İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni Harfleri, Ermeni Yayıncılığı ve Ermeni Kültürü

Sait Çetinoğlu

Kapsamlı tarih çalışmalarına imza atarak unutulmuş tarihsel kaynakları gün ışığına çıkaran, Ermeni kültürünün kaynaklarını, kültürel ve tarihsel süreci okurlarıyla paylaşan araştırmacı Arsen Yarman  Ermeni matbaacılığının 500. Yıldönümüne denk gelen  Surp Pirgiç Ermeni Hastanesi’nin 180. kuruluş yıldönümü vesilesiyle gerçekleştirilen kültürel etkinliklerin bir parçası olarak yüzyıl (1900-1910) öncesinin Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Salnamelerinin tıpkı basımının gerçekleştirilmesiyle  bu coğrafyanın önemli bir kültürel kaynağını daha gün ışığına çıkarır.

Arsen Yarman, bu önemli çalışmaya dair yaklaşık 350 sahifelik uzun ve kapsamlı sunuşunda, Ermeni kültürünün tarihsel sürecine  odaklanır. Ermeni harflerinin bulunuşundan, çevirmenlere, elyazmalarına, oradan da matbaacılığa ve modern salname yazımına uzanan süreci bir arada ele alarak bir anlamda tarihsel gelişimi içinde zengin Ermeni kültürel tarihini özetleyerek şu haklı soruyu sorar: “Ermenilerin sosyal, siyasal ve kültürel tarihlerinin çok büyük bir bölümü, birçok uygarlığın beşiği olan Anadolu, Mezopotamya ve Kafkaslarda yaşanmıştır. Ermeni harflerinin, elyazmacılığının ve matbaacılığının tarihini araştırırken bütün bu coğrafyanın sözünü ettiğimiz sürece ne kadar etki ettiğini bir kez daha gördük. Hastanenin 1900 salnamesi de Anadolu’daki
(Batı Ermenistan’daki-‘Akunq’ web sayfası yöneticileri) Ermeni varlığının çeşitli yönlerini açık bir şekilde   ortaya  koymaktadır. Bu salnameye bakıldığında, 20. yüzyılın başında Anadolu’da (İstanbul Patrikliği ile Kilikya ve Akhtamar Katolikosluklarına bağlı) 1800 civarında Ermeni kilisesinin ve 200 civarında Ermeni manastırının bulunduğu anlaşılmaktadır. Günümüzle yapılacak en yüzeysel bir karşılaştırma bile bir yüzyıl içerisindeki gerilemenin korkunç boyutlarını ortaya çıkarabilecektir. Burada ele aldığımız Ermeni harfleri, elyazmacılığı ve matbaacılığı tarihi ile Ermeni salname geleneğinin çok büyük bir bölümü de Osmanlı topraklarında, Anadolu’da ve bugünkü TC sınırları içinde geçmektedir. O zaman lütfen sorun kendinize, bugün nerede o kültür…”
Sunumda, Türkçede daha önce hiç rastlamadığımız bir çok bilgiyi paylaşmasının yanı sıra bir görsel şölen olarak sunduğu 300 civarındaki daha önce bir arada görme şansını bulamadığımız Ermeni sanat ve kültürünün şaheserlerinin görsellerini okurlarıyla paylaşılması ayrı bir zenginlik öğesi olmanın ötesinde;  bir ayara getirdiği bu nadir görseller ile yukarıda sorduğu soruyu alt alta koyduğumuz yer ise tamda:  Sözün bittiği yerdir! Tabii ki anlayana!
Ermeni ruhani Episkopos Melk. Muradyants’ın harfleri ve alfabeyi, insan ruhunun ve dilinin zenginliğini uzun yüzyıllar boyunca taşımak ve ölümsüzleştirmek için en sağlam araç olarak tanımladığının altını çizen Yarman: “Böyle bakıldığında Ermeni alfabesini üreten Surp Mesrop Maşdots (Mesrop Maşdots alfabeyi icat etmesi nedeniyle “Aziz” ilan edilmiştir) ve Katolikos Surp Sahak Bartev’in  yalnızca Ermenice iletişimi kolaylaştırmadıklarını, aynı zamanda Ermenice konuşan ve yazanların ruhunu ve dilini de zenginleştirdiklerini söyleyebiliriz.” Sözleriyle Ermeni harflerinin  bulunuşunun  önemini belirtir.
Surp Mesrop’un Ermeni alfabesi üzerinde çalışması da onun dini  kimliğiyle yakından ilgilidir. “Zira Ermeni halkı Kutsal Kitabı ancak Grekçe ve Süryanice olarak okuyabiliyor ve çok az anlayabiliyordu. Sanat ve kültür alanında Grekçe, yazıtlar ve resmi yazışmalar için Latince ve Orta Persçe (Pehlevice) alfabesi, dini ayinler için de Süryanice kullanılmaktaydı. Bu durum hem Ermeni Kilisesinin yabancı dillerin hâkimiyetine girmesine yol açmaktaydı hem de siyasal açıdan sakıncalı bir duruma yol açıyordu. Dini ayin tarzı açısından Süryani Kilisesi’nin hâkimiyeti Ermeni Kilisesi’nin otoritesinin sarsılmasına neden olmaktaydı.”
Ermeni harflerinin bulunuşundan sonra, Ermenilerce, Ermenice’den başka dillerin de  bilinmesi  ayrı bir avantaja dönüştürülerek bir kültürel rönesansa kapıyı aralamış, Evrensel kültüre önemli katkılara yol açmıştır; “Nitekim alfabenin üretilmesinden sonra Aziz Mesrop ve Grekçe ile Süryanice bilen öğrencileri başta Kutsal Kitap olmak üzere pek çok eseri Ermeni diline tercüme ederek büyük bir aydınlanma hareketi yaratmışlardır.”
Tahmin edileceği gibi Kutsal Kitabın tercümesini dinsel metinlerin yanında önemli felsefi metinler Ermeniceye çevrilmesi takip etmiştir; “ilk Hıristiyan büyüklerine ait metinler, kilise konsillerinde varılan hükümler ve dinsel merasimlerle ilgili eserler. Ermeniceye çevrilen eserlerin bu niteliği katolikos ve kral tarafından da teşvik edilmiştir. Ancak çevrilen eserlerin sadece dinsel metinler olduğunu düşünmek yanıltıcı olur. Atina, Edessa, Nisibis ve Antakya gibi önemli kültür merkezlerinde Yunanca dilbilgisi, mantık, felsefe ve retorik üzerine dersler de yer alan bir çok yeni-Platoncu filozofun eserlerini kendi dillerine çevirmişlerdir.”
Bu dönem Ermeni kültürel tarihinde yoğun bir kültürel üretime denk gelmektedir: “5. yüzyılın güvenilir tarihçilerinden Gazar Parbetsi Badmutyun Hayots (Ermeniler Tarihi) adlı eserinde, yoğun bir kültürel çalışmanın hâkim olduğu bu dönemi şöyle tasvir etmektedir: “Yazılı Ermeni dilinde eğitim yapılması için derhal okullar açıldı; müstensihlerin sayısı arttı ve aralarında rekabete girdiler. Kilise hizmetleri zenginleşti ve birçok kişi şehitleri yad ederek ruhani anlamda beslendi. Ayinin yüce sırrıyla ruhen tatmin olan kişiler yollarda, meydanlarda, ikametgâhlarında dini ve ruhani şarkılar söyleyerek evlerine döndüler. Kiliseler refaha kavuştu, şehitlere ithaf edilmiş şapeller yapıldı, Peygamberlerin sözlerinde saklı olanlar günışığına çıktı, halkın neşelenmesi için ruhani şölenler hazırlandı. Tek kelimeyle Ermeni halkı, tıpkı suyun denizi kaplaması gibi, Tanrı’nın bilgisiyle dolup taştı. Bu dönemin Ermeni kilise tarihinde Altın Çağ olarak anılması da bu yoğun kültürel üretimden kaynaklanır. Kutsal Kitabın tercümesi Ermeni edebiyatının başyapıtı olarak kabul edilmektedir.”
Ermeni alfabesinin bulunması ve kullanılması aynı zamanda bir kültürel sıçramayı ve dönüşümü de ifade ettiği gibi yabancı etkilere açık uzun bir tarihsel dönemde, Ermenilerin dillerini ve milliyetlerinin korunmasında ve geleceğe taşımasında en önemli etkenlerden biri olmuştur: “Alfabenin üretilmesi ve geniş kapsamlı bir çeviri faaliyetine girişilmesi Ermenicenin bir edebiyat dili olarak kullanılabilmesinin önünü açmıştır. Böylece soylular ve okumuş kesimler üzerindeki Grek ya da Süryani etkisini kırmak mümkün hale gelmiştir. Aynı dönemde siyasi açıdan Sasani ve Bizans imparatorluklarının mücadele alanı içinde kalan ve bağımsızlıklarını yitirme tehlikesi yaşayan Ermeniler bu zorlu süreçten manevi ve kültürel bağımsızlıklarını koruyabilmeleri sayesinde çıkabilmişlerdir.”
Ermenilerin bu dönemdeki yoğun kültürel faaliyetleri ile aynı zamanda evrensel kültürün önemli eserlerinin korunmasında ve geleceğe taşınmasındaki katkıları çok önemlidir. Batı uygarlığının önemli metinlerin yaşatarak günümüze taşımışlardır: “Mütercimlerin çevirileri sayesinde Batı uygarlığının temel metinleri daha geniş bir alana yayılmakla kalmadı, aynı zamanda bu metinlerin korunmaları da sağlanmış oldu. Zira daha sonra meydana gelen siyasal kargaşalar, savaşlar vs. nedeniyle pek çok Süryanice ve Yunanca metnin orijinallerinin kaybolduğu ve sadece Ermenice çevirilerinin muhafaza edilebildiği anlaşılmıştır” Batı uygarlığı köklerini bu metinler sayesinde yeniden keşfedecektir; “Batı Avrupa klasik çağın kültürel ürünlerini yeniden keşfetmeye çalıştığında, geçmişin bilgi birikimiyle ilişki kurabilmek için bu çevirilerden yararlanmıştır.”
Ermeni harflerinin bulunuşu ve kullanılışı Ermeni halkı için çok önemlidir. Vanantlı Tatul bunu  özlü ve duygu dolu cümlelerle ifade eder; “1895 yılında, Hantes Amsorya dergisinde yayımlanan bir metin, Ermeni alfabesinin ve harflerinin bu millet için ne kadar değerli olduğunu göstermektedir. Vanantlı Tatul’un kaleme aldığı övgü Jübile Vesilesiyle Harf Kendi Hikâyesini Anlatıyor başlığını taşımaktadır: Mesrop bana hayat verdi. Mütercimler kullandı. Milletim okudu. Zaman beni değiştirdi. Bilim adamları bana saygı gösterdi. Dökümcü döktü. Matbaacı bastı. İhtiyaç yayılmamı sağladı. Güzellik beni çoğalttı. Zevk beni süsledi. Becerinin parmaklan beni şekillendirdi. Pek çok matbaa dolaştım. Beni yaratana saygı. Ne mutlu beni kullanana. Bana saygı gösteren yücelsin. Beni güzelleştiren ellere teşekkürler. Beceri bana yeni bir hayat verdi.
Bu duyguyu taşıyan bir halk için kültürel zenginliğinin ifadesi ve geleceğe taşınmasındaki sabrı ve çabasını kutsallık derecesine çıkarması son derece doğal karşılanmalıdır; “Harflerin, alfabenin ve bunlar aracılığıyla girişilen büyük çeviri hamlesinin Ermeniler üzerindeki tesiri elyazmalarının ve kitabın neredeyse kutsal sayılması olmuştur. Bu nedenle elyazmalarının geçmişte Ermeni olmayanlar tarafından edinilmesinin neredeyse imkânsız olduğu bile söylenebilir. Elyazmaları ve kitaplar Ermeniler arasında yalnızca kültürün aktarılmasının basit bir aracı olarak görülmemiş, aynı zamanda kutsal bir nesne olarak da onlara yüksek bir değer biçilmiştir. Hat, tezhip, ciltçilik ve hatta bizzat kağıt üretimi gibi kitapla ilgili pek çok sanat önemsenmiş ve geliştirilmiştir. Pek çok elyazması üretim merkezinde müstensihin, minyatürcünün, kağıdı perdahlayan ve mürekkebi hazırlayan zanaatkarların, düzeltmenin ve mücellitin yan yana çalışması bu üretimin kolektif niteliğinin bir kanıtıdır.” Bir halkın kültürünün kitleselleşmesi ve geleceğe taşınmasında kolektif bir ruhun söz konusu olduğunu herkesin ve her kesimin üstüne düşeni elbirliğiyle yaptığını söyleyebiliriz.
Bu dönemde üretilen kültürel ürünlerin sayısı inanılmazdır, bu da Ermeni halkının sabrının ve azminin bir ifadesidir: “Erken Ortaçağ’dan 18. yüzyıla kadar uzanan dönemde 30.000 civarında Ermenice elyazması üretilmiştir ve bunların çoğu tasvirlidir. Ermenice elyazmalarının 5. yüzyılda yazılmaya başlandığı sanılmaktadır. 7. yüzyılın başında yazıldığı anlaşılan bir metinde, altın ve gümüşle resimlendirilmiş, fildişi ve kırmızı deriyle ciltlenmiş İnciller Kitabı’ndan söz edilmektedir.”
Ermeni elyazmaları bir şaheserdir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi; Arsen Yarman bu eserleri örnekleyerek,  bir görsel şölen gibi okuyucularıyla paylaşmaktadır: “Ermeni elyazmalarının zengin bir şekilde süslenmesi, onların Tanrısal Ruhun somutlaşmış hali olarak görülmeleriyle yakından bağlantılıdır. Surp Krikor’un kutsal kitapların anlaşılabilmesi için görselliğin önemli olduğuna dair sözleri de bu yaklaşımı güçlendirmiştir. İnsan ruhunu süsleyip pırıltılı bir hale getirmek, onu sislerden kurtarmak ve tanrısallaştırmak anlamına gelmekledir. Nitekim Surp Krikor’dan bir yüzyıl sonra, Sinalı Aziz Nilus, okuma yazması olmayanları ve dolayısıyla kutsal kitapları okuyamayanları, resimlere bakarak, gerçek Tanrı’ya en iyi şekilde hizmet etmiş olanların yaptıklarını öğrenip, bu yüce ve tanrısal hizmetleri tekrarlamaya teşvik etmek için, kiliselerin, Eski ve Yeni Ahit’ten öyküler anlatan resimlerle süslenmesini öğütlemiştir.” Bu bakımdan elyazmalarında yoğun olarak kullanılan görselliğin birçok amacı olduğu söylenebilir.
Ayrıca  elyazmalarının süslenmesi ve görsellerle zenginleştirilmesi kültürel devamlılığı da ifade ederken, bir kültürel ve tarihi kompozisyondur. Elyazmalarının dönemin etkilerini taşıması nedeniyle de elyazmalarındaki süslemeler aynı zamanda tarihsel bir dönemin resmedilmesidir[1]: “Elyazması süslemecileri, Tanrısal olana şekil verebilme becerilerinden dolayı diğerlerine nazaran daha fazla önemsenmişlerdir. Süslemek elyazmalarının Ermeni dinsel sanatının birçok türü arasında imtiyazlı bir yere sahip oluşunun tarihi Ermeni Hıristiyanlığının başlangıcına kadar uzanmakladır. Bu elyazmalarında görülen İsa’yla ilgili resimler çoğunlukla erken Hıristiyan dönemi inançlarına simgesel olarak bağlı görünmekle birlikte, Hıristiyanlık öncesine uzanan anlamları da bulunan pek çok çiçek ve hayvan (özellikle ejderhalar ve yılanlar Hıristiyanlık öncesi Ermeni ikonografisinin önemli unsurları arasındadır) konulu ya da geometrik desenle tamamlanmıştır. Ermeni elyazmalarındaki resimleme tarzı ve sanatsal çerçeve Hıristiyanlık öncesi kültürlerin yanı sıra Pers, Roma, Bizans, Arap, Haçlı ve Moğol sanatından da etkiler taşımaktadır. Özellikle İsa, Havariler, Meryem Ana, azizler ve şehitlerle ilgili resimlerde Ermeni dinsel sanatının komşu Hıristiyan toplumlardan etkilendiği ve onları etkilediği de görülmektedir. Ancak bu etkiler yerel Ermeni dinsel sanatının özelliklerini ortadan kaldıracak yoğunlukta değildirler. Elyazmalarında yer alan pek çok değişik konudaki minyatürün bu açıdan incelenmesi yararlı olacaktır. Bu minyatürlerin konuları oldukça geniştir.”
Ermeni halkı elyazmalarına bir kutsallık atfeder, Elyazmaları Ermeniler için kutsaldır ve başka milletlerin eline düştüklerinde, her ne olursa olsun bulunmaları ve satın alınıp manastırlara iade edilmeleri zorunludur. “Elyazmasını böyle bir esaretten kurtarıp ait olduğu yere kazandırmak yeni bir kilise kurmak ya da bir kiliseyi onarmak kadar kutsal kabul edilmektedir.  Elyazmasını kaleme almanın, başkalarının eline geçen elyazmalarının kurtarılması için fidye ödemenin yanı sıra onları onarıp yenileştirerek gelecek kuşaklara aktarmak da aynı ölçüde önemlidir. Bu nedenle ünlü scriptoriumlarda çalışan tecrübeli kâtipler sadece yeni elyazması suretlerini üretmekle kalmıyor, önceki yüzyıllarda yapılmış hasarlı elyazmalarının bir daha onarılamaz hale gelmesini önlemek için yenileme işlerini de üstlenmektedirler.” Günümüzde çeşitli kurumlarda sergilenen Ermenice elyazmalarının büyük bir bölümünü 17. ve 18. yüzyılın bu kâtip ve restoratörlerine borçluyuz.
El yazmalarının önemiyle ilgili olarak Arsen Yarman iki örnek verir. Bu örneklerden Ermeni halkının elyazmalarına her koşulda nasıl sahip çıktığını göstermesi bakımından önemlidir: “Elyazmalarını korumanın, onu ait olduğu yerde tutmanın Ermeni halkı için ne kadar önemli olduğunu anlayabilmek için bir elyazmasının hikâyesini aktarmak yararlı olacaktır. Bu hikâye yukarıda söylenenleri somut olarak kanıtlamaktadır: Sözü edilen, hazırlanması için 700 sığırın derisinin kullanıldığı 32 kiloluk Mışo Carındır adlı elyazmasıdır. Selçukluların Anadolu’yu zaptettikleri dönemde ele geçirdikleri elyazması, halkın büyük fedakârlıklarla para toplayıp tekrar satın almasıyla ait olduğu yere döner. Muş’taki Arakelots Vank’a (Havariler Manastırı) götürülen elyazması burada yaklaşık 700 yıl boyunca korunur. 1915 yılında yaşanan tehcir sırasında yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalan Ermeniler bu değerli hazineyi canları pahasına korumaya kararlıdırlar. Elyazmasını güvenli bir yere ulaştırmak gibi zor ve tehlikeli işi üstlenen bir kadındır. Ancak 32 kiloluk elyazmasını tek bir kişinin nereye varacağı ve nasıl sonuçlanacağı bilinmeyen bir yol boyunca taşıması kolay değildir. Yanında hem çocuğunu hem de elyazmasmı taşıyan kadın güçten kesildiğinde elyazmasını ikiye ayırmak ve yarısını genç bir çocuğa emanet etmek zorunda kalmıştır. Çocuğa elyazmasını korumasını ve gücü tükenince bir kilise avlusuna gömmesini de sıkı sıkı tembih etmiştir. Elyazmasını fedakârca taşıyan genç çocuk ancak Erzurum’a (Karin-‘Akunq’ web sayfası yöneticileri) kadar ulaştırabilmiş ve orada bir kilisenin avlusuna gömmüştür. Kadının taşıdığı diğer yarısı ise seneler içinde elden ele Eçmiyadzin’e kadar ulaştırılmıştır. Yıllar sonra bir tesadüf eseri Erzurum’daki yıkıntılar arasında bulunan elyazmasının da buraya ulaştırılması sonucunda kitap yeniden bir araya gelmiştir. Ancak bu taşınma sırasında elyazmasının bazı bölümleri tahrip olmuş ve kimi sayfaları da kaybolmuştur. Kayıp olan sayfaların bir kısmı, 17 sayfa, günümüzde Venedik’te Mıkhitaristler tarafından muhafaza edilmektedir.”
Bir diğer örnek de ilginç olup Ermeni köylülerinin ısrarı sonucu en eski elyazması İncil günümüze ulaşmıştır. “Elyazmasının kutsallığına ve can pahasına korunmasına dair bir başka örnek de 19. yüzyılın başında Osmanlı-Rus Savaşı sırasında yaşanmıştır. 1826 yılında başlayan Rus-Iran Savaşı iki yıl sonra Türkmençay Antlaşması’yla sonuçlanır. Bu savaşta Rus ordusuna Paskeviç komuta etmektedir. İmzalanan antlaşmaya göre Erivan Rusya’da kalır. Aynı yıl Paskeviç komutasındaki Rus ordusu Osmanlı İmparatorluğu’na saldırır ve 1829 yılında Erzurum’u alır. Savaş 1829 yılının Eylül ayında imzalanan Edirne Antlaşması’yla sonuçlanır. Bu antlaşma isteyenlere Rusya’ya göç etme hakkı veren bir maddeyi de içermektedir. Osmanlı ve Rus imparatorlukları arasında “yastık” olacaklarından korkan Ermeniler Rusya’ya göçmeye karar verirler. Bunlar arasında Erzurum Ermenileri de bulunmaktadır. Erzurum’un Ilıca köyünde yaşayan Ermeniler Episkopos Garabed’in önderliğinde, o sıralar Rusya’nın elinde bulunan Gürcistan’ın Cavakh bölgesindeki Akhalkalak civarına yerleşirler ve burada Tzoughrout adındaki köyü (bu köy günümüzde hâlâ mevcuttur) kurarlar. Köyün malı olan Kutsal Kitabı da terk etmeyip yanlarında götürürler. Köylülerin yanlarında taşıdıkları Tzoughrout incili, kronolojik olarak, bilinen üçüncü en eski elyazmasıdır. Kolofonunun üçüncü satırında, Bu İncili 423 yılında yazdım şeklinde bir kayıt bulunmaktadır. Erzurum’un Ilıca köyündeki elyazması Ermeni tarihiyle 423 yılında, yani Miladi 974 yılında yazılmıştır. Köylülerin inancına göre bu İncil onların varolma neden
Matbaanın devreye girmesi Elyazması sanatını etkilediği söylenemez[2], Elyazması ve süslemeleri matbaa baskılarına karşı avantajlı durumunu uzun bir süre daha sürdürür. “Elyazması geleneğinin, inişli çıkışlı süreçlerin ardından, 19. yüzyıla kadar sürdüğü bilinmekledir. Elyazması geleneğinin manastırlarda daha uzun süre devam etmesi doğal sayılmalıdır. Zira buralarda gönüllü çalışan müstensihler söz konusudur ve işin bu özelliği elyazmalarını matbu kitaplardan daha iktisatlı hale getirmektedir. Belki de bu nedenle pek çok kâtibin matbu eserlere dayanan elyazması istinsahını uzun bir süre devam ettirmesi şaşırtıcı sayılmamalıdır (bu tür elyazmaları daha çok Kilise Babalarının, Apostolik ya da Katolik Ermeni bilginleri tarafından tercüme edilmiş eserlerini içermektedir). Ermenilerin ticaret yollarının büyük bir bölümünde etkin olmalarının bir sonucu da ticari faaliyetler sayesinde oluşan servetlerin hatırı sayılır bir bölümünün manastırlara bağışlanması ya da yeni kiliselerin inşasında kullanılması olmuştur. 11. ve 16. yüzyıllar arasında pek çok kilise ve manastır inşa edilmiş ya da tamamlanmıştır.” Bu manastırlar elyazması üretiminin merkezleri olarak birçok eseri günümüze taşırlar. “Bu dönemde elyazması suretlerinin bu kadar çoğalması elbette modern baskı yöntemleriyle rekabet arzusuyla ilgili değildir. Bu çoğalma Ermeni toplumunda çileci dindar hayatın 17. yüzyılda yeniden canlanmasının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Ermeni dini çevrelerinde maddi dünyadan el etek çekip manevi dünyaya yönelme ve keşiş hayatı yaşama eğiliminin güçlenmesi bu üretimi de artırmıştır. Zira ruhaniler yeniden açılan ve büyük rağbet görülen inziva mekânlarında tek başına çile doldurup kendilerini dua ve ayinlere verirken bir yandan da Ermeni Kilisesi’nin önemli isimlerinin eserlerini okuyup çoğaltmaktalardı. Bu keşişlerin dikkati yalnızca Ermeni Kilisesi’nin önemli metinleriyle sınırlı değildi, zira bu dönemde coğrafya, matematik ya da doğal bilimler alanındaki pek çok eserin de Ermeniceye çevrildiği görülmektedir.”[3]
17. ve 18. yüzyılda bu çeviri faaliyetlerinin hiç azalmadığı, Venedik ve İstanbul’un önemli birer çeviri merkezi olduğunu kaydeden Yarman, bu dönemde Ermeniceye çevrilen kitaplardan örnekler verir: “Ermeniceye çevrilen dini kitapların sayısının hızla arttığı 18. yüzyılda Mıkhitar Abba, Aziz Thomas Aquinas’ın Tanrıbilim’ni, Tiflisli Bedros, Katolik tanrıbilimci Mardiros Pekanyan’ın Analogica’smı ve başka İtalyanca eserleri çevirirler. Ayrıca Kevork Mıkhlamoğlu, Culfalı Hovhannes, Bedros Ağamalyan-Berdumyan, Vartan Unanyan ve Vartan Maradatsi’nin tanrıbilimsel eserleri de bu alandaki külliyatı zenginleştirirler. Ermeni kilise babalarının özgün eserlerinin kopyalarının 1.000′i bulduğunu ve yukarıda değindiğimiz diğer dillerden Ermenice’ye çevirilerin de bu sayıya ulaştığını eklersek 17. ve 18. yüzyılın bu istinsah ve çeviri faaliyetinin kapsamını daha iyi anlayabiliriz.” Yarman,  ayrıca yakın zamana kadar bile bir basımevinin olmadığı bir çok yerlerdeki çeviri merkezlerini sıralarken içinizi bir hüznün kaplamaması mümkün değildir:  “17. ve 18. yüzyılın istinsah ve çeviri faaliyetleri geniş bir alana yayılmış, neredeyse bütün bir Ermeni dünyasına hâkim olmuştur. Van, Eçmiyadzin, Trabzon, Culfa (Cugha-‘Akunq’ web sayfası yöneticileri), Sivas (Sebastya-‘Akunq’ web sayfası yöneticileri) ve Akhtamar’daki istinsahhanelerin yanı sıra Van’ın Lim, Muş’un Aziz Havariler manastırları, Datev’in Harants (Ermenistan’ın güneyinde, Siunik’te) keşişliği ile Şadig (Vayots Tsor’da, Şadig Vank ya da Anabad Vank)), Hermon (Vayots Tsor’da, Hermoni Vank), Tatyos (Azerbaycan’ın batısında, Kara Kilise) ve Sevan manastırları gibi merkezler de yoğun bir faaliyet içindedirler. Ermenilerin yaşadığı bu türden önemli merkezlerde ünlü müstensih ve minyatürcülerin elinden çıkan elyazmaları sahip oldukları büyük  sanatsal değerle dikkat çekiyorlardı.”
Bu merkezler sadece kendi bölgelerinin gereksinmelerini karşılamıyor uzak yerlerdeki Ermeni topluluklarının da ihtiyaçlarına da cevap veriyorlardı. Bu elyazmaları sayesinde tarihsel topraklarından ayrı düşen Ermenilerin  içinde bulundukları topluluklara asimile olmalarını engelleyen bir işlev görmüştür. Özellikle 19 yüzyılın ikinci yarısından sonra artan Ermenice harflerle birçok dilde yayınlanan metinlerin asimilasyona karşı  bir işlev  gördüğünü söyleyebiliriz. “Nor Culfa, Kırım’daki Surp Haç Manastırı, Kefe, Lvov, Kudüs, İstanbul, Venedik, Madras ve Halep’teki Ermeni toplulukları yalnızca mahalli halkın ihtiyaçlarına yanıt vermekle kalmamakta, başka bölgelerden gelen siparişleri de karşılamaktaydılar. Burada özellikle Anadolu, Polonya ve Kırım’daki Ermeni toplulukları için söz konusu olan bir sorunu da anmalıyız: Buralarda Ermeni halkın bir bölümünün Ermeniceyi unuttuğu ve anlaşma aracı olarak Türkçe ve Kıpçakça’yı kullandığı görülmektedir. Bu sorunu aşmak amacıyla dini ya da din dışı pek çok eserin bu dillere çevrilmesi zorunlu olmuştur. Ermenice harfli Türkçe ve Kıpçak dillerindeki eserlerin fazlalığı buradan kaynaklanmaktadır. Benzer bir sorun, daha az olmakla birlikte, Ermenice harfli Latince, Farsça, Arapça, Yunanca, Rusça, Lehçe ve Macarca eserlerin yayımında da görülmektedir.”
Elyazmaları ile  matbaacılığın  bir arada gelişmesi ve Ermeni yayıncılığının matbaaya yönelmesi de Ermenilerin modern gelişmelere hızla adapte olabilme yeteneğinin bir göstergesi olarak okunmaktadır: “16. yüzyılda gelişen modern baskı tekniklerinin Ermeniler tarafından hızla özümlendiğini belirten Zekiyan, bunu bir modernleşme işareti olarak değerlendirmekte ve arkasındaki toplumsal    ve    ekonomik    gerçekliğin    ihmal    edilmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Ermeni matbaacılığının modern baskı tekniklerini kullanarak ilk ürününü vermesi 1511-1512 yılında gerçekleşmiştir. Hagop Meğabard’ın bastığı bu ilk kitap Surp Urpatakirk adını taşımaktadır”.
Yarman, Ermeni yazısının bulunuşu ve ardından Ermeni matbaacılığıyla Ermeni  kültürünün yayılmasını ve kitleselleşmesini örneklerken, Ermeni kültürünün önemli bir özelliğine/evrensel yanına da  dikkat çekmektedir. “Venedik dışındaki diğer önemli ticaret merkezlerinde de Ermeni matbaalarının kurulmuş olması (örneğin Lvov’da 1616, Livorno’da 1644, Amsterdam’da 1658, Marsilya’da 1672) Ermenilerin ticari faaliyetlerin en gelişkin oldukları merkezlerde yoğunlaştıklarını göstermektedir. Ermeni matbaacılığının Avrupa’daki bu örneklerinin gösterdiği bir başka husus ise bu şehirlerde matbaacılık faaliyetinin yürütülmesini mümkün kılacak Ermeni kolonilerinin varlığıdır. Bu durum Ermenilerin Batı dünyasıyla sadece ticari ilişki kurmakla yetinmediği, aynı zamanda kültürel ilişkiler kurabilmeyi de başardığıdır. Zira Avrupa’daki ilk Ermeni matbaacılık deneyimlerinin öncüleri, planlayıcıları ve yöneticileri -Avrupalı meslektaşlarından destek almış olsalar bile- bizzat Ermeniler olmuştur. Basımcı-yayıncılar Avrupa’da kendilerine maddi yardımda bulunabilecek ve basılı ürünlerini Doğu limanlarına ulaştıracak bir dağıtım ağına hâkim olan Ermeni tüccarları bulmakla güçlük çekmemişlerdir… Ermeni kültürünün 16. ve 17. yüzyıldaki gelişimi bu iki kesimin, tüccarların ve matbaacıların, yakın bir ilişki içinde olmalarıyla belirlenmiştir.”
Yarman, elyazmaları, çevirmenler, matbaa ve yayıncılık süreci serüvenini naklederken bu uzun süreçte yer alan kültür insanlarını neredeyse tek tek sayar ve katkılarını okuyucularla paylaşır. Bu niteliği ile çalışma aynı zamanda Ermeni kültürü ile ilgili bir ansiklopedik çalışma olmasının yanında Ermeni  kültürünün kitlelere ulaşması ve bugüne taşınmasında katkıları olan kültür insanlarına bir saygı ifadesidir. Yarman Ermenice kitapları en ücra köylere eşek veya katır sırtında okuyucularına götüren ayak satıcıları/çerçileri de unutmamıştır. “Bu yerleşik yayım şekline [dağıtıma], matbu kitabın,  18. Yüzyıldan itibaren yavaş yavaş içinde yer aldığı ayak satıcılığı da eklenmekteydi.Türklerin ayrıcalığı olan at, Hıristiyanlara yasaklandığı için katır üzerinde yol alan seyyar satıcılar köy köy dolaşmakta; Londra ya da Amsterdam’dan gelme iki kumaş parçası ve dikiş gereci arasında Venedik, İstanbul, Moskova ya da Kalküta’da çıkmış çeşitli kitapları da teklif etmektedirler. Ancak burada yine bahar-yaz dönemlerinde, yollar metrelerce karla örtülmüşken, en ücra köylere kadar ulaşabilen perakende ticaret söz konusudur. Gerçekten, ayak satıcıları ve papazlar, matbu kitap dağıtımcılığını neredeyse adilane bir şekilde paylaşmaktadırlar. Ayak satıcıları eğlence, masal ve bulmaca kitapları salnameler, egzotik romanlar satarken, papazlar para karşılığı dua, mezmur, ilahi kitapları ve dua çizelgeleriyle Ermenice İncil ya da Tevrat dağıtırlar.” Ermeni kültürünün örneklerinin yayılması ve kitleselleşmesinde  herkesin ve her kesimin  üzerine düşeni gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz.
Yarman, Ermeni matbaacılığının gelişmesi ve yaygınlaşma sürecini naklederken, bu sürecin dönüm noktalarına ve önemli şahsiyetlerine odaklanır. Bunlardan biri de Mühendisyan’dır. Mühendisyan İmparatorluğa modern baskı tekniklerinin getirilmesinde ve kullanılmasında öncülüğünün yanında bir çok ilke de imza atar. “Mühendisyan’ın matbaacılık alanındaki katkıları yalnızca Ermeni toplumu tarafından değil, Osmanlı toplumu ve devlet tarafından da bilinmektedir ve kendisi Türklerin Gutenberg’i olarak tanınmıştır. Onun hazırladığı özel aletlerle harflerin dökümü ve dizgi işi kolaylaşmış ve matbaacılığın galvano, stereotip ve çinkograf dalları Osmanlı’ya getirilmiştir.” Onun döktüğü yazı kalıpları Latin harflerinin kabulüne kadar kullanılmıştır.
Mühendisyan bunların dışında imparatorluğun parasını da basmaktadır. “Ermeni amira olan Mıgırdiç Cezayirliyan sayesinde devletin gümrük bilet ve kayıt defterlerini de basmıştır. 1.844 yılında kaimenin basımı işinde ona görev verilir. Aslında ilk banknotlar 1841 yılında Rafael Kazancıyan tarafından, “Kaime-i Mutebere-i Osmaniye” adıyla basılmıştı. Kazancıyan, Mekteb-i Bahriye’de litografya harita kalıplarının kazınması hizmetinde bulunmuş, yeni Kâvaim kalıplarının hakkı, tabı ve bastırılması için Darphane-i Amire’de verdiği başarılı hizmetler nedeniyle de ödüllendirilmiştir. Ancak Kazancıyan’ın baskıları kaba bulunduğu için Mühendisyan Darphane’ye davet edilmiş ve önce 5.000, sonra da 1.000, 500 ve 250 kuruşluk “faizli” denilen kaimeleri basmıştır. Aynı yıl Tabhane-i Amire’de yaptığı Celî talik yazılar nedeniyle 10.000 kuruş atiye ile ödüllendirilmiştir.”
Yarman,  Ermeni matbaacılığının İstanbul’daki başarılı örneklerinden söz ederken Mıgırdiç Khrimyan’ı  (Khrimyan Hayrik, 1820-1907 ihmal etmez.  Ermeni yayıncılık faaliyetlerinde ve Ermeni bilincinin oluşmasında önemli bir yeri olan Khrimyan’ın hem İstanbul hem de taşradaki baskı ve yayın faaliyetlerinden örnekler verir.  “Khrimyan’ın unutulmasının sebebi, çok zaman onun kurduğu matbaanın yalnızca taşrada, Van’da, hizmet verdiğinin düşünülmesidir. Khrimyan’ın taşra Ermenilerinin sesini duyurmaya özel bir önem vermesi de onun çabalarının esas olarak Anadolu’yla sınırlı olduğu düşüncesini güçlendirmiştir. Khrimyan, Ermeniler arasında yarattığı Yergir (Vatan) mitosu yoluyla kadim Ermenistan’la bağlantı kurmayı başarmıştır. İstanbul Ermeni’lerinin taşra Ermenileri ne daha duyarlı olmasında onun payı son derece önemlidir ve kurduğu matbaa da önce İstanbul’da faaliyet göstermiştir. Khrimyan, 1850 yılında Mühendisyan matbaasında basılan Hıravirag Araradyan adlı eserini Zeytunlu papaz Gazar’ın rahmetli ailesine ithaf etmiş ve Vanlı Mıgırdiç Khrimyan olarak imzalamıştır. 1854 yılında Episkopos Kapriyel tarafından Akhtamar rahibi olarak takdis edilen Khrimyan, önce Akhtamar Manastırı’nda bir ruhban okulu ve matbaa tesis etmeye çalışmıştır. Ancak burada manastır üyelerinin muhafazakâr muhalefetiyle karşılaşınca İstanbul’a dönerek Üsküdar Surp Haç Kilisesi’nde vaiz olarak çalışmaya başlar. Burada Ermeni Nizamnâmesi’nin (1863) ve Kanun-ı Esasi’nin (1876) hazırlanmasına önemli katkılarda bulunan Krikor Odyan’ın babasından aldığı destekle bir matbaa kurmayı başarır. Khrimyan Üsküdar’da kurduğu bu matbaada Ardziv Vaspurdkan (Van Kartalı) adlı dergiyi yayımlamaya başlar (1855-1856). 1858 yılında matbaasını Van’daki Varaka Vank’a (Varaka Manastırı)- nakleder. 1862 yılında Muş şehrinin ruhani önderi olunca matbaayı Muş’a taşır ve 1863 yılında rahip Karekin Sırvantsdyants’ın da desteğiyle Ardzvig Darona (Muş Kartalcığı) dergisini yayımlar. II. Abdülhamid döneminde Khrimyan’ın matbaasına el konulmuş, aletler Varaka Vank’tan alınarak Van’a taşınmış ve orada Osmanlıca kitapların basımı için kullanılmıştır. II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Khrimyan’ın matbaası da özgürlüğüne kavuşmuş ve rahibin hatırasını yaşatmak için asıl yerine, Varaka Vank’a nakledilmiştir. Mıgırdiç Khrimyan’ın V. Ardzuyan adlı matbaasında bu dergilerin dışında yayımlanan kitaplar arasında Hırahank Mangants (1856, Üsküdar), Aypenaran (1857), Usyal Bantukhd (1873, Varak), Hayrenagidutyun (iki cilt, 1883, Varak) gibi kitaplar da bulunmaktadır.
Yarman’ın  sunumunda Khrimyanın katkıları bunlarla sınırlı olmadığını görüyoruz. O tarımsal faaliyetlerde de bir öncülüğe imza atmıştır;  “Aramyants’ın hazırladığı salname, Van vilayetindeki Varaka Ziraat ve Köy İşleri Okulu hakkında da değerli bilgiler vermektedir. Bu son derece ilginç uygulamayı başlatan ve Varaka manastırı bünyesinde bir ziraat okulu açan kişi Mıgırdiç Khrimyan (Hırimyan)’dır. Aynı manastırda okul ve matbaa açılmasına öncülük eden kişi de odur. Aslında 18601ı yıllar manastırların faaliyetlerinin azaldığı ve önemlerini yitirmeye başladıkları bir dönemdir. Ancak kıtlık ve açlık yıllarının acı hatıraları Khrimyan’ı böyle bir ziraat okulunun açılmasına zorlamıştır.”[4]
İstanbul Ermeni nüfusun yoğunluğu ve imparatorluk başkenti olması sebebiyle kültürel gelişmelerin merkezi olması dolayısıyla matbaacılık faaliyetinin burada son derece gelişkin olması doğal olduğunun kabul edilmesi gerektiğini ifade eden Yarman, imparatorluğun başka şehirlerinde de Ermeni matbaacılık tarihine de odaklanır.[5] “İzmir şehri bu bakımdan asla ihmal edilmemesi gereken bir kültürel merkez olarak dikkat çekmektedir. 19. yüzyıldaki Ermeni kültürel Rönesans’ında (Veradzınunt) İzmirli aydınların rolü son derece belirgindir. İzmir’deki Ermeni yerleşimi uzun bir geçmişe sahiptir.” İzmir, Halep’le birlikte, ticaretin kavşak noktalarından biridir. Uluslararası ticaretin gelişmesi ve bu ticarette Ermenilerin varlığının güçlenmesi şehrin önemini de artırmış, İzmir 18. yüzyılda imparatorluğun en büyük ihracat limanı haline gelmiştir. “Bu süreç şehrin kültürel açıdan da Avrupa’yla erken tarihlerde ilişki kurması sonucunu doğurmuş, matbaa, gazetecilik ve eğitim alanındaki gelişmelerin önünü açmıştır. Esasen tarihçi Arşag Alboyacıyan’ın ticaretin gelişmesiyle Ermeni matbaacılığının gelişmesi arasında kurduğu bağlantı İzmir şehri açısından da doğrulanmaktadır.”
İzmir’deki Ermeni yayıncılığından söz ederken Dedeyan’ın Ermeni aydınlanmasına yaptığı katkıların altını çizer “İzmir’deki Ermeni matbaacılığı söz konusu olduğunda en önemli atılımı Harutyun Dedeyan’ın yaptığı tartışmasızdır… Anahid Ter Minassian, Dedeyan matbaasının Ermeni aydınlanmasındaki rolü hakkında çok kesin bir fikre sahiptir: Gerçeklen de hiçbir matbaa, Viyana ve Venedik Mıkhitaristlerininkiler hariç, Ermenilerin uyanışında ve eğitiminde böylesi bir rol oynamamıştır.” Dedeyanlar, sadece matbaacılık işleriyle değil birçok alanla ilgilenirler. Dedeyanların basımevi aynı zamanda geçmişteki elyazmaları geleneğinde olduğu gibi çok amaçlı bir merkezdir: “Dedeyanlar, matbaacılığın yanı sıra çevirmenliği de üstlenmek durumunda kalırlar. Ancak İzmir’de oluşan genç entelektüellerin desteği olmadan bu yayıncılık faaliyetinin gerçekleşmesi mümkün olamazdı. Krikor Çilingiryan, Mesrob Nubaryan, Krikor Mıseryan, Garabed Ütücüyan, Madteos Mamuryan gibi gençlerden oluşan grup, adeta bir çevirmenler okulu olarak çalışmaktadır. Onların çabalarıyla La Fontaine, Victor Hugo, Lamartine, Alexandre Dumas, Eugene Sue, Jules Verne, Moliere, Racine çevirileri okurlarla buluşur. Krikor Çilingiryan’ın çevirdiği (1869) Victor Hugo’nun Sefiller’i (Tışvarnerı) toplumsal adalet ve devrim fikrinin Anadolu’da yaygınlaşmasına katkıda bulunmuştur.
Devrim ve adalet fikrinden söz etmişken Ermeni devrimcilerini anmadan geçmek olmaz: Ermeniler bulundukları çevrenin ticari, kültürel ve sosyal hayatına katıldıkları ve değiştirdikleri gibi siyasal hayatına da katılarak siyasal değişikliklerin aktörleri olarak önemli roller oynamışlardır. Bu bakımdan İsdepan Vosgan’ı 1848 devriminde Paris barikatlarında dövüşürken görmek şaşırtıcı değildir. Ermeni kültürel hayatında önemli yeri olan İzmir’deki   Mesropyan Koleji  “Isdepan Vosgan (1825-1901) gibi 1848 yılında Paris barikatlarında dövüşen ve İzmir’e dönüşünde Fransız edebi düşüncesini Ermeni aydınlara tanıtan eğitimcilerin görev yaptığı bir okuldu ve parlak mezunları bu etkinin Ermeni toplumu içinde yayılmasına aracılık etmiştir.”
Siyasi partileriyle bulundukları coğrafyanın siyasal hayatına katılan ve devrim ve adalet fikrinin bu coğrafyada öncüsü olan Ermeniler, Osmanlı coğrafyasında [bugün unutulmuş olsa da] ilk sosyalist partileri hayata geçirmiş ve Marxist klasikleri yayınladıkları [hatta İngilizceden önce Komünist manifesto Ermeniceye çevrilmiştir] gibi işçilerin hak mücadelesinde de öncülük yapmışlardır. Bunların başında Türkiye işçi sınıfı tarihinde dönüm noktası olarak gösterilen [Ermeniler ve kurucusu Karekin Gözikyan  nedense (!) anılmaz] ilk sendika olarak alabileceğimiz Osmanlı Matbaa İşçileri Zanaat Birliği ile birlik tarafından örgütlenen  matbaa işçileri grevi de bu coğrafyanın ilk örgütlü ve başarılı hak mücadele örneğidir. Burada sözü Arsen Yarman’a bırakıyoruz:
“İmparatorluktaki matbaa işçilerinin ilk sendikası olduğu söylenebilecek olan Osmanlı Matbaa İşçileri Zanaat Birliğinin kurucusu Karekin Gozikyan [Palu doğumlu] Kafkasya’dan gelen bir devrimcidir. Birliğin etkin bir konuma gelebilmesi için çaba sarf edenler arasında Takvor Maleosyan, Mıgırdiç Taniyelyan, F. Caryan, Arm. Karnikyan gibi isimler de bulunmaktadır. Birliğin başkanlık ve sekreterlik görevini yürüten Gozikyan, dizgicilerin yanı sıra diğer matbaa çalışanlarının da bu birlikte yer alabileceğini ve birliğin sadece Ermeni işçilere değil Türk işçilere de açık olduğunu belirtmiştir. Osmanlı Matbaa işçileri Zanaat Birliği’nin plan ve nizâmnâmesi de Kilikya matbaasında ve yine iki dilde basılmıştır. Ermeni işçiler için Büyük Yeni Han’da, Türk işçiler için de Babıâli karşısında birer oda kiralanmıştır. Birliğin üye sayısı kısa bir süre içinde birkaç yüzü bulmaya başlayınca etkinliği de artmıştır. Birlik aldığı kararla matbaa işçilerinin çalışma saatlerini 10-12 saatten 8 saate indirmeyi ve ücretleri de iki katma çıkarmayı başarmıştır. Bu iki adım onun işçi ve işverenler nezdindeki ağırlığını da artırmıştır. Ancak birlik çalışmalarını 31 Mart (13 Nisan) 1909′daki Abdülhamid yanlısı ayaklanmaya kadar sürdürebilmiştir. Ardından   istikrarsız  bir siyasal ortam hâkim olup, işsizlik de artınca matbaa sahipleri tekrar işçilere baskı yapmaya başlamış ve birlik sayesinde elde edilen hakları sınırlamıştır. 1920 yılında yayımlanan bir Şaviğ (Şavikh/Yol) dergisine bakıldığında matbaa işçilerinin örgütlenme girişimlerinin daha sonra yine başarılı olduğu anlaşılmaktadır. Zira Şavig’in 13 Nisan 1920 tarihli nüshasına bakıldığında, derginin logosunun altında bu yayının Ermeni Matbaa (Tipografi) İşçileri Birliği’nin yayın organı olduğu belirtilmektedir. Bu nüshanın (Yeni Dönem, 1. Sene, No: 19) logosunun hemen altında “Edebi, Siyasi, Mizahi Haftalık Gazete” ibaresi ve onun altında da “Dünyanın Bütün İşçileri Birleşin” cümlesi yer almaktadır. Bu cümle derginin siyasal yaklaşımı hakkında açık bir fikir vermektedir. Derginin adresi olarak “Babıâli Cad. No: 58″ belirtilmektedir ve müdür olarak Leon Şatıryan’ın, editör olarak da Yervant Odyan’ın ismi geçmektedir. Derginin logosunda Şaviğ ismi bulunmakla birlikle, iç sayfalarda Şaviğ İknadağa ismi kullanılmakladır. Öyle  görünüyor  ki,   1919 yılında  yayın  hayatına  başlayan İknadağa ile Şaviğ 1920 yılında birleşmişlerdir. Birleşmeyle ortaya çıkan bu yeni derginin yayın hayatı 1922 yılına kadar sürmüştür.”
Kısaca , Yarman’ın bu önemli çalışması aynı zamanda,  önceki çalışmalarında olduğu gibi,  başta örneklediğimiz  sorusuyla bağlantılı; cehalete son verme çağrısıdır!
[1] Elyazmalarının başında ya da sonunda yer alan kolofonlarda, elyazmasının başına gelen önemli olayları anlatan bölümler bulunmaktadır. Ayrıca elyazmasının yazıldığı dönemde meydana gelen tarihsel olaylar ya da yazıldığı bölgeyi etkileyen gelişmeler (Moğol istilası, deprem, salgın hastalık vs.) de kaydedilmektedir.
[2]  Elyazmasının matbu eserle, karşılaştırıldığında daha iktisatlı olma özelliği 1666 yılında Amsterdam’da Ermenice basılan Tevrat örneğinde son derece belirgindir. Bu baskı elyazması istinsahını hemen hemen hiç etkilememiştir, çünkü içerdiği 160 adet gravürün artırdığı maliyetler hesaba katıldığında bu modern baskı kitabı ancak zengin tüccarlar alabilmekteydi. 16. yüzyılda Doğu’da ve özellikle de İran’daki elyazması üretimi, Avrupa’daki Ermeni matbaacılığıyla rekabet edebilir durumdaydı.
[3] Ankaralı Hovhannes, Latin Coğrafyası, Petrus Appianus’un Kozmografya ve Ptolemeus’un Coğrafya‘sını; Lehistanlı Stepan, Flavius josephus’un Yahudilerin Savaşı’nı, Aristoteles’in Metafizik’ini; Oskan Yerevantsi Latinceden Gramer Sanatı ve Mantık Öğeleri adlı kitapları bu dönemde Ermeniceye çevirmişlerdir.
[4] “1897 yılında manastırdaki okul tamamen bir ziraat okuluna dönüşmüştür. Sınıflarda teorik dersleı verilen öğrencilere daha sonra uygulamalı bir eğitimin de verildiği okulun müdürü ise Ardaş Tarpinyan’dır. Aramyants’ın hazırladığı salname sayesinde dönemin ziraat faaliyetlerini planlayan ve koordine eden kurumlan hakkında da bilgi edinebiliyoruz. Bunlardan biri ve en önemlisi 1913 yılında kurulan MIŞAG Köy Ekonomisi Birliği’dir. Salnamede Osmanlı Ermenilerinin bu önemli ziraat kuruluşunun tüzüğü, kurucuları, kuruluş amacı, üye olma koşulları ve faaliyetleri hakkında bilgiler bulunmaktadır.”
[5] Ermeni matbaacılığının 400. Yılında  (1912) dünyanın 17 ülkesinde ve 95 şehrinde faaliyette bulunan 462 adet Ermeni matbaası vardı.  Osmanlı sınırları içinde son yıllara kadar bir basımevine ve hala bir gazeteye sahip olmayan illerde daha 19. Yüzyılda Ermeni matbaa ve gazeteleri bulunmasına okuyucunun dikkatini çekmek isterim.
Akunq.net

Yorumlar kapatıldı.