İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin demir yumruğuyla yönetilen Osmanlı İmparatorluğu, Almanya’yla ittifak kurarak Birinci Dünya Savaşı’na girmekle birlikte ulus-devlet projesini uygulama yönünde kanlı adımlar atmaya başladı. Teşkilat-ı Mahsusa’nın katilleri bir yandan Ermeni Soykırımı’nın hazırlıklarını hızla sürdürürken, öte yandan da Kuşçubaşı Eşref Bey’in kardeşi Hacı Sami Bey’in çetesi Arap topraklarında kontrgerilla faaliyetleri örgütlüyordu. Bu arada Almanya da boş durmuyor, aynı bölgelere kendi ajan-provokatörlerini gönderiyordu. Bunlardan biri olan Max von Oppenheim, Almanya şansölyesi Theobald von Bethmann Hollweg’e yazdığı mektupta Ermeni soykırımını tipik bir İttihatçı ağzıyla anlatıyordu.
FOTOĞRAF: Oppenheim Bedevilerle…
İMPARATORUN AJANI
Zengin bir bankerin oğlu olan Max von Oppenheimer, “İmparatorun İslam Dünyasındaki Gözlemcisi” sıfatıyla 1896-1910 arasındaki 14 yılı Kahire’de geçirdi. Bu dönemi kendi açısından son derece iyi değerlendiren Oppenheimer zamanının büyük kısmını Kahire’nin yoksul semtlerinde geçirdi, mükemmel düzeyde Arapça öğrendi, yaşamını yerel örf ve adetlere göre sürdürdü. Mısır ve genel olarak Ortadoğu hakkında detaylı raporlar hazırladı. Yapımını Deutsche Bank’ın finanse ettiği ve Abdülhamit’in İttihad-ı İslam politikasına hizmet etmek amacını taşıyan Hicaz Demiryolu’nun güzergâhına dair önerilerde bulundu. Bu faaliyetleri bir süre sonra Mısır’ın fiilen hakimi konumunda olan İngilizlerin dikkatini çekti ve Oppenheimer’in Mısır’dan ayrılması için Alman makamlarına baskı uygulamaya başladılar.
1911 yılında baskılara dayanamayan Almanya Büyükelçiliği, Max von Oppenheimer’i Tell Halaf’ta yapılan kazıları yürütmek göreviyle Suriye’ye gönderdi. Oppenheim burada bir yandan Asur döneminden kalan eserleri gün yüzüne çıkartırken, öte yandan da asli göreviyle, yani yaklaşan savaşta Almanya’nın işine yarayabilecek her türlü bilgi ve belgeyi ülkesine göndermek uğraşıyordu. Arkeolojik faaliyetleri hem Almanya devleti, hem de banker babası tarafından finanse ediliyordu. Oppenheim, çıkardığı eserleri İmparator Wilhelm’in desteğiyle Almanya’ya gönderdi.
SOYKIRIMIN ŞAHİDİ
1914 yılına gelindiğinde birden Oppenheim’in yıldızı parlamaya başladı. İstanbul’a çağrılan Oppenheim “Almanya İmparatoru’nun Baş Şark Danışmanı” sıfatını elde etti. Ekim 1914’te Almanya Dışişleri Bakanlığı’na “Düşmanlarımızın elinde bulunan İslam topraklarının devrimcileştirilmesi” başlıklı bir rapor sundu. Bu raporda Cihad ilan edilmesinin önemini vurguluyor, birlikte çalışılabilecek yerel ileri gelenlerin isimlerini sayıyor, yerli halka ve hacılara yönelik propaganda faaliyetlerinin yanı sıra, geniş kapsamlı kontrgerilla ve sabotaj faaliyetleri öneriyordu. Bunların arasında Süveyş Kanalı’na sabotaj düzenlenmesi ve Bakü’deki petrol havzalarının havaya uçurulması gibi öneriler de vardı.
Savaşın başlamasıyla birlikte Teşkilat-ı Mahsusa’nın katilleriyle bir arada çalışan Max von Oppenheimer, 1915 yılında Hicaz’a giderek, Şerif Hüseyin’i Almanya’nın (ve dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun) çıkarlarına kazanmaya çalıştı. “Şark İçin Haberalma Servisi”ni yöneten Oppenheim, Teşkilat-ı Mahsusa üyesi Hacı Sami Bey’in de desteğiyle suikastlar planladı, propaganda yazıları ve okur yazar olmayan halkın anlaması için genellikle sadece görsel malzemeden oluşan bildiriler hazırladı.
Oppenheimer, bu faaliyetleri esnasında Almanya şansölyesi Theobald von Bethmann Hollweg’e düzenli raporlar veriyordu. Bu raporların birinde, Ermeni soykırımı bir İttihatçı’nın gözüyle anlatılıyordu:
“Cemal Paşa, benimle Ermeni meselesi üzerine konuşmak için tekrar tekrar vesile yarattı ve subaylarına, bunun IV. Ordu bölgesindeki gelişmesi üzerine dosyalardan yazılı ve sözlü bilgilerin bana verilmesi talimatını verdi. Bu yolla bana özellikle çevirisi ekte sunulan, sürülen Ermeniler üzerine Cemal Paşa’nın verdiği emirler iletildi. Ben Cemal Paşa’ya, Türk tarafınca, şüphesiz eksik olmayacak ithamlara zamanında karşı konulabilmesi için, burada ve Konstantinopel’deki merkezde Ermeni sorunu üzerine her tür malzemeyi toplatmasını ve münasip zamanda dosyalara dayalı bir açıklamayı yayımlamasını tavsiye ettim. Asya Türkiye’sindeki seyahatlerimde Ermenilerle çok meşgul olmak zorunda kaldım. Üzgünüm ki, bunlar üzerine hükmüm –bu yörelerdeki çoğu Almanla uyum içinde– çok kötü bir hükümdür…
Bir sıra Ermeni’nin Avrupa’da Jön Türklerle, Hamidist rejimin yıkılması için yaptıkları işbirliği, ilişkinin düzeleceği izlenimini bıraktı. Yeni Jön Türk efendiler Ermeniler’e, hem –birçok bakanlık ve memurluk vererek– Konstantinopel’de, hem de taşrada en büyük hatırşinaslığı gösterdiler.
Karşıdevrim Ermeniler için yeniden kritik bir dönem getirdi: Adana’daki katliam oldu. Ama hemen ardından ilişki yine iyileşti. Ben henüz son yıllarda Suriye ve Mezopotamya’da, Müslüman arkadaşlarından gerçekten kardeşçe bir muamele gören birçok Ermeni asker ve jandarma gördüm.
Türklerin olağanüstü hatırşinas tutumu Balkan Savaşı’ndan sonra devam etti, ki o zaman Hıristiyan askerlerle ve özellikle Ermenilerle yapılan kötü deneyimlere rağmen. Hatta tek tük, kimi Ermeni subay, Kanal’daki Müslüman birliklere kumanda etti ve bir bölümü Türk karargâh subaylarından kahramanlık madalyası aldı. Ancak savaşın daha sonraki bir aşamasında, Ermeni askerler silahsızlandırıldılar ve amele taburlarına ayrıldılar…
Başlangıçta Ermeniler gönderilmelerine karşı bir direnç göstermediler. Son zamanda ama askerî makamlar, görevlerini yerine getirirken çeşit çeşit zorluklarla karşılaştılar, örneğin özellikle Maraş’ın Ermeni mahallesi boşaltılırken, buradan 5-600 sürgün Funşlik’e (Maraş’ın güneyinde) kaçıp orada kendilerini savunma konumuna geçtiler; orada onlara karşı yollanan askeriye tarafından hemen hemen son adama kadar hepsi öldürüldü. Bundan başka Antakya’dan Ermeniler sürülmekten kurtulmak için dağlara saklandılar, orada hâlâ aranıyorlar. Şu anda 12.000 Ermeninin transportu, Şam üzerinden güneye, yani güney Hauran’a ve Hicaz Hattı üzerinde Kerak’ın doğusundaki yörelere sürüyor…” (Serdar Dinçer, Alman Belgelerinde Alman-Türk Silah Arkadaşlığı ve Ermeniler)
ESKİ İTTİHATÇI, YENİ NAZİ…
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda görev yapan birçok Alman askeri, Almanya’ya geri döndüğü zaman Hitler’in Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne üye oldu. Ermeni Soykırımı’nda aldıkları dersleri, Yahudi Soykırımı’nda uygulamaya başladılar. Max von Oppenheim da bunlardan biriydi. Resmi kayıtlarda “yarı-Yahudi” olarak görülmesine rağmen Oppenheim’in ailesi Naziler tarafından güçlü bir şekilde desteklendi, mali sıkıntı içindeki bankasına büyük krediler sağlandı.
Cihad çabalarının hüsrana uğramasına, Osmanlı ve Alman ordularının bütün cephelerde ağır yenilgiler almasına rağmen Oppenheim eski planlarından hiçbir zaman vazgeçmedi. Temmuz 1940’da, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından dokuz ay kadar sonra, artık 80 yaşında olan Oppenheim tekrar Dışişleri Bakanlığı’na ayak bastı. Nazilere de Cihad ilanı için gerekenin yapılması tavsiyesinde bulundu ve bunun için yürütülen faaliyetleri örgütledi. Savaşı sağ salim atlatan Oppenheim, 1946 yılında çiftliğinde bir ciğer hastalığı sonucunda öldü.
Bu satırlar yazıldığı esnada ise Alman askerleri bir zamanlar Oppenheim’in ajan-provokatör olarak faaliyet gösterdiği topraklara, Patriot füzelerini yerleştirmekteler …
Atilla Dirim, 8 Ocak 2013, Sesonline.net
http://www.sesonline.net/php/genel_sayfa_yazar.php?KartNo=57565&Yazar=Atilla+Dirim
Yorumlar kapatıldı.