Murat Kapkıner / muratkapkiner44@gmail.com / Taraf
Samimiyetimle söyleyeyim: hakkaniyetli bir şey olacak olsa ülkemizde, ombudsmanın gerçekten bir Ermeni yurttaşımız olması gerekir. Musevi ve Süryani de olabilir. Ya da devlet hizmeti, deneyimi olmadığı gibi Türk ve Müslüman da olmayan bir yurttaşımız. Bunlar üçüncü kişilerdir çünkü. Mümkün en olumsuz, kinli bir Ermeni yurttaşımızı seçtik diyelim. Azınlıklar devletten çok çekti, adil olamazlar derseniz. Türklerden oluşan devletten çekti onlar. Türk’e de devlete de eşit mesafede duracaktır en kinli Ermeni bile. Zalimler eşitse en adaletsiz hakem, adil olma zorunda kalır, çünkü kantar bir milim kaysa bir zalime yardım etmiş olur.Oysa, böyle kinli Ermeni yurttaşımız da zaten pek yok.
***
Bilenler düzeltsin lütfen: Sendikacılık sanayi devriminden sonra veya esnasında ortaya çıktı. Adamlar öldü. Amele (halkın bütünü demektir) ile devlet arasında uzun zaman (düne kadar) meydan muharebeleri yaşandı. Vahşi kapitalist devletlere karşı işçi örgütlenmişti. (Hoffa muhteşem bir filmdi.)
Ben John Steinbeck’i, bu arada Gazap Üzümleri’ni, yetmişli yıllarda okuduğumda, bir propagandist olarak abartıyor demiştim.
Aynı yıllar, astsubaylıktan atıldıktan sonra, elektrik ustabaşı olarak birkaç özel sektör fabrikasında çalıştım.
Malatya’nın açları, mesela on altı yaşındaki kızdan, yetmiş yaşındaki hastalıklı şişman kadına kadar yüzlerce kişi fabrikanın önünde iş için bekleşirdi. Müdür seçmeye çıktığında, aynen köle pazarlarında olduğu gibi, en sağlıklı ve gençleri seçerdi. Bu arada amelelerin uğultusu içinde yetmiş yaşındaki şu kadının yakarışını unutmuyorum: “Vallaha yaparım, Billaha gücüm yeter.”
On altı yaşındaki mahbube kızın kazma kürekte, yirmili yaşlarında, biri birkaç aylık ve tezgâhın kenarındaki çir sandığında, öteki beş yaşlarında eteklerinin altında dolaşan iki çocuklu taze annenin Hz. Hacer annemiz gibi bir bebeğine, bir öteki çocuğuna bir takip edip çalışması gereken tezgâhına seğirttiğini unutmuyorum.
Müdürü dövdüm, grev kırdım; bu zavallı insanlar jandarma dayağı yemesin diye. İki militan tarafından, sendikasız, sigortasız bu “cep harçlığı”na çalışan biçareler kışkırtılıyor, jandarma dayağı yiyip geliyorlardı.
Daha sonra (biraz portakal rengi de olsa) oraya sendikayı soktum.
John Steinbeck’in hiç abartmadığını yakinen deneyimlemiştim. Ve zaten kendisi de anılan o portakal bahçelerinde doğmuş biriydi.
Bu sendika işini başından beri anlamadığıma gelecektim: Devlete karşı, devletin yurttaşının hakkını korumak için örgütlenmek?.. Yani devlet zalim, haramzade. Adil bir devlette böyle şey olur mu derdim. Sonuç: İslam’da sendika olmaz. Çünkü devlet yurttaşı içindir ve adildir.
Haksız çıkmadım. O vahşi kapitalist, zalim devletler gidip yerini sosyal devletler aldıkça Batı’da sendikacılık bitti sayılır.
Cumhurbaşkanları tarafsız olabildi mi. 65-75 yıllık siyasi Demirel bir yeminle nasıl aniden tarafsız olabildi.
Sayın Gül’ü istisna ederek söylüyorum: Demirel de merhum Özal da tarafsız gibi göründüler ama işin aslında, inadına, o denli taraftılar ki partilerinin kontrolü ellerinden kaçıyor diye, hatta, partilerine ters düştüler.
Yani böyle bir backgroundu olanlardan tarafsızlık beklemek biraz haksızlık bile olabilir demeye getiriyorum.
Yukarıda andığım sendikalarla devlete bir arabulucu, bir hakem tayin edilmek zorunda kalınsaydı, bu kişi mesela ABD’nin bir yüksek bürokratı olabilir miydi. Ya da sendikalardan birinin başkanı.
Üçüncü kişi olması gerekmez mi sizce de.
Şimdi diyorlar ki ombudsman, devletle, milletin ihtilafında hakem olacak. Nasıl yani? Birbirine denk iki dinamikten bahsetmiyoruz ki böyle bir şey olsun. Elinde başta silah olmak üzere, ülkenin ekonomisine, hukukuna, sosyolojisine, her şeyine egemen olan bir güç ile hiçbir şeyi olmayan millet karşı karşıya.
Bir defa bu oluşum, düşünce, her neyse, felsefesinden, mantığından itibaren yanlış. Tarafların durumlarının böyle olduğu bir limoni durumda hakemlik diye bir şey olmaz.
İkincisi, tutalım ki oldu. Yalan da olsa, oldu. Bu kez de taraf olan birini yapamazsınız. Mesela devletin bir yüksek bürokratı devletle millet arasında hakem olamaz. Kendisi taraftır. Onu kimlerin seçtiğini de bilmememe karşın, sanıyorum seçenler de devletin adamları. Haklısınız vasat bir yurttaş da olamaz; o da Türk ve Müslüman olacağından biri ulusalcılığından, öteki hem ulusalcılığı hem dindarlığından ötürü aziz devletine sahip çıkacak, milletini satacaktır. (Şek. 1’den 1.000.000 kadarda görüldüğü gibi).
Üçüncü kişinin gereğini yukarıdan beri anlatmaya çalışıyorum. Yurtdışından, lekesiz, mesela bir Alman’ı görevlendirebiliriz. Ne bileyim, Tanzanyalı filan. Samimi söylüyorum: Felsefi açıdan, mantık açısından pratik açısından hakkaniyetli bir şey yapmak istiyorsak…
Samimiyetimle söyleyeyim: hakkaniyetli bir şey olacak olsa ülkemizde, ombudsmanın gerçekten bir Ermeni yurttaşımız olması gerekir. Musevi ve Süryani de olabilir. Ya da devlet hizmeti, deneyimi olmadığı gibi Türk ve Müslüman da olmayan bir yurttaşımız. Bunlar üçüncü kişilerdir çünkü.
Mümkün en olumsuz, kinli bir Ermeni yurttaşımızı seçtik diyelim.
Azınlıklar devletten çok çekti, adil olamazlar derseniz. Türklerden oluşan devletten çekti onlar. Türk’e de devlete de eşit mesafede duracaktır en kinli Ermeni bile. Zalimler eşitse en adaletsiz hakem, adil olma zorunda kalır, çünkü kantar bir milim kaysa bir zalime yardım etmiş olur.
Oysa, böyle kinli Ermeni yurttaşımız da zaten pek yok.
muratkapkiner44@gmail.com
http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=12251&Ombudsman%20bir%20Ermeni%20yurtta%C5%9F%C4%B1m%C4%B1z%20olmal%C4%B1
Yorumlar kapatıldı.