Nüfusumuz: Dışarıya göç yok gibi. Ama hızla eriyoruz. Nüfus artış oranımız eksilerde. Nüfusun dengede kalması için her ailede iki/üç çocuk olması gerekir. Yeni kuşaklarda bu sayı bir. Yani bir nesilde nüfusumuz yarıya iniyor. İki kişilik aile bir kişi oluyor.
Evlenmeyenler, din dışı evlilikler, toplumdan, gelenek ve kültürden kopanlar da buna eklenirse hızla eridiğimiz açık. Önemli bir faktör de toplumumuzda (ve genelde de) kız erken oranının bozulması. Kızlarımız erkeklerin neredeyse iki katı. Çoğu sudan sebeplerle kısa süren evlilikleri de eklersek nüfusumuzun fotografını görmüş oluruz. Bir zamanlar dağına, taşına, deresine tepesine, şehrine, köyüne isimler verdiğimiz coğrafyada; nesli tükenen canlılara benzedik. Anadolu’da kalan Ermenilerin yaşadığı şehirlerde “Son Ermeni”nin ölümünün haber değeri taşıması da bu fotoğrafın “fotoğraf altı haberi”.
Eğitim fotoğrafı karesine iyi bakalım:
İlköğretimden sonra, devlet liselerini, çok daha fazlasının ise sıradan sözde kolejleri tercih edenlerin sayısı bir hayli fazla, “aferin güzel okul” diyeceğimiz okul sayısı çok az. 2010, 2011, 2012 yıllarında iyi ve donanımlı bir ilköğretim okulumuzu bitirenlerin toplam sayısı 69, Ermeni liselerini tercih edenlerin sayısı 28, diğer liseleri tercih edenlerin sayısı (7′ si meslek lisesi) 41.Ermeni Liselerini tercih eden 28 öğrencimiz içerisinde puanları yetersiz olduğu için diğer okullara gitmeyenlerin var olduğunu da söyleyebiliriz. Kesintisiz 8 yıllık eğitimin 4+4 olmasıyla bu tercih ilk 4 yıldan itibaren başlayacak ve bu sayı daha da artacaktır. Kuşkusuz bunun birden fazla nedenleri var.
Alt gelir grubundaki aileler için okul parası mı? Yabancı dil olgusu mu? Eğitim düzeyi mi? Üniversiteye giriş ihtimalinin fazla olması düşüncesi mi? Başka nedenler mi? Toplum bilimcilerimizin eğitimcilerimizin okul yöneticilerimizin konuyu acil olarak gündeme almaları gerekiyor.
Doğum oranları, nüfusumuz ve öğrenci sayımız azalırken, liselerimizde kapasitelerinin altında öğrenci varken, öte yandan yeni okul binası yapıyorsak ve bu çelişkiyi görmüyorsak, önlem almıyorsak ciddi bir kan kaybımız var demektir. Buradaki varlığımızı, kültürümüzü hızla eriten bu çok önemli konuya önem veren okullarımızın olduğunu biliyoruz. Ama yine de tablo yukarıdaki gibi.
Liseyi bitirenlere ne durumda?
Liseyi bitirenler okul birincisi de olsalar dershane sıralarından geçmemişlerse, özel ders alamamışlarsa üniversite şansları yok gibi. (Dershaneler kapanacak. Ama sistem o boşluğu çabuk doldurur. Muhtemelen lisenin dört sınıfının başarısı esas alınacak. Yani çocuklar iki yıl yerine dört yıl destek eğitimi alacak demektir.) Dar gelirliler okul dışındaki bu destek eğitiminin parasını veremiyorlar. Bunların ellerinden tutan, kişisel desten veren yok gibi. Eğitim veren kurumumuz da yok. Yıllardır bu sistemin mağduru başarılı çocuklarımız yüksek okullardan yoksun kaldılar. Bir şekilde üniversite şansı yakalamışlarsa onlara verilen burslar da yeterli değil. Çok sınırlı branşlarda destek veriliyor. Geniş bir alanda destek yetersiz. Bunu iyi biliyorum. (Belediyemizin eğitim merkezini bitiren Bakırköylü ve diğer ilçelerden destek verdiğimiz başarılı Hay öğrencilerimiz var.)
İşsiz ve mesleksizlerimizin fotoğrafına bakalım:
Üniversite eğitimi veya meslek edinme şansı bulamayan erkek çocuklarımız aileden destek alamamışlarsa askerden sonra, mesleksiz, vasıfsız ve işsizler. Bunun yanında özellikle1970 lerden itibaren gençlerimizi yalnızca kuyumculuğa yönlendirdik. El emeğinin teknolojiye yenik düşmesiyle atölyeler kapandı. Onlarca gencimiz işsiz ve alternatif mesleksiz kaldı. Bunlar “Ne iş olsa yaparız.” noktasındalar. Bunalım içerisindeler, çaresizler. Geleceğe bakamıyorlar. İşsiz, mesleksiz, evlenemeyen, evlense de kısa sürede ayrılan, sosyal güvenceden yoksun gençlerimizi sizler de tanıyor, biliyorsunuzdur. Motosikletle kebap, pizza dağıtıcısı, mamasının yaptığı nohutlu pilavı zabıtadan kaçarak satanı, pazarda bir şeyler satabilmek için yalvar yakar olanı, korsan taksicilik yapanı var…
İş bulma şansı az olan alanlarda eğitim alan üniversiteli işsizlerimizi saymıyorum.
Günümüzde meslek liseleri tercih edilen okullar oldu. Çift eğitin yapıyorlar, seçmeli öğrenci alıyorlar. Mezun olanların iş sorunu yok. Hatta belli branşlar son sınıftayken iş bulabiliyor. Bu okullar teşvik edilmeli. Hatta liselerimizden birini, belki bir bölümünü belli branşlarda eğitim verecek meslek lisesine dönüştürme konusunu artık gündemimize almalıyız. Geleneksel baba mesleklerimizi ve günümüzün geçerli diğer mesleklerini öğrenmenin kapısını aralamalıyız. Gençlerimizin bir kısmı beyaz yakalı olur, bir kısmı mavi yakalı. Üstelik bunların kendi alanlarında yüksek okullara devam hakları da, üniversite eğitimi hakları ve şansları da var. Yasa değişti. Öğrenci sayısı az bile olsa insanımız için yatırım yapmaya değer. Buna hayır demenin, “ama” diyerek söze başlamanın geçerli hiçbir nedeni olamaz.
Dar gelirli insanlarımızın da fotoğrafına bir bakalım:
Çok sayıda alt gelir grubunda, muhtaçlık sınırının altında insanımız var. Görmeyenlerin tahmin edemeyeceği kötü koşullarda, yoklukla, işsizlikle çaresizlikle iç içe yaşayanlar var. Kış günü yakacağı olmayanlar, kırık pencere camını naylonla kapatanlar, gecekondusunda akan çatının altına kovalar koyanı var. Bunlar, Samatya, Kumkapı, Bakırköy, Feriköy, Kurtuluş, Dolapdere, Büyükdere gibi yerlerde de var. Kocasinan, Merter, K.Çekmece, Avcılar, Bayrampaşa, Beylikdüzü gibi toplumdan uzak yerlerde de.
Kiliselerimizin fakirler kollarının sınırlı imkanları bunlar için yeterli değil. Ortak bir dayanışma içerisinde de olamıyoruz. Vakıflarımızın gelirlerinin artışı oranında bunlara yansıyan, bunları kucaklayan bir örgütlenme içerisinde olmamız gerekiyor. (Ser Derneği’miz yeterli olmasa da gücü ve aldığı destek oranında onlara ulaşmaya çalışıyor. Belediyemizce Bakırköy’lü dar gelirli Haylara verdiğimiz yalnız nakit yardımın yıllık tutarı 380-400bin Tl.gibi.)
Yalnız ve Yaşlılarımız:
Biliyorsunuz yaşlı bir toplumuz. Çocuk sayısının azalması oranında yaş ortalamamız artıyor. Bu nedenle yalnız, kimsesiz, sosyal yalnızlığı olan, geliri olmayan veya dar gelirli, hayatlarını zor koşullarda devam ettiren yaşlılarımız çok. (Belediye olarak Bakırköy’de bunların adreslerine her gün sıcak yemek de gönderiyoruz.)
Bunlar da bizim insanlarımız. Onlara da el uzatmamız gerekiyor.
Halen kimi iyi, kimi kötü şartlarla kiraya verdiğimiz okulların dışında kapalı olan okullarımız var. Onlar da elden çıkmadan, gelecekte bunlara çok ihtiyacımız olacağını akılda tutarak bu okulları ‘huzur evi’ ne “misafirhane” ye dönüştürmemiz gerekir.(Belediyemiz huzurevinde de Haylar var.)
Deprem Riskli Binaların Yenilenmesi ve Yeni Bir Göç:
Depreme karşı riskli binaların yıkılıp yapılmasını zorunlu kılan yasanın uygulaması başlandı. Cemaatimize büyük ölçüde olumsuzluk ve göç getirecek bir sürece giriyoruz. Bu tür binaların verilen süre yıkılıp yapılması gerekiyor. Arsa haline geldikten sonra “hayır” deme tercihi yok. O bina ya yapılacak ya da tespit edilen fiyata arsa payı satılacak. İşte zorluk bu aşamada. Zor geçinen benim insanım bu ödemeyi krediyle bile olsa ödeyemeyecekse arsa payından parasını alacak. Sonra? Ya elindeki parayla bulabildiği yerde/semtte başını sokacak bir yer alacak veya o para eriyip gidecek. Yukarıda sözünü ettiğim misafirhanemiz olsa bu tür insanlarımız bir tek oda bile olsa orada kısa veya uzun süre kalma şansları olurdu.
Cemaatimizin fotoğrafına üç ayıplı ve kronikleşen kare ile devam edelim mi?:
En büyük iki vakfımızın birinde 2-3 yıldır ayıplı bir seçim komedisi yaşanıyor. Tartışmalar, itirazlar, yargıya suç duyuruları, yüzlerce insanımızın Çağlayan Adliyesinin koridorlarını doldurması, sanki çok insanımız varmış gibi dışlamalar, seçim ertelemeleri, resmi kurumların sürece dahil edilmesi ve sonuçta yargı.. Seçimin süreci bu mu olmalı?
Yıllar yılıdır kapalı bir yönetimle yönetilen vakfımızda seçimin sonucunu yargı mı belirlemeli? Neymiş? “Sen bu ilçede oturmuyorsun”, “Sen bu ilçede oturmuyorsun”. Olabilir. Atadan kalanların sorumluluğu hepimizindir. 45-50 bin Ermeni’nindir. “Sen bu ilçede oturmuyorsun”. Mevzuata sığınarak vakıflarda saltanat kurmanın bir şekli. Ayıp, hem de çok yazık. Üstelik saltanatlarını devam ettirmek isteyen kimi yavru vakıflara kötü örnek.
Diğer ayıplı süreç, Eş-Patrik seçimi süreci: Kendilerine durumdan vazife çıkaranlara doğru olanı bir türlü anlatamadık. Bu yetkisiz kurul yanlışlar zincirine göz göre göre halkalar ekledi. Resmi kurumlar, yargı derken sonuçta noktayı Ankara koydu. Patrik vekili seçildi. Bu durum en büyük koltuğumuzda ne kadar süreceği bilinmeyen bir belirsizlik ortamı yarattı. Oysa o arkadaşlar becerilerini!, enerjilerini cemaatin tüzel kişiliği konusunda, patriklik seçim yönetmeliğinin güncelleşmesi konusunda harcayabilselerdi “Bir şeyler yapmaya çalışıyorlar.” derdik. Şu anda Patrik seçimi yapılması gerekli olsa geçerli yönetmelik yok. Yine bekleyeceğiz.
Diğer ayıplı bir fotograf karesi de vakıf seçimlerinde “Seçim Çevresi” konusu:
Bir kaos da bu konuda yaşanıyor. Açıkçası biz bu işi bilmiyoruz. Çoğu vakıf/kişi her olaya toplumun ortak yararı açısından değil kendi bulunduğu yerden tek boyutlu bakıyor. Bu nedenle kendi iç konumuz olan seçim çevresi, konusunu da çözemedik. Sonunda buna da resmi kurumlar müdahale etti var olan seçim yönetmeliği iptal edildi. Yani “Kendi iç sorununuzu da ortak yararınız doğrultusunda çözemediniz görev yine bize düştü ” denildi.
Bakalım bizim cemaatimize “Ermeni Baharı” ne zaman gelecek?
Geleceğimiz için artan şey vakıf mülklerimizin geliri. Ama???
Güzel günler dilerim. Sevgiyle kalın.
Yervant Özuzun
Not:
Bir de önemine rağmen tartışmadığımız, üzerinde durmadığımız seçim sistemleri sorunumuz var. Günümüzün yönetimleri nasıl olmalı? Bu yönetimler nasıl seçilir? Biz bunları bilmiyoruz.
Hiç kuşkusuz en doğru sistem “Nispi Seçim Sistemi”dir. Birden fazla listenin seçime katıldığı, her listenin aldığı oy oranında yönetimde temsil edildiği seçim sistemi. Mevcut yöneticilerimiz içerisinde “Yönetimlerde uyumu bozar.” gerekçesiyle uygun bulmayanlar çoğunlukta. Ne diyelim. Bu da bizim yönetim anlayışımızı, fikir özgürlüğümüzü, demokratik duruşumuzu gösteren mihenk taşımız.
Oysa doğru sonuçlara farklı görüşlerin sentezinden ulaşılır. Bizim vakıflarımızda seçimle gelen denetçiler -Denetim Kurulu- yok. Böyle bir sistem yönetimde otokontrolü ve şeffaflığı da beraberinde getirir. Hiç kuşkum yok şu son yıllarda kulağımıza gelen, gördüğümüz, okuduğumuz, “bu da olmaz” dediğimiz konular kapalı/denetimsiz, tek adamlı yönetim sisteminden kaynaklanıyor.
Yazık ki çoğunluğumuz bunu hala anlayamadık. Cemaatine karşı görevini yapmak isteyen başarılı nice insanımızı dışlayan, cemaatin dışında tutan, genlerimizdeki Çarşı/Mahmut Paşa tortulu bu yönetim anlayışını hala sürdürme isteğimiz de bir başka yanlışımız.
Ocak 2013
Yervant Özuzun / yervanto@gmail.com
Yorumlar kapatıldı.