1980 Anayasası’nın 174’üncü maddesi “inkılap kanunlarının korunması” başlığını taşır. En genci 1934 tarihli olan sekiz yasayı madde madde sıralar ve der ki: “Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz. Malum, 1980 Darbesi Cumhuriyet-1923’ün son restorasyonudur ve Cumhuriyet-1923 taraftarları 1980 Anayasası’nın değişmesini, bu inkılap kanunları ortadan kalkacak diye istemez… Açıkça görülüyor ki, “hala” yürürlükte olan1980 Anayasası 1923 Cumhuriyeti’nin “devrim yasaları”nı bu sekiz yasadan ibaret görüyor ve bu yasaları anayasa koruması altına alıyor. Bugün bu “devrim yasaları”nın bazılarının hiçbir hükmü kalmamış, bazıları ise “antika” yasa değeri kazanmıştır.
BARİKATLARA !!!
”
***
Saltanatın ardından gelen her Cumhuriyet mutlaka iyi midir, böyle bir kural olabilir mi? Böyle bir ilerleme mantığı ile “İtalyan Sosyal Cumhuriyeti” İtalya Krallığı’ndan iyiydi sonucuna varılmaz mı?
Sakin düşünelim: “Cumhuriyet” diye sevilen ne? Çok partili, demokratik, temel hak ve özgürlükleri esas alan bir yönetim anlayışı ise, o cumhuriyete eyvallah. Ama, bir diktatörlüğü, tek partili bir otoriter yönetimi, düşünce özgürlüğünün olmadığı bir siyasi düzeni sırf adı “cumhuriyet” diye daha ileri buluyor, asrı saadet yerine koyuyorsanız, o zaman Mussolini’nin “İtalya Sosyal Cumhuriyeti”ni de “ileri” bir siyasi düzen olarak kabul edersiniz.
Türkiye Cumhuriyeti seksen dokuzunu devirmiş bir “koca” tarih, üniversitelerde kürsüleri olan koskoca bir “İnkılap Tarihi”. Demokrasi yaşayamadan ömürlerin tüketildiği ve buna rağmen hala “sevilen” ve paylaşılamayan bir Cumhuriyet tarihi! Tam Yunus’un dediği gibi:
Aşkın beni del’eyledi/Bir zalime kul eyledi.
Aklı başında pek çok insan sorgusuz sualsiz kul olmuştur bu aşka; sağcı, solcu, komünist, faşist; dünya malından el etek çekmiş dindar, dünyayı tavaf etmiş modern laik yurttaş… Tam bir “milli birlik ve beraberlik” ifadesidir bu “yasak”(!) aşk. Neyi sevdiğini bilmesen bile, cumhuriyet inkılapları sevmek zorunludur, sevmemek “yasak! Peki ama bu “inkılap” dedikleri de ne ola ki?!
1980 Anayasası’nın 174’üncü maddesi “inkılap kanunlarının korunması” başlığını taşır. En genci 1934 tarihli olan sekiz yasayı madde madde sıralar ve der ki: “Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz.” Malum, 1980 Darbesi Cumhuriyet-1923’ün son restorasyonudur ve Cumhuriyet-1923 taraftarları 1980 Anayasası’nın değişmesini, bu inkılap kanunları ortadan kalkacak diye istemez.
Nedir bu maddeler?
1-Tevhidi Tedrisat (eğitim birliği) Kanunu;
2-Şapka İktisâsı (giyme) Hakkında Kanun,
3-Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine (kapanması) ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına (yasak ve kaldırılması) Dair Kanun;
4-Türk Kanunu Medenisiyle kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair hükümler; 5-Beynelmilel Erkamın (uluslararası rakamların) Kabulü Hakkında Kanun,
6-Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun;
7-Efendi, Bey, Paşa Gibi Lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun,
8-Bazı Kisvelerin (kıyafetlerin) Giyilemeyeceğine Dair Kanun.
Açıkça görülüyor ki, “hala” yürürlükte olan1980 Anayasası 1923 Cumhuriyeti’nin “devrim yasaları”nı bu sekiz yasadan ibaret görüyor ve bu yasaları anayasa koruması altına alıyor. Bugün bu “devrim yasaları”nın bazılarının hiçbir hükmü kalmamış, bazıları ise “antika” yasa değeri kazanmıştır.
“Şapka Devrimi” şapka giymeyi, hem de en başta milletvekilleri ve bürokratlara zorunlu kılar. Var mı şapkalı vekil?! Var mı herkes “fotür şapka, altıgen kasket giysin” diyen Cumhuriyet-1923 devrimcisi? Demek ki Cumhuriyet-1923’ün bu devrimi fiilen yürürlükten kalkmıştır.
En başta Cumhuriyet-1923 generallerinin çiğnediği ve çiğnettiği “…bey, paşa…” gibi ünvanların kullanılmasını yasaklayan “devrim yasası” da geçersizdir. Cumhuriyet ordusunun bile yıllardır yok saydığı bir “devrim yasası”nda ısrarın anlamı olabilir mi?
Tekke ve zaviyeleri yasaklayan kanun, ifade ve örgütlenme hakkına aykırıdır ve Cumhuriyet-1923 inkılap kanunu ile bu hakkın engellenmesi ciddi bir kusurdur. Sivil toplum hayatın her alanında serbestçe örgütlenmesin diyen var mı?
Birlikte yaşayanlarda “nikah” aranmayan bir devirde “imam nikahı”nı yasak kapsamında tutmak gülünç olmaktır. İki tarafın da her iki nikahı birden kıydırması durumunda üçüncü tarafa ne oluyor?
Kıyafet kanunu mu? “Vurun baş örtüsüne” diyerek kadının toplumsal hayata katılmasını engellemekten başka hiçbir “getirisi” olmayan bir “devrimci garabet”! Bu yasa ile hangi erkek giyimi engelleniyor bugün? En başta bu yasayı bir devlet memuru olan diyanet işleri başkanı çiğnemiyor mu?
Aslına bakarsanız Cumhuriyet-1923, toplumun büyük çoğunluğuna kabul ettirildi. Şu yaşadıklarımızı düne kadar hayal bile edemezdiniz: Cumhuriyette benim de hissem var diyen iktidarın barikatlarını, hayır o cumhuriyeti ben kurdum, sana yedirmem diyen Cumhuriyet-1923 devrimcileri şanlı meydan muharebeleriyle yıktı. Cumhuriyetin bir türlü demokratik olamayışını cumhuriyet kadar dert etmemeleri; demokrasisizliği hızla gelişen ve fakat hala “kişi başına milli geliri düşük”(!) ve halkının kültür düzeyi yetersiz olan ülkeler için normal kabul eemelerinden olsa gerek! Sahi niye acaba “demokrasi” uğruna böyle kahramanlıklar yazılmıyor şanlı tarihimize?!
Cumhuriyet’in bir diğer büyük başarısı “resmi tarih” inşasıdır. Buna “tarih yaratıcılığı” da denilebilir. Cumhuriyet “İnkılap Tarihi” diye ayrı bir tarih icat etti ve içini doldurdu. Cumhuriyet kuşakları bu “dolma tarih” ile, İnkılap Tarihi ile büyütüldü, bugünlere getirildi. Aydınlanmış laik de, İslam mümin de, Alevi can da “İnkılap Tarihi”i eğitiminden hisselerine düşeni aldılar. Herkes, kuşkusuz bedenine göre değişik ölçülerde, cumhuriyetçi ve Atatürkçü olarak yetiştirildi. Saf ve temiz cumhuriyetin tarihi Orta Asya’dan getirilen ak kağıtlara yazıldı, bu arada Anadolu’da yaşanan acılar “atlandı”: 1915 Ermeni Soykırımı, 1915-1918 Ortodoks tehciri, İzmir Yangını, nüfus “mübadele”si, Yahudilere edilen eza cefa, 6-7 Eylül barbarlığı… “Hafızası silinmiş” ve fakat eğitimli ve zenginleşen bir ülke olarak yaşamak konusunda, cumhuriyet için kavga edip, demokrasi için yıllardır havanda su döğenler anlayış birliğindeler, farkında mısınız?
Tarihine yabancı toplum ve özellikle bu toplumun okumuşları gerek İslamlaştırma, gerekse Türkleştirme projesini gerçekleştirmek uğruna yaşatılan acılarla yüzleşmekten hep kaçtı. Yüzleşilmeyen her günah gibi bir gün geldi ve ceremesi o günün insanlarına çıktı. “Karda yürürken çıkan ses” teziyle Kürt kelimesinin etimolojisi devlet eliyle ortaya atıldığında, bir avuç kafir-komünist dışında, “Ya Hu, öyle değil” deme cesaretini gösteren pek çıkmadı. En sevgili Kürt muhtereme bile, Said-Kürdi’ye bile, Kürt dememek tercih edildi!…
Hangi düşünce ve inanç mezhebinden olursa olsun, vicdan sahibi herkes Cumhuriyet-1923’ü “eğitimle öğretilen” her bakımdan sorgulamalıdır. Bu sorgular yaşanılmış bütün acılarla yüzleşmeye götürmelidir vicdanları. O zaman uğruna “kayıkçı döğüşleri” yapılan, uğruna barikatlar kurulan, barikatlar yıkılan içi boş bir Cumhuriyet değil, demokrasi ve temel hakların öncelikli değer olduğu barış ve huzur günlerine ulaşılabilir.
Talat Ulusoy
5 Kasım 2012
http://yuzlesmeatolyesi.wordpress.com/2012/11/09/barikatlara/
Yorumlar kapatıldı.