İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bu coğrafyanın kadim halkları yok olmaya karşı direndi!

Sait Çetinoğlu

Bu kısa yazı coğrafyamızın kadim halklarının tarihsel topraklarından kazınmasına karşı gösterdikleri  direnişlere ayrılmıştır. Coğrafyanın kadim halklarının egemenlere karşı verdikleri uzun umutsuz mücadele sürecine geçmeden önce kısa da olsa direnişlerin muktedirlerce algılanmasına değinmek isteriz: Egemenlerin, muktedir olmayanların kendilerine  karşı direniş sürecini şeytanlaştırmaya çalışmaları baskı ve inkâr sürecinin bir parçasıdır. Bu şeytanlaştırmaların tarihi direnişler kadar eskidir. 

Rejimin /iktidarın/ egemenlerin,  kendisine karşı çıkan,  tehdit eden/tehdit edebilecek  olan ve dayattığı kıstasları ve  baskıları reddeden her olguyu “hastalık” ölçütü ile patolojik bir çerçevede değerlendirmesi ve bu direnişi dehumanization/ insandışılaştırma ile karşılamaya çalışarak, şeytanlaştırması yeni bir olgu değildir. Bu algı, Global baskı mekanizmasının coğrafyamızdaki parçasına da bir “enfeksiyon” olarak “girerek” “kronik” hale gelmiştir.[1]Rejime/iktidara boyun eğmeyen her şey rejim/iktidar/egemen için bir hastalıktır.  Oysa toplumun kendisine dayatılan ve varlığını tehdit eden bu baskı mekanizmasına her yerde,  her koşulda kaşı çıkması,  insanlığın doğal ve  vazgeçilemez bir  hakkıdır.
Bu coğrafya Hıristiyanlarının çilesi, 7. Yüzyıldan itibaren İslam akınlarıyla birlikte yoğunlaşarak artarak Soykırımla sonuçlanır. Bu coğrafyanın Hıristiyan unsurları zor, baskı, şiddet, katliamlarla  ve Soykırıma uğratılarak kadim topraklarından kazınmışlardır.
İslami fethin  İslam öncesi işgallerle temelden bir farklılığı vardır. Bu kez fatihler kalıcıdır ve coğrafyayı her bakımdan dönüştürürler: Yoğun İslamlaştırma, toprak kayıpları, ağır vergiler, gen havuzuna el konulması (erkek çocuklara el konularak askeri aygıt içine alınması)… gibi.
Tabii ki bu baskılara karşı aktif yada pasif direnmeler bu baskılarla atbaşı gitmekte, özellikle 18. Yüzyıldan itibaren Fransız Devriminin de etkisiyle bu direnişler daha sistematik bir hale gelerek bağımsızlık çizgisine evrilir. Direnişlerin bağımsızlık dinamiğinin kazanması devletin iktidarına karşı bir tehdittir. Kapitalist toplumlara hükmeden  meta fetişizmi gibi,  Kapitalizm öncesi haraççı toplumlara da iktidar fetişizmi hükmeder. İktidar kendisine tehdit oluşturduğunu yada gelecekte tehdit oluşturacağını düşündüğü unsurları yok etmesini kendisinde hak görmektedir.  Kapitalist toplumlardaki iktisadi düşünce, bu haraççı toplumlarda gelişmemiş, iktidara yönelik olduğunu  düşündüğü her hareketi ve unsuru fiziken yok etmekten başka bir şey düşünmemiş ve bu düşünceyi sistematik olarak uygulamamıştır. İktidarın zaafa uğramaması için kendi evlatlarını dahi yok eden bir hanedandan ve zihniyetten söz ediyoruz.
Osmanlı coğrafyasında sırayla bağımsız devletlerin ortaya çıkışı, toprak kayıplarının yanında dış fethin/talanın sınırlanmasını ve giderek ortadan kalkmasının, devletin içerideki unsurlara yönelmesi (iç fetih) içerideki baskı ve zülmü katmerleştirir.
Osmanlı coğrafyasındaki tüm unsurlara karşı başlayan bu sistematik talanın günlük yaşamın bir parçası haline gelmesi, 19.yüzyılda bir çok direnişe kaynaklık eder. Bu direnişler bilineceği üzere kanla bastırılacak. Zaman zaman da gözdağı şeklinde uygulanan şiddet sistematik kitlesel cinayetler düzeyine yükselecektir.
Coğrafyadaki tüm unsurlar bu şiddetten nasibini almıştır: Elenler, Sırplar, Karadağlılar, Pontoslular,  Bulgarlar, Melkitler, Durzler, Türkmenler, Kürtler, Ezidiler, Asuri – Kildaniler, Makedonlar, Araplar, kendi ordu mensubu Hıristiyan unsurlardan devşirdiği Yeniçeriler…  gibi.  Biz bu kısa yazıda daha çok Ermenilerin üzerine uygulanan şiddete odaklanacağız. 19 yüzyılda Ermeniler üzerine uygulanan şiddet sistematik ve ölümcüldür.[2] Bir yüzyıl içinde Ermeni halkının can kaybı oldukça yüksektir. Üstelik bu şiddet özellikle Ermeni Erkek nüfusuna yönelmekte, erkeklerin öldürülmesine kadınların yoğun İslamlaştırılması eşlik etmektedir.
Ermeni toplumunun bu katliamlara karşı tepkilerini, kendi  öz-savunma birliklerinin örgütlenmesi ile cevap verirler:
1881’de, Avrupalıların verdikleri güvencenin anlamsızlığını fark eden bir grup Ermeni aydın, cemaat ileri gelenlerinin nasihatlerini bir yana bırakıp, Balkanlar’daki direniş hareketlerinin ve Ermenilerin Zeytun’da verdiği silahlı mücadelenin izinden gitmeye karar vererek,  dört koldan savunma gruplarını örgütler. Bunların en meşhuru Beyaban Hayrenyats [Atayurdu Savunma] cemiyetidir. Bunlarörgütledikleri silahlı fedailer sayesinde, izleyen on yıl boyunca Van bölgesini Kürt saldırıların­dan korudular.Fedailerin mücadeleleri bu asimetrik savaşta umutsuzdu, sonuçta bunlar devasa bir baskı örgütü ve ondan destek alan talancı gruplarla mücadele ediyorlardı; Ancak, asimetrik bir konumlarına rağmen fedailer, Ermeni halkına bir umut aşılamış, yapılanların cezasız kalmayacağına dair bir adalet düşüncesi oluşmuştur.  Ermenistan  köylüleri olan bu fedailer, Ermeni davasına bağlılıklarını çoğunlukla hayatları pahasına ödemiş olan kahramanlardır. Bunlar arasında öne çıkan  bazı figürleri anarsak: Yıllar boyu Ahlat ve Sason dağlarında hüküm sür­müş Nemrut Aslanı Serop, Jardar, Kevork Çavuş, Vanlı Aram, Ishkan, Sebastialı (Sivaslı) Mourad, Kourken, Sebouh, Andranik, Muşlu Aram, Keri, Zohrabian, Vazgen Darayan, Hraiyr, Hratch… tümü de eşitsiz ve vahşi bir savaşın içinde yeralmış, zulüm altında yaşayan Ermeni halkına umut aşılamada önemli pay sahibi olmuşlardır.  Fedai birlikleri, gerçek anlamda savaş operasyonları olan bir dizi çarpışmaya da katılmışlardır.
Ayrıca Ermenilerin çeşitli bölgelerde kitlesel direnişlerde gösterirler. Bunlardan başlıcaları  1862 Zetyun 1894 Sason örneğidir.
Tehcir öncesi en büyük direniş Nisan 1915’te Van’da gerçekleşir. Tehcir ve  Soykırım sırasında de Ermeniler, birçok yerde  direnişgösterirler: Şebinkarahisar (Haziran Temmuz  1915) Boğazlıyan (23 Temmuz 1915), Fındıcak (Maraş- 1 Ağustos 1915), Urfa’nın Gernüs Köyü (9 Ağustos 1915), Antakya (Musa Dağı- 14 Eylül 1915), Urfa (29 Eylül 1915), İslahiye (7 Şubat 1916), Akdağmadeni ( 4 Nisan 1916), Tosya (9 Nisan 1916) , Zeytun (Ağustos 1915- Ekim 1915), ve Sason’da  (Temmuz 1915) tehcir kararına karşı umutsuz  toplu  direnişler olur. Ancak bu asimetrik savaş ve topyekün saldırılara  Ermeniler mukavemet edemezler.
 1915 Soykırımı sonrasında,  ölüm yürüyüşünden arta kalanların yurda dönmeleri ve bu güne kadar her ne şekilde olursa olsun bu coğrafyada tutunmaya çalışmalarını ve Soykırım sürecinde dünyanın dört bir yanına ucuz ve güvencesiz iş gücü olarak dağılan Ermenilerin, bulundukları yerden asimilasyona ve Soykırımın inkarına karşı direnmeleri ve adalet arayışları da 100 yıla yakın bir direnişi simgeler.
Ayrıca Soykırımın  inkârı, bu coğrafyanın önündeki başlıca engeli teşkil etmektedir:
1915 Soykırımı ve Hıristiyan mülklerinin Müslümanlara dağıtılması bugün demokratikleşme sürecinin önünde duran en büyük engeldir. Türkiye, 1915’in inkarı ile birlikte  donmuştur. Kemalist dönemin bir toprak reformu baskısıyla karşı karşıya kalmamasının nedenlerinden biri de bu katledilen Hıristiyanların  mülklerinin, Soykırımın  suç ortaklarnca el konulması ve  bunlara dağıtılmasıdır. 1915 Ermeni Soykırımı sürecinde, Ermenilerin tehcir edilirken terk etmek  zorunda bırakıldıkları taşınmazlar yağmalanmış ve/veya satılmıştır ve bu taşınmazlara el koyanlara tapu verilmesinin yolu açılmıştır. 1925-35 yıllarına ait gazete koleksiyonlarında bunlara dair binlerce örnek yer almaktadır. İktidar partisi CHF başta olmak üzere iktidar kurumlarına (Türkocağı, Halkevleri…  gibi) ve özel sektör kuruluşlarına (şirketler, odalar, borsalar… gibi) Ermeni ve Rum mülkleri bedelsiz dağıtılmıştır.  Çankaya köşkü dâhil çeşitli illerdeki Atatürk müzeleri el konulan Ermeni mülkleridir. Trabzon müzesi de Rus uyruklu Pontoslu Kostantin Kabayanidis’in mülkü olup, Kabayanidis de mübadeleye tabi değildir.
İnkâr, 1915 sürecinde yemlenenlerin, nemalandırılanların ve cezalandırılmayanların sayesinde sürdürülmektedir.
Kemalistlerin uygulama ve vukuatları ciltleri dolduracak derecede çeşitlidir. Biz burada Gayrimüslimlere dair önemli noktalara kısaca değinmekle yetineceğiz.
1920’lerde gayrimüslimlerin İstanbul ili dışına çıkmaları izne tabi kılınması, bu iznin zor alınması nedeniyle Ermenilerin İstanbul dışındaki mülklerini korumasını güçleştirmiş, bu mülklerin gasp edilmesini mümkün kılar.
Milli mücadeleye katılmadığı gerekçesiyle birçok Ermeni vatandaşlıktan çıkarılarak malları müsadere edilir. Milli mücadeleye katılmadığı gerekçesiyle vatandaşlıktan çıkarılanlar arasında Gayrimüslim kadınlar da vardır. Ermeni soykırımını gerçekleştiren kadroların varislerine Bu mallardan  bedelsiz dağıtılır. Talat’ın eşi Hayriye Hanım’a Aram Fındıklıyan’dan el konulan apartman tahsis edilmiştir.
Eylül 1923’te Kilikya ve doğu Anadolu’dan savaş sırasında göç eden Ermenilerin geri dönüşünü yasaklayan kararname çıkarılarak mülklerine sahip olmaları önlenmiştir. Öncesindeki  İstanbul hükümetinin geri dönüş şartları da son derece ağırdır.
Çeşitli yasalar ve yönetmelikler çıkartılarak gayrimüslimlerin iş hayatından uzaklaştırmaları sağlanmıştır. Türklüğe hakaret davaları ile gayrimüslimlerin sindirilerek, ülkeden ayrılmalarına zorlanmış,  yani gönüllü sürgüne gönderilmişlerdir. Bunların yanında 1928 yılında başlayan Ermenilere yönelik tehdit ve terör sonucu Anadolu’daki birçok Ermeni  Suriye’ye göç etmek zorunda kalmıştır.1928-29 yıllarında Diyarbakır ve Harput’taki Ermenilere yerel yöneticiler tarafından Türkiye’den gitmeleri telkin edilir(!). 1929-30 arasındaki 18 ay içinde Suriye’ye  göç etmek zorunda kalan Ermeni sayısı 6.373 kişidir.  Ermenilere yapılan saldırılar kovuşturulmamakta bu da yeni saldırılara cesaret vermektedir. Ayrıca Bu yıllarda yurt dışına çıkan Ermenilere geri dönüşü olmayan tek kullanımlık pasaport verilerek ülkeden kovulurlar.  Bu dönemlerde yurda giren ve çıkan Ermenilerden Türkiye’den hiçbir hak talep etmiyorum mealinde bir taahhütname alma uygulaması getirilmesi ihmal edilmez. 
14 Haziran 1934te kabul edilen İskan kanunu ile Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki Ermenilere yönelik sürgün uygulamalarına başlanır: Şeyh Said isyanına katıldığı veya Ermeni emellerine hizmet ettiği gerekçeleriyle sürgün kararnameleri çıkarılır. Artvin’de ve Kayseride olduğu gibi toplu sürgünler gerçekleşir.
Anadolu’da Ermeni cemaati bırakılmayarak Ermeni cemaatinin vakıf mallarına el konması kolaylaşır. Dini yapılar hayvan barınağı, samanlık, cezaevi gibi işlerde kullanılmaya başlanır.
Türkleştirmenin bir parçası olarak  sürekli yürütülen “Vatandaş Türk Malı Kullan” , “Vatandaş Yerli Malı Kullan” ve “Türk olmayanlardan alışveriş etmeyin” kampanyaları Gayrimüslim işadamları huzursuz edilmesine yöneliktir.
1941 yılında  Gayrimüslimler için uygulamaya konulup  18 ay yürürlükte kalan 20 Kur’a askerlik /amele taburları Gayrimüslimleri işlerinden uzaklaştırmaya ve  sindirmeye yönelik bir uygulamadır. Ölüm korkusu ile 18 ayı geçiren gayri Müslimlere her zaman “İstanbul’u unutun!” komutu ile işe koşulmuşlardır.  Oldukça zor olan çalışma şartlarında ölenlerin sayısı bilinmemektedir. Arkasından 1942 deki bir ekonomik ve kültürel jenocid aracı Varlık Vergisi  gelecektir. Bu uygulamalarda eski İttihatçılar başroldedir. Uygulama ile Ermenilerden  varlıklarının (kapital değerlerinin) %232’i oranında vergi istenmiş (Müslümanlardan %4.94),  ödeme gücünün üstünde olan bu vergiyi ödeyemeyenler, kış ayında Erzurum’a yol yapmaya  ve yollardaki karları temizlemeye, yaz ayında da Anadolu’nun en sıcak bölgesindeki çalışma kamplarına gönderilmişlerdir. Yaşları 50’nin üzerinde olan bu varlık vergisi mağdurlarından kaç kişinin öldüğü bilinmemektedir. Varlık vergisi geçimlik araçları dahil Gayrimüslimlerin  elinde ne varsa gasp edilerek,  elinden alan ekonomik ve kültürel bir soykırım uygulamasıdır.
Son kanlı pogrom 6/7 Eylül 1955’te gelir. 6-7 Eylül 1955 günlerinde İstanbul’da ağırlıklı olarak Rumlara ve diğer Gayrimüslimler yönelik büyük bir yağma harekâtı örgütlenir. Türk basınına göre 11 kişi ölmüştür. Yaralı sayısı resmî rakamlara göre 30, gayri resmî rakamlara göre 300’dür. Sadece Balıklı Hastanesi’nde 60 kadın tecavüz nedeniyle tedavi görmüştü. Tecavüze uğrayanların 200’ü aştığı sanılır. Olaylar sırasında, resmî rakamlara göre 5.300’ü aşkın, gayri resmî rakamlara göre 7  bine yakın bina saldırıya uğrar.
İnönü hükümetince 1964’te gerçekleştirilen İstanbul doğumlu Rumların sürgünü, Elenlerin tarihsel topraklarından kazınmasının son kitlesel uygulamalarından biri olur.
19 Ocak 2007  Hrant Dink ‘in katledilmesi…, 24 Nisan 2011 er Sevag Balıkçının şakadankatledilmesi… Bu coğrafyanın kadim halklarının direnişinin kırılmasına ve tarihsel topraklarından kazınması operasyonlarının bir parçası olarak  günümüz örneklerindendir.
Tarihsel topraklarından dünyanın dört bir yanına savrulanların, adalet isteklerini dile getiren diasporanın direnişini sürerken, diasporanın direnişinin şeytanlaştırılma ve  inkâr ile,  Soykırım günümüze uzanır.


[1] Burcu Gürsel, Maça Papazı (1): Bir Patoloji Kurgusunda Hükümranlık Fantezileri, http://azadalik.wordpress.com/2012/06/19/maca-papazi-1-bir-patoloji-kurgusunda-hukumranlik-fantezileri/
[2] Yaşadıkları coğrafyadaki Müslüman unsurların (Türk, Kürt, Çerkez… )devlet destekli baskısı ve şiddetinin dışında Ermenilerin 19. Yüzyıldaki can kayıplarını ve devletin aktörü olduğu kitlesel cinayetleri kronolojik olarak şöyle sıralanabilir: 1822-23 Batı Ermenistan, 2000. 1829 Bayazıd, 5000. 1836 İstanbul, 5000 (ermeni gençleri). 1836 Batı Ermenistan, 4000. 1856 Trabzon- Erzurum 15000. 1862 Zeytun (Süleymanlı), 3000. 1862 Van 3000. 1863 Muş 2000. 1864 Çarsancak 2000. 1866-67 Ermeni vilayetlerinde 2000. 1877 Bayazıd 8000. 1878 Haçin (Saimbeyli) 3000. 1879 Eleşkirt- Diyadin  10000. 1880 Van 5000. 1885 Batı Ermenistan 5000.  1887 Batı Ermenistan 2000. 1890 Batı Ermenistan 3000. 1890-94 Batı Ermenistan 5000. 1895-96 osmanlı coğrafyasında toplam 300000.

Yorumlar kapatıldı.