İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bir ahçik(*) İslâm olanda…,

A. Turan Alkan

Hasan Cemal’in son kitabı “1915: Ermeni Soykırımı” adlı eser, tam da necib matbuatımızın haber (veya skandal!) refleksine uygun bir seçimle öne çıkarıldı ve yazar İlhan Selçuk’un annesi Hikmet Kasım Hanım’ın Ermeni asıllı olduğu iddiasıyla yankı buldu… Soykırım, ağır bir kavram ama 1915’te olup bitenlerin savunulacak bir hâli olmadığını da belirtelim. Görünen köy kılavuz istemez; ısrarla tarihçilere havale ederek üstünü küllemeye çalıştığımız bu mesele, birkaç yıl sonra daha büyük ve vahim boyutlarıyla uluslararası bir sûret kazanarak gündemimize gelecek ve muhtemelen yine kendimizden başka herkese kabahat atfederek o büyük trajedinin sorumluluğundan sıyrılmaya çalışacağız… Bu meş’um hadiselerden bahsetmek gerektiğinde ancak, “Ama onlar da en zayıf ve çaresiz anımızda bizi arkadan vurmuşlardı” bahânesine sığınmaklığımızda bile esaslı bir zaaf işareti var.Ya, ders kitaplarında anlattığımız, müfredata koyduğumuz ve anlı-şanlı tarihçilerimize yazdırdığımız “resmî tez” doğru değilse; ya hakikatle savunduğumuz tez arasına sıkışmış binlerce trajedinin yakıcı hâtıralarından hâlâ kan damlıyorsa?



***
Hasan Cemal’in son kitabı “1915: Ermeni Soykırımı” adlı eser, tam da necib matbuatımızın haber (veya skandal!) refleksine uygun bir seçimle öne çıkarıldı ve yazar İlhan Selçuk’un annesi Hikmet Kasım Hanım’ın Ermeni asıllı olduğu iddiasıyla yankı buldu.

Kitabı henüz görmedim ama başlığı, “pimi çekildikten sonra patlayıp patlamayacağı merak edilen” Alman yapımı, eski bir el bombasını andırıyor. Şimdilik bu “bomba”, muhtemelen çok ağır trajediler yaşadıktan sonra içimizden biri olarak hayata vedâ eden bir hanımın kimliği üzerine tutulan ışıldağı andıran sarsıcı bir tesir yaptı. Üzerinde durulmaya lâyık bir meseledir.

  Soykırım, ağır bir kavram ama 1915’te olup bitenlerin savunulacak bir hâli olmadığını da belirtelim. Görünen köy kılavuz istemez; ısrarla tarihçilere havale ederek üstünü küllemeye çalıştığımız bu mesele, birkaç yıl sonra daha büyük ve vahim boyutlarıyla uluslararası bir sûret kazanarak gündemimize gelecek ve muhtemelen yine kendimizden başka herkese kabahat atfederek o büyük trajedinin sorumluluğundan sıyrılmaya çalışacağız. Bu hususta “Yevmün cedid, rızkun cedîd” yaklaşımını benimseyerek günü savuşturabiliyoruz ama hadiselerin 100. yılında ağır bir uluslararası baskıyla karşılaşmamız mukadder görünüyor.
1915’te olup bitenlerin hakikatini bilmek ve o hakikatle yüzleşmek mecburiyetindeyiz; bu hususta resmî görüşümüz Türk’ün Türk’e propagandası mâhiyetinden ötede bir geçerlik taşımıyor. Dünya kamuoyu, bizim açıklama şeklimizi doğru bulmuyor. Anladık, sevenimiz pek yok ama bu kadar ülkenin parlamentosunda alınan kararlarla kınanmış olmanın bize hatırlatması gereken küçük bir şüphe dahi yok mudur? Resmî gerçeklerle bildiklerimiz arasındaki farklılıklar, Türk tarih yazımında nevî şahsına mahsus başlı başına bir tür teşkil ediyor; “İtirazcı tarih” başlığı altında listeleyebileceğimiz yüzlerce kitap, makale kaleme alındı ve toplumda karşılık buldu. “Yalan söyleyen tarih utansın” klişesi, yakın dönem tarih yazıcılığımızda anlamlı bir raf teşkil ediyor ve bu tür kitaplarda yazılanlardan neredeyse tamamını gerçek kabul ediyoruz; bu hükmün istisnâsı, 1915 olaylarıdır. Bu meş’um hadiselerden bahsetmek gerektiğinde ancak, “Ama onlar da en zayıf ve çaresiz anımızda bizi arkadan vurmuşlardı” bahânesine sığınmaklığımızda bile esaslı bir zaaf işareti var.

(*) Ahçik, Ermenice’de kız demekmiş; türküleri vardır.

t.alkan@zaman.com.tr 
http://twitter.com/ahmetturanalkan 

17 Eylül 2012, Pazartesi

Yorumlar kapatıldı.