbiri ardına ölüm haberi geliyor, kimine “intihar” deniyor, kimine “kaza”, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Öncelikle bunlar ne yeni, ne de son dönemde arttı. Bir kısmının hazırlanmasında rolümüzün olduğu soru önergeleriyle öğrendiğimiz veriler son 22 yılda ortalama her yıl 100 askerin intihar şüphesiyle öldüğünü gösteriyor. Çoğu zorunlu askerler. Bu rakamlara kaza ya da diğer nedenlerle ölenler dahil değil üstelik. Bir ülkenin gençleri, “vatana hizmet” gerekçesiyle zorunlu şekilde devlet tarafından 15 ay gibi uzun bir süre alıkonuluyor, bulundukları ortam, karşılaştıkları muameleler nedeniyle “intihar” ederek yaşamını kaybediyor. TSK ya da MSB intihar rakamlarını soru önergelerine ihtiyaç bırakmadan düzenli açıklamalı.
– “İntihar” olsa dahi bu askerlik sisteminde büyük bir sorunun göstergesi kuşkusuz.
– Asker Hakları olarak ölümlerin intihar ya da cinayet olması arasında kategorik bir ayrım yapmıyoruz. Birinin kafasına silah dayayıp öldürmekle, eline silah verip, kendisini öldürmesi için tüm koşulları, nedenleri yaratmak arasında fark yok. Bu, yetkililerin sorumluluğunu azaltmaz. AİHM’de ölümün şüpheli olması üzerinden değil, intiharın önlenmesi için tedbirlerin alınmaması nedeniyle de Türkiye tazminata mahkûm edildi.
– Askeriyenin ailelere yolladığı anketlerde çocuğun kırılgan, naif durumuna dikkat çekilmesinin, dağıtım ve görevlendirmede etkisi oluyor mu sizce?
– Zorunlu askerlerin sorunlarının tespit edilmesi ve bunlara yönelik önlemler alınması çabalarını önemsiyoruz. Ama ailelere muhtemelen sırf yapmış olmak, listede tık atıp sorumluluktan kurtulmak için anket göndererek sorunun çözülebileceğine inanmak saflık olur. Öncelikle kötü muamele zorunlu askerlik sistemi sorgulanmadan çözülemez. İlk senede 500’e yakın başvuru almıştık. Şu anda 1500’e yaklaştı ve artıyor. Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na 100 dilekçe gönderdik. Bu çabalarla birtakım iyileşmeler, -diskoların kaldırılması gibi- oldu ama kötü muamele devam ediyor. İlk atılması gereken adım zorunlu askerlerin ve belki tüm rütbeli personelin, kötü muameleye ya da haksızlığa uğradığında korkmadan, çekinmeden başvurabileceği kaçış kanallarının tesis edilmesi. Şikâyete başvurursa zorunlu askerler başlarına daha kötü şeylerin geleceğinden kaygılanıyor. Bu kaygı ortadan kaldırılmalı. Ve kötü muamelede bulunanlar, rütbeleri ne olursa olsun, etkin şekilde cezalandırılmalı ve bu görünür kılınmalı. Bizce çözüm ancak sivil mekanizmaların devreye sokulmasıyla mümkün.
Ülkemden utanmak istemiyorum
Kimi için “tehcir”, kimi için “soykırım” tarihi 24 Nisan. Balıkçı ailesi içinse kişisel bir acının: Oğulları Sevag Balıkçı, 24 Nisan 2011’de, askerliğini yaparken er Kıvanç Ağaoğlu’nca “kazara” öldürüldü çünkü.
35 yıldır öğretmenlik yaptığı anasınıfında çocuklara herkesin eşit, bir olduğunu anlattı Ani Balıkçı. Eşi Garabet’le iki çocuklarına verdikleri terbiye de buydu. Yıldız Teknik’te seramik okudu Sevag. Askere gitti ve dönmedi! Oysa 24 gün sonra tezkere alacaktı.
Garabet Balıkçı: Başta kantini almıştı. Sayım yapmamış, komutan ne dediyse odur baba, dedi. Bir ay sonra bir milyar açık çıktı, her şeyin 25, 50 lira olduğu kantinde. Canın sağ olsun, dedim, ödedim. İkinci ay açık 2.5 milyardı. Sonra 300’e düştü. Yolladım. Öderiz, yeter ki bitir gel, dedim. Ama kantinden çıktı, nöbet tutmaya başladı. Nöbetteyken birinin cüzdanı çalınmış diye, dövmüşler.
Onları tedirgin etmemek için anlatmıyor Sevag. Oğullarına “Seni vururum tombulum”, “Bu yediğin son paskalya çöreği olacak”, “Ermenistan’la savaş çıksa ilk öldürülen Ermeni sen olacaksın” denildiğini bilip de nasıl uyuyabilirler ki. Bunları, arkadaşlarıyla paylaşmak için paskalya çörekleri isteyen Sevag 24 Nisan’da vurulduktan sonra duyacaklar.
G. Balıkçı: O gün paskalyaydı. Kilisede dua ettim oğlum için, meğer o saatte ölmüş. Arkadaşım aradı, “Oğlunu arasana, internette bir isim gördük” dedi. Asker, çalışmadalar, dedi. Eve geldim. Ani’yle bilgisayardan baktık ki; “Sevag Şahin Balıkçı otopsi” yazıyor. İsim benzerliğidir dedik. Başınız sağ olsunu duyduktan sonrasını hatırlamıyorum…
Akıllarına hiç öldürülme ihtimali gelmiyor. Üstelik açıklama da kaza olduğu yönünde.
Ani Balıkçı: Gelen astsubay bizi bayağı ikna etti; “Çok seviyorduk, şakalaşırken olmuş”… Önce insan, sonra Ermeni olduğumuz için inandık. Belki de hata ettik, keşke oğluma öğretseydim.
G. Balıkçı: Tatbikatta düşüncemiz değişti. Olay yeri, çelişkili ifadeler… İlk ifadelerle mahkemedekiler bile farklıydı. Çünkü hepsi askerdi hâlâ. Terhis olunca biri, “Silahını Sevag’a doğrultmuştu” diye ifade verdi. Ancak sonra Ağaoğlu’nun ailesi ifadesini değiştirtti. Mahkemede doğruyu anlattı, ama ifadelerinde tutarsızlık oldu diye hâkim tutuklamadı.
Geçen haftaki 14. duruşmada açıklandı karar. Her duruşmada küçücük salonda oğullarının canını alan insanla aynı havayı solumak başka türlü yakmıştı canlarını. Sonuç başka türlü yaktı: 4 yıl 5 ay 10 gün hapis cezası.
A. Balıkçı: 1 Nisan doğum günü oğlumun, hediye oldu hâkimin kararı! Bize, Sevag suçlu, tüfeğin önünde durduğu için kaza oldu, demiş oldular. Başka ülkelere muhtaç etmeyin, utanırım, demiştim. Onlar mı vatansever, ben mi? Yaşadıkça da bunun peşini bırakmayacağım.
Ani Balıkçı, insan olmayı öğretmişti oğluna, ama 25 yaşındaki oğlu girdiği kışladan geri dönemediği o 24 Nisan gününden beri pişman, bu ülke yüzünden pişman, bu ülkede insan olduğu için pişman… Yargıtay’dan da adalet çıkmazsa, bir anne-babayı çocuklarını anlatırken -di’li geçmiş zaman kullanmak zorunda bırakan bizlerin utancı nasıl silinecek?
Davanın peşini bırakmayacağız!
Adım Mecnun Aksu. Kardeşim Mazlum, askere gitti, dönmedi. “İntihar” dediler, ama bizce kesinlikle cinayet. Neden mi? 1991’de doğdu. Boşaltmalar yüzünden haritadan silinen bir köydeniz. Yıllarca mevsimlik işçi olarak çalıştık. “Sebze sepetleri”nde büyüdü Mazlum. Su ve elektriğin olmaması neyse de ekmek bile satmadılar bize. Ayrımcılıklar bizi öyle korkutmuştu ki, okulda Türkçe bilmememizin nedenini, “Almanız” diye açıkladık. Mazlum, EMEP Gebze yöneticisiydi. Komando jandarmaydı, bir komutan “Adın Mazlum Doğan’dan mı geliyor? Seni komandoluktan alıyorum” demiş. Elazığ Maden Karakolu’na yollandı. Komutanla bir uzman çavuş kendisine takıkmış. RDM’li denilen psikolojisi bozuk askerlerden biri haber izlerken “Hepiniz PKK’lisiniz” diyor. Mazlum da “PKK’li olsak burada işimiz ne” diyor. Arbede çıkıyor. Arkadaşları Mazlum haklı dese de komutan o çocuğu kolluyor. Bundan sonra, kuralları daha sıkı uyguluyor Mazlum’a. Hangi örgüttensin diye sıkıştırıyor. Mazlum’un olaydan iki gün önce arkadaşına, “Beni yakacaklar” demesi tutanaklara düştü. O gün karakolda olan da olmayan da intihar dedi; Tanık, otopsi yokken! Beş kilodan ağır, bir metreden uzun G3 ile, solak olmadığı halde sol tarafından vuruluyor. Herkesin 19.05’te öldü demesi de ilginç. Aynı anda saate mi bakmışlar? Son üç gün psikolojisi bozukmuş güya, hatta nöbete çıkarmamışlar. Üstelik bu “iyi niyet”i gösteren, Mazlum’a 15 gün disko cezası veren komutan! Elinden dolu G3’ü almıyorlar ama… Olayı ilk gören asker, ifadesi alınmadan 24 saat izne yollanıyor; “Şuraya kan sıçramıştı” diyor, ama silahın yerini söyleyemiyor. Savcıyla, il dışında; iki yakın arkadaşıyla da adresleri, numaraları yok diyerek görüştürmediler. Mazlum, olaydan 25 gün önce bizleydi. Çok mutluydu ve beş ay sonrasının planlarını yapıyordu. Otopsi sonucunu bekliyoruz. Çeşitli derneklerle görüştük; toplumun her kesiminden vicdanı olan herkese ulaşacağız.
Avrupa’dan insan hakları komisyonlarıyla bağlantıdayız. Ankara’da 48 aileyle Meclis’te açıklama yaptık. İki asker çatışmada ölünce, başbakanı, muhalefeti bağırıp çağırıyor, 965 asker için çıt yok. Düşünün, Oktay Can iki yerinden vuruluyor. Estetik yapılıyor. Kanıtlanıyor, ama takipsizlik veriliyor! 28 Şubat’tan önce 965 askerin ailesiyle hesaplaşılmalı. Sivil mahkemelerde yargılama istiyoruz. Mazlum’un geri gelmeyeceğini biliyoruz ama başka Mazlumlar olmasın diye bunca çabamız.
Bu acı hiç bitmeyecek
“Kimliği yazılı personel, 2. J. Özel Harekât Birliği’nde 08.11.1997-21.11.98 arasında görev yapmış ve teröristlere karşı yürütülen operasyonlarda başarılı olup kahramanlık göstermiştir”.
Bu personel, Tunceli’de 2001’de yatakhanede başından vurulmuş bulunan Onbaşı Mustafa Beker. Başka takdirleri de yolluyor abisi Özgür. Yıllar acılarını azaltmamış. Mustafa’nın ölümüne “intihar” dendiğinde inanmıyor aile. Nasıl inansınlar, Mustafa sağlak, oysa kurşun soldan kafatasına giriyor. Görgü tanığının önce sağ şakağından bir kurşunla kendini vurdu deyip, sonra ifadesini hangi taraftan vurduğunu, kaç el ateş ettiğini hatırlamıyorum, diye değiştirmesi de cabası. “Silahın horozunun kaldırılmış, iki el ateş edilmiş ve üçüncü atışta tutukluk yaptığı” tespit edildiği halde askeri soruşturma kapanıyor; “Evlenmek istediği kız arkadaşına annesinin razı olmamasından dolayı mutsuz olduğu ve kendini vurmak istediği…”
AİHM’nin 2009’da Türkiye’yi Beker davasıyla ilgili mahkûm etmesi boşa değil. Bakın raporda ne deniyor:
“…olayla ilgili bütün görgü şahitleri askeri güç üyeleridir. Soruşturma askeri otoritelerce sonlandırılmış ve aileye açıklama yapılmamıştır. Bu doğrultuda sadece askeri otoriteler ölüm olayının oluşumuna anlam katmışlar… Ölümün vuku bulduğu meydan devletin sorumluluğundadır ve bu doğrultuda hükümet olaya ilişkin mantıklı açıklama getirmek zorundadır…”
7 Nisan 2013

Yorumlar kapatıldı.