Ayşe GÜNAYSU
İstanbullu ama yıllardır Paris’te yaşayan Ermeni Aram Kevropyan ve ailesi ile birlikte iki yıldır Ermeni kilise müziği üzerinde çalışıyorlar. Ermeni dini müziğini öğreniyorlar, Ermenilerin tarihini, yaşadıklarını, yok edilişlerini öğrenip, ele aldıkları şeyin ruhuna varmaya çalışıyorlar.Bu iki yıllık çalışmanın bir uğrak noktası olarak (çünkü çalışma sürüyor) bir haftalık bir program düzenlemişler. Adını da “Benim Sessiz Kızkardeşim” (My Silent Sister) koymuşlar. Film gösterimleri, Aram Kevropyan ailesiyle müzik/ses kullanımı workshopları, konserler, söyleşiler ve paneller.
***
10 Kasım Cumartesi. Açlık grevlerinin 60. günü. Altmışıncı gün diye telaffuz ederken bir varoluş halinden bir başka varoluş haline geçiyor insan: Parçalanıp dağılan bir varoluş hali.
Polonya’nın güneyinde, 2. Dünya Savaşı’nda onbinlerce sivilin can verdiği bir kentteyim, açlık grevlerinin 60. gününde. Eski Alman adıyla Breslau, şimdi Polonya dilinde Wroclaw olarak anılan küçük, çok eski bir kent.
Dar bir sokakta bir eski bina. Burası bir enstitü. Sanat, kültür, müzik ve tiyatro merkezi. Grotowski Enstitüsü.
60. gün. Çevremizi saran çoğu çok genç insanlar başka bir insan türüne ait gibiler. Diyarbakır’a, Mardin’e gitmiş, dengbejlerle söyleşiler yapmış, karşılıklı türkülerini söylemiş olanlar var. Kimi Danimarka’dan, kimi Güney Afrika’dan, kimi İspanya’dan gelmiş. Kimi de buralı, Wroclaw’lı. Onları birleştiren dünyanın onlara en uzak köşelerinde bile olsa kanayan bir yarayı müzikle, tiyatroyla, dansla, belgesellerle ele almak, o yaranın gerçeğine ulaşmak için üzerinde yıllarca çalışmak. Bir Avrupa kentinde, ilk kez tanışılan insanlardan beklenmeyecek bir sıcaklık, bir sarıp sarmalama, yüzlere vuran derin bir duyarlılık. Dinlerken dolan gözler. Sanki büyük bir ailenin bireyleri gibiyiz. Kendimi dünyanın bir ucunda akrabalarım arasında buluyorum.
İstanbul’lu ama yıllardır Paris’te yaşayan Ermeni Aram Kevropyan ve ailesi ile birlikte iki yıldır Ermeni kilise müziği üzerinde çalışıyorlar. Ermeni dini müziğini öğreniyorlar, Ermenilerin tarihini, yaşadıklarını, yok edilişlerini öğrenip, ele aldıkları şeyin ruhuna varmaya çalışıyorlar.
Bu iki yıllık çalışmanın bir uğrak noktası olarak (çünkü çalışma sürüyor) bir haftalık bir program düzenlemişler. Adını da “Benim Sessiz Kızkardeşim” (My Silent Sister) koymuşlar. Film gösterimleri, Aram Kevropyan ailesiyle müzik/ses kullanımı workshopları, konserler, söyleşiler ve paneller.
60. gün. Herkes, dünyanın dört bir yanından farklı, yeni, deneysel, insana ve insan varoluşuna dokunan bir sanat yapmak için gelmiş insanlar, açlık grevlerinden haberdarlar ve soruyorlar: Ölümlere izin verecekler mi? Bir adım atılmıyor mu? Toplum nasıl karşılıyor? Destek var mı?
Bir gazete benimle Kürt sorunu üzerine röportaj yapıyor. Kendimi sonsuz çaresiz hissediyorum cevap verirken. Bir sürü şey anlamını yitiriyor açlık grevleriyle ilgili konuşurken.
60. günde, 10 Kasım Cumartesi günü, Polonya’nın Wroclaw kentinde, dar bir sokaktaki, eski, yerleri ve tavanı ahşap, tarih kokan salonu ağzına kadar dolu. Büyük bir dikkatle gözler masada oturan üç kişiye, bize çevrilmiş. Ben inkar toplumunda yaşamanın nasıl bir şey olduğunu, inkarın tüm hayatı içine alan, hayatı ve zihinleri şekillendiren, objektif gerçeği geçersiz kılıp yerine yalanları geçiren doğal bir ortam haline geldiğini anlatıyorum.
60. günde, sosyalist/komünist geçmişimden bahsediyorum. Nasıl bütün kötülüğü dünyanın öbür ucundaki Amerikan emperyalizmine yıkıp, kendi içimizdeki, burnumuzun dibindeki kötülüğü görmediğimizi, Amerika’daki, Güney Afrika’daki ırkçılığı lanetleyerek kendimizi rahatlatıp, yanıbaşımızdaki Kürtlere, Ermenilere, Süryanilere, Yahudilere, Romanlara karşı ırkçılığın tam göbeğinde olduğumuzu göremeyecek kadar kör olduğumuzu anlatıyorum. Deniz içre olup da denizden habersiz balıklar gibi olduğumuza ilişkin örnekler veriyorum. O çok komünist, o çok anti-emperyalist, o çok anti-faşist, canını devrim için vermeye hazır yoldaşların, ben dahil, her gün çocuklara hep bir ağızdan “varlığım Türk varlığına armağan olsun” andına karşı kampanya açmak bir yana, bu azgın ırkçı uygulamayı ne kadar doğallıkla kabul ettiğimizi anlatıyorum. Körlüğü anlatıyorum.
Soru cevap bölümünde birisi kalkıp soruyor: Marksist-Leninist döneminizdeki körlüğünüzü anlattınız ama bu körlükten ne zaman, nasıl kurtulduğunuzdan bahsetmediniz. Sizi görmeye iten neydi?
“Kürtlerin ayağa kalkışıydı,” dedim, “gözümüzü ilk açan. Sınıf çatışması ve sınıf bakış açısının her derde deva olmadığını, Türk solunun aslında Türk milliyetçiliğinden gerçek anlamda bir kopuşu gerçekleştiremediğini, Kemalizmin iliklerimize işlediğini, bunların hepsini bize anlatan Kürt başkaldırışı oldu. Bu aslında sistem-içi olan bir solla yollarımızı ayırmamızı, sistemden gerçek bir kopuşa yol açtı. O kapıdan geçerek resmi tarihin bizden sakladığı suçları öğrenmeye başladık. Cumhuriyet’in üzerinde temellendiği soykırım tarihinin gizleyen perdeyi bir ucundan kaldırdığımızda daha öğrenecek çok şey olduğunu gördük. Hâlâ öğreniyoruz.”
http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=55919&haberBaslik=Benim+sessiz+k%C4%B1z+karde%C5%9Fim&action=haber_detay&module=nuce
Yorumlar kapatıldı.