Amerika’da doğup yetişen Ermeni ud sanatçısı ve Türkiye’de de tanınan pek çok şarkının bestecisi Ara Dinkjian geçen hafta sonu Londra’daydı. Caz Festivali kapsamında sahneye çıkan Dinkjian, BBC Türkçe stüdyosunda Ayça Abakan’ın sorularını yanıtladı.
Ayça Abakan: BBC Türkçe’ye hoşgeldiniz Ara Dinkjian…
Ara Dinkjian: Merhaba…
Ayça Abakan: Geçen Pazar gecesi Londra Caz Festivali kapsamında Purcell Salonunda verdiğiniz konserin izleyicileri arasındaydım ben de. Son derece renkli, coşkulu bir dinletiydi. Birçok rengin, içinde büyüdüğümüz kültürlerin karışımı ve sonucu olan müzikler dinledik. Bizlere de yansıttığınız bu ilham, sizde ilk olarak nasıl başladı, nasıl ortaya çıktı?
Udi Ara Dinkjian
“1910’dan kalma bir fotoğrafta dört müzisyen gayet gururlu bir şekilde, yan yana oturuyor. Kemani İhsan, Kanuni Artaki, Udi Mısırlı İbrahim ve Kemençeci Sotiri, ellerinde çalgıları, çalmaya hazır durumda poz vermişler. Yüzyıllardır devam eden birşey bu. Müzikteki kardeşlik duygusu, hepimizin paylaştığı şeyleri ortaya koyan en büyük örnektir.”
Ara Dinkjian: Ben New York’ta, Amerika’da doğdum ama bir Ermeni’yim. Bu iki kültürel unsur da yaptığım müziğe yansıyor. Bu iki unsurun varlığını reddetmek istemiyorum. İşte sizin dinlediğiniz de, bu iki kültürün bir bileşimi.
Ayça Abakan: Ve tabii ilk esin kaynağınız da, babanız oldu değil mi?
Ara Dinkjian: Çok doğru, babam Onnik Dinkjian müthiş bir Ermeni halk şarkıcısıdır. Ailesi Diyarbakırlı. Dolayısıyla bu bizim kanımızda var; bu kültür, bu müzik, bu yemekler… Bütün bunlar bana da yansıyor. Beş yaşındayken babama eşlik etmeye başladım sahnede. Onnik’in oğlu olduğumdan sahnede oturup öğrenmeme izin veriyorlardı. Aradan neredeyse 50 yıl geçti, hala eşlik ediyorum babama. Benim için çok büyük bir keyif bu. Benim öğretmenim ve esin kaynağım o. Ermenice ezgileri söylemenin yanı sıra, ilginçtir, Diyarbakır Ermenicesiyle de şarkı, türkü söyler. Bu lehçeyi anlayabilen son insanlardan biridir babam. Dolayısıyla, sonunda kaybolup gidecek olan bu lehçeyi kaydederek belgelemesini sağlamaya çalışıyorum, olabildiğince.
Ayça Abakan: Size ve müziğinize dönelim. Beste yapmaya ne zaman, nasıl başladınız?
Ara Dinkjian: Annem babam, eksik olmasınlar, evde çeşitli çalgılar bulundururdu. Her bir çalgıya, yeni bir renk gözüyle baktım. Çok küçük yaşta, çocukken bestelemeye başladım. 6-7 yaşındaydım. Hep bu ezgilerin arayışı içindeydim. Bestelemek ve yaratmak diye ifadeler kullanıyoruz. Bazen bu terimler bana biraz haddini aşar görünüyor. Ben kendimi daha çok ezgileri yaratan değil, ortaya çıkaran kişi olarak görüyorum. Şarkılar bana geldiği zaman, bir bütün olarak, bariz bir şekilde geliyor. Üzerlerinde çalışmıyorum, değiştirmiyorum. Sanki hep oradaymışlar da, ben bu ezgileri duyabilme şansına sahipmişim gibi geliyor.
Bir ezgi nasıl çıkar gün ışığına?
Ayça Abakan: Ama şans bir yana, sizi birşeyler esinlendiriyor olmalı. Bir ezgiyi ortaya, açığa çıkarmanızı tetikleyen ne oluyor?
Ara Dinkjian: İnsanın halleri… Aşk, verilen kayıplar, korku, acı, coşku, insanın yaşadığı bütün duygular, benim için esin kaynağı. Ama tuhaf birşey var, ben bir parçanın anlamını ancak tamamlanmasından sonra anlayabiliyorum. Ancak ondan sonra bakabiliyorum şarkıya. Çünkü müziği ortaya çıkarırken adeta bir büyü altındaymış gibi oluyorum. Müzikte ve belki de hayatta en büyük düşman, beyin. O yüzden beynimi kapatıp, müziğin oluşmasına, bana gelmesine veriyorum kendimi. Sonra dönüp ezgiyi anlamaya çalıştığımda, “aa tabii, hasta olan büyükannem için kaygı duyuyordum. Ondan böyle bir şarkı çıktı.” diyorum örneğin.
Ayça Abakan: Ezgilerinizin sözlerini yazmadığınızı söylemiştiniz, peki sonuçta, çok çeşitli dillerde seslendirilen şarkılarınızın anlattıkları hoşunuza gidiyor mu?
Ara Dinkjian: Bu konuda edecek iki sözüm var. Birincisi, söz yazarları bana soruyorlar ezginin özellikle neden esinlenerek yazılmış olduğunu. Ama çoğu kez de, benim esin kaynağımla hiç ilgisi olmayan sözler yazıyorlar. Doğrusu, bu beni hiç rahatsız etmiyor. Sözcükler onların sanatı. Ama değinmek istediğim bir diğer nokta şu: Ben sözcüklerle uğraşmadığım için, enstrümantal müzik, herkese açık birşey oluyor. Gerçekten de benim şarkılarım 12-13 ayrı dilde söylendi, bu beni çok mutlu ediyor çünkü hepimizin paylaştığı, ortak, insanca unsurları ortaya koyuyor.
Ayça Abakan: Hepimiz paylaşıyoruz belki ama, galiba daha çok Akdeniz’in doğu kesimlerinde paylaştığımız bir kültür ve gelenek bu. Londra’da, Thames ırmağının ‘Güney Yakası’nda dinletinizi izleyenler de adeta bir Akdeniz ülkesindeymiş gibi tepki verdi ezgilerinize. Amerika’daki konserlerinizde nasıl bir yansıma görüyorsunuz? Daha doğrusu, duymak istediğiniz yanıtı veriyor mu müziğinize izleyiciler?
Ara Dinkjian: Benim bestelerim Doğu ile Batı’nın farklı bir bileşimi. Bazı parçalarım son derece Batılı. İçlerinde Doğu’dan sadece ufak bir tını var. Ama diğer bazı parçalar da türkülere benziyor örneğin. Tabii Batılılar, daha Batılı gelen parçalara eğilimli. Ben müziğimde çok eski makamlarla Batılı anlamdaki ahengi birleştirmeye çalışıyorum. Nerede bulunduğunuz değil, kim olduğunuz önemli. Benim CD’lerimden birinin adı ‘Amerika’da Bir Ermeni’. Gerçekten de bulunduğunuz yerin bir önemi yok, ruhunuz öne çıkıyor. Şimdi bir genelleme yapacağım, dürüst olmak gerekirse Amerikalı izleyiciler müziğimi Doğulu izleyiciler gibi algılamıyor. Sonuçta ne oluyor, ben de okyanusu aşıp seyahatler ediyorum, onca güzel ülkelere gidiyorum, birçok insanla tanışıyorum. Dolayısıyla ben, izleyicilere ne dinlemek istediklerini sorup ona göre çalacağıma, kendi müziğimi dinlemek isteyen insanlar için çalmaya karar verdim.
Taş plaklardaki ustalar
Ayça Abakan: Ud sanatçılığınız dünyaca ünlü. Genç yaşlı, her kuşaktan müzikçiye esin kaynağı oldunuz, oluyorsunuz hiç kuşkusuz. Ama siz, kendiniz, kimden etkilendiniz?
Ara Dinkjian: Bu soruyu yanıtlarken hep tedirgin oluyorum, ya birisini unutursam diye. Ama yine de yanıt vereyim sorunuza. Ud anlamında, benim öğretmenlerim 1920 ve 30’ların usta sanatçılarıydı. Tabii onları hiç tanıyamadım ama ben çok koyu bir taş plak meraklısıyım. Bu plaklar benim öğretmenlerim oldu. Çünkü bu plaklar o büyük ustalardan bizlere kalan ilk sesli örnekler oldu. Udi Yorgo Bacanoz’ı, Udi Hrant’ı anmalıyım burada. Bu ustalar esin kaynağı oldular ve olmaya devam ediyorlar bana, ancak zaman zaman da, gözümü müthiş korkutuyorlar. Yine de her zaman, bana, udun nasıl çalınması gerektiğini hatırlatıyorlar.
Ayça Abakan: Yeniden köklerinize dönelim. Bir süre önce Diyarbakır’a gitmiştiniz. Bu ziyareti yapma fikri nasıl oluştu ve Diyarbakır’a gidince duygularınız ne oldu?
Ara Dinkjian: Babamın çok güçlü bir kişiliği vardır ve kendisini her zaman Diyarbakırlı diye tanıtır. Bir gün kendisine “Baba, oraya gitmedin bile. Nasıl Diyarbakırlı olursun?” diyecek oldum. Ama yine ısrarla vurguladı “Diyarbakırlıyım ben” diye. Bir gün, gözümü açar açmaz kararımı verdim, daha fazla bekleyemezdim, 75 yaşındaydı, telefon ettim ve “Baba biletleri aldım. Gidiyoruz.” dedim. Babam, kendi babasından Diyarbakır hakkında pek çok şey dinlemişti. Diyarbakır’a gittiğimizde, kasıtlı olarak babamın 5-6 adım gerisinden yürüyordum. Çünkü onun, kenti o ilk keşfeden adımları kendi başına atmasını, babasından dinlediği, surlara, koskocaman karpuzlara ve yürürken kollarınızı açtığınızda evlerin duvarlarına değebildiğiniz daracık yollara dair öyküleri hatırlamasını istiyordum. Bütün o efsane ya da abartı zannettiği şeyler, aslında doğruydu. Orası Diyarbakır’dı, eviydi. Kendimi nasıl hissettiğimi soruyorsunuz, bunu ifade etmem çok zor. Babamın kendi kökenlerini keşfetmesine tanık olma fırsatını bulduğum için çok talihli hissediyorum kendimi.
Unutulamayan buluşmalar
Ayça Abakan: Sık sık sanatçılara sorulan sorulardan biri belki ama, konserlerinizde izleyicilerinizle buluşmalarınızdan unutamadığınız, hep birlikte taşıdığınız bir anı var mı?
Ara Dinkjian: Tabii… Tüm müzikçiler gibi benim de unutamadığım anılarım var. Sordunuz, aklıma hemen gelen iki anımı anlatayım. Grubum ‘Night Ark’ ile birlikte Ermenistan’da konser veriyordum. Biliyorsunuz, Arto Tunçboyacıyan da grubun üyelerinden. Ermenistan’da ilk kez konser vermek, bende, sanırım, babamın Diyarbakır’a ilk gittiğinde yaşadıklarına benzer duygular yarattı. Amerika’da doğdum ama bu müziği Ermenistan’da Ermenilere çalabiliyordum ve onlar da bu müzikten etkileniyorlardı. Daha önce hiç duymadığım bir duyguydu. ‘Şarkını sevdik ya da ud çalma biçimini beğendik’ gibi bir alkış değildi o, ‘buraya geldiğin için sağol, geldiğin yerde Ermeni kültürünü koruduğun için teşekkürler’ dercesine bir alkıştı. Böyle birşeyi daha önce hiçbir yerde hissetmemiştim.
Aklıma gelen bir başka anı da, Diyarbakır’da babamla birlikte sahneye çıkmamız. Kardeş Türküler’in konuğuyduk. Hayal edebiliyor musunuz, bilmem. Biraz utandırıcı bir hikaye ama, anlatayım yine de. Kardeş Türküler’le sahnedeydim. Babam sahnenin önünde türküleri söylüyordu. Tabii sadece arkasından görüyordum onu. Bir açıkhava konseriydi, binlerce insan vardı. “Hele Hele”yi Diyarbakır’da, Ermenice söylüyordu. Bu inanılmaz bir an diye düşündüm ve mesleki anlamda hiç yapmayacağım birşeyi yapıp türkünün ortasında elimi cebime atarak fotoğraf makinemi çıkardım ve bize sırtı dönük halde onca kalabalığa türkü söyleyen babamın fotoğrafını çektim. Kardeş Türküler grubu hayret içinde bana bakıyordu. Onlara işaret ettim, sakın böyle birşey yapmayın, doğru değil diye, ama ben bir defalık olsun, bunu yapamadan edememiştim. İşte o da, unutulmaz gecelerden biriydi.
Müzikle dünyayı değiştirmek…
Ayça Abakan: Siz müziğin dünyayı değiştirebileceğini savunuyorsunuz. Gerçekten inanıyor musunuz buna? Dünya, özellikle de Orta Doğu bölgesi bunca büyük bir kargaşa yaşamaktayken müzik gerçekten de insanları, toplumları bir araya getirip birbirlerini dinlemelerini, anlamalarını; birbirleriyle acıları sevinçleri paylaşmalarını sağlayabilir mi?
Ara Dinkjian: Müzik bunu her zaman yaptı, başardı. Bu sadece benim savunduğum, benim düşündüğüm birşey değil. Yüzyıllar boyunca müzik, her zaman insanları birleştirdi. Tarihin bazı dönemlerinde ve bazı kültürlerde müzisyen olmak alt tabakaların işi gibi görülmüştü. Ben her zaman, insanları bölmek yerine birleştiren bir hareketin parçası olmaktan gurur duydum. Elimde 1910’dan kalma bir fotoğraf var. Dört müzisyen gayet gururlu bir şekilde yan yana oturuyor. Kemani İhsan -bir Türk- , Kanuni Artaki -bir Ermeni- , Udi Mısırlı İbrahim -bir Yahudi- ve Kemençeci Sotiri -bir Rum-… Bu dört kişi bir arada oturmuş, ellerinde çalgıları, çalmaya hazır durumda poz vermişler. Yüzyıllardır devam eden birşey bu. Müzikteki kardeşlik duygusu, hepimizin paylaştığı şeyleri ortaya koyan en büyük örnektir.
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/11/121120_ara_dinkjian_interview.shtml
Yorumlar kapatıldı.