İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Berlin’de hikâyelerin buluştuğu cadde: Hardenberg

İNFAZ VE İMHA: SOROMON TEHLERYAN & TALAT PAŞA 

Birkaç yıl sonra Türkçeye çevireceğim “Talat Paşa Davası Tutanağı” o günlerde elime geçti ve Talat Paşa’nın, Berlin’de, Hardenberg Caddesi’inde öldürüldüğünü öğrendim. Tutanaklara göre Talat Paşa, aynı caddede, on odalı, 4 nolu evde oturuyordu. İnfaz eden de 37 numaralı evde ikâmet eden karşı komşusuydu: Soromon Tehleryan. Her iki bina da savaşta yıkılmıştır.


*** 
[Sesonline] Çeyrek yüzyıl önce kitapların beni sürüklediği bir kilometre uzunluğundaki Hardenberg Caddesi, Almanya’nın II. Dünya Savaşı’ındaki yıkımının simgesine dönüşen Gedächtniskirche (Hafıza Kilisesi) ile Ernst Reuter Meydanı arasında uzanır. Berlin’e dair hemen bütün hikâyelerde adı geçen Zoologicher Garten (Hayvanat Bahçesi) İstasyonu, ’68 öğrenci hareketi sırasında, üniversitelilerin önünde sık sık gösteri yaptıkları “Amerika Haus” da yine aynı cadde üzerindedir. Türkiye’yi doğrudan ve dolaylı ilgilendiren, halen siyasi çatışma ve inceleme konusu olan, “insanlığa karşı işlenmiş iki büyük soykırım suçu”nun ve bir yığın tarihî olayın izleri Cadde’nin hafızasına kazınmıştır. Cadde, tarihi, ulusal tarih olarak değil, ilşkiler tarihi olarak inceleme ve öğrenmemize olanak veren özellikler taşır. [Doğan Akhanlı, Birikim Dergisi, Nisan 2012, Sayı: 276] (» Soykırım ve soykırımı inkâr üzerine… / Yalçın Ergündoğan)
İNFAZ VE İMHA: SOROMON TEHLERYAN & TALAT PAŞA
Birkaç yıl sonra Türkçeye çevireceğim “Talat Paşa Davası Tutanağı” o günlerde elime geçti ve Talat Paşa’nın, Berlin’de, Hardenberg Caddesi’inde öldürüldüğünü öğrendim. Tutanaklara göre Talat Paşa, aynı caddede, on odalı, 4 nolu evde oturuyordu. İnfaz eden de 37 numaralı evde ikâmet eden karşı komşusuydu: Soromon Tehleryan. Her iki bina da savaşta yıkılmıştır.
15 Mart 1921 salı sabahı öğlene doğru evinden çıkıp, Hayvanat Bahçesi’ne doğru yürüyüş yapan Talat Paşa, şimdiki Almanya Sanayi ve Ticaret Odası’nın bulunduğu 17 numaralı binanın önüne vardığında, karşı kaldırımdan onu izleyen ve çoktan kaldırım değiştiren Soroman Tehleryan, Talat Paşa’nın yanından geçmiş, onu ensesinden vurduktan sonra silahını atıp koşmaya başlamış, Fasanen Caddesi’nin Hardenberg Caddesi’yle birleştiği köşede, çevredekiler tarafından yakalanmıştı. (Hofmann, 2000)
Soromon Tehleryan ister cani, isterse kahraman olarak anılsın, suikastın nedeni araştırmacılar tarafından açığa kavuşturulmuştur. Talat Paşa; sonraları “soykırım” olarak adlandırılacak olan “insanlığa karşı işlenmiş suç”un müsebbibi olduğu için suikastın kurbanı olmuştu.
1913’te, İttihat ve Terakki Kongresi’nde kabul edilen, radikal bir biçimde uygulanan ve Cumhuriyet kurulduğunda, Anadolu ve Trakya’da, Hıristiyanların kökünün kazınması ya da kovulmasıyla sonuçlanan tek uluslu devlet projesinin mimarlarından biri, belki de baş sorumlusuydu. (Akçam, 1999) Sorumlulardan diğer ikisi, Teşkilat-ı Mahsusa şefi Dr. Bahaaddin Şakir ve tehcirde Trabzon kasabı olarak ün salmış Cemal Azmi de, 17 Nisan 1922’de, birkaç yüz metre ötede Uhland Caddesi’nde 47 numaralı evin önünde, Arshavir Shiragian ve Stepan Dzaghigian adlı suikastçılar tarafından öldürüleceklerdi. (Hosfeld, 2005)
Bu ikisinin mezarları halen Berlin’de, Neukölln Camii’nin giriş kapısının hemen önündeki “Türk Şehitliği”ndedir. Talat Paşa’nın mezarı, 1943 yılının Şubatı’nda Türk tarafının arzusu üzerine Nazi toplama kampı Sachsenhausen’ı ziyaret eden İstanbul Emniyet Müdürü Nihat Haluk Pepeye ve Salâhattin Korkud’un girişimleri sonucu, 25 Şubat 1943’te, Türkiye’ye götürüldü ve naaşı devlet töreniyle Abide-i Hürriyet’te defnedildi. (Bali, 2006)
Soromon Tehleryan’ın eylemi kişisel bir öç almadan öte özellikler taşıyordu ve muhtemelen “Nemesis” olarak tarihe geçen, Ermeni intikam teşkilatının militanı olmalıydı. İlk kurbanı da Talat Paşa değil, 24 Nisan 1915’te İstanbul’dan tehcir edilen Ermeni aydınları ve ileri gelenlerinin listesini, İstanbul Polis Müdürü Bedri Bey’e veren, 1920 Nisanında İstanbul’da öldürdüğü Mıgrdıç Harutuyan’dı (Hofmann, 1980, 2000). 2 ve 3 Haziran 1921’de yapılan ve sadece iki gün sürüp, Soroman Tehleryan’ın beraatiyle sonuçlanan dava, neredeyse bir asır sonra da önem taşıyorsa bunun nedeni, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ideolojinde aranmalıdır. Sanki Cumhuriyet gökten zembille inmişti ve geçmişi yoktu. Sanki 1915 yılında hiçbir şey olmamıştı. Sanki 1918 yılı sonunda, Ermeni tehciri ve katliamları, Meclis-i Mebusan’da tartışılmamış, soruşturma komisyonu kurulmamış, Şubat 1919’da aralarında Enver-Talat-Cemal üçlüsü de dahil, Divan-i Harbi Örfi’de toplam 36 dava açılmamış, ana davanin iddianamesinde savcı, 41 resmî-şifreli telgraftan alıntı yapmamıştı. Sanki bu mahkemelerde Enver, Talat, Cemal Paşalar, Teşkilat-ı Mahsusa şefi Bahaaddin Sakir, Emniyet Müdürü Azmi Bey de dahil toplam 17 kişi idama mahkum edilmemişti. Sanki bugün Urfalı “Şehit” Nusret, Yozgat kaymakamı “kahraman” Kemal, ünvansız Haydar Baba’nın idam cezaları infaz edilmemişti. Sanki Cumhuriyeti kuranlar, Ermenileri kıran, Rumları yurtlarından eden, bu arada Arapları ve Kürtleri de katletmeyi ihmal etmeyen İttihak ve Terakki kadroları değildi. Resmî söylemde, Cumhuriyet, tertemiz parşömen bir kağıt üzerinde inşa edilmişti. (Akçam, 2000, Dadrian, 2009) Oysa o topraklar sadece kırım ve soykırım toprakları değil, sözü edildiği gibi 20. yüzyılda bir ulusun kendini yargılamaya kalktığı ilk coğrafyadır. Talat Paşa Davası’nın yanısıra, sürekli görmezlikten gelinen, İstanbul’daki 1919 Divan-ı Harb Mahkemeleri, Uluslararası Halklar Hukuku ve “soykırım” kavramının geliştirilmesinde tayin edici önem taşırlar. Günümüzde kırım ve soykırım faillerini Lahey’de yargılama olanağına sahipsek bunu, “soykırım” kavramını geliştiren ve soykırım sözleşmesinin babası olan Raphael Lemkin adlı Polonyalı hukukçuya borçluyuz. Bütün sülalesi Nazi toplama kamplarında can veren Raphael Lemkin, bu iki mahkemeyi ve Ermeni tehcirini inceleyerek, bir devletin kendi vatandaşlarından bir bölümünü yok etmesine “soykırm” adını 1944 yılında verdi. (Lemkin, 1944)
“1921’deki Talat Paşa davası çok öğreticiydi”  diye yazdı Lemkin, “Annesi soykırımda öldürülmüş bir adam (Soromon Tehleryan) Talat Paşa’yı öldürüyor. Bakın, bir avukat olarak düşündüm ki, bir suç kurban tarafından değil mahkeme tarafından, ulusal hukuk tarafından cezalandırılmalıdır.” Ermeni Tehciri’nin Soykırım sözleşmesine olan etkisini de şu sözleriyle dile getirir Lemkin: “Fırat Nehri’ne atılan ya da Der-Es-Sor yolunda katledilen Ermeni erkekleri, kadınları ve çocuklarının acıları, Soykırım Sözleşmesinin kabulüne giden hazırlık yolu olmuştur” (Lemkin, 1947).
Birçok önderi Ergenekon davasından yargılanan “Talat Paşa Harekatı” 2006 yılı Mart’ında Berlin’e çıkarma yaptı. “Berlin’i yakacağız” nidalarıyla binlerce kişiyi seferber etmeye çalıştılarsa da, Almanya’da “yakma, yıkma” kelimelerinin hiç de sempatik bir etki uyandıramayacağını çok geç fark ettiler. Talat Paşa’yı anmak için çelenk koyma eylemini de onun öldürüldüğü yerde değil, Müzik Yüksek Okulu’nun karşısındaki “Steinplaz” adlı meydanda yapmaya kalktılar. Bu Talat Paşa Harekatı’nın ikinci büyük hatası oldu. Çünkü çelenk bıraktıkları yer, Almanya’da Nazi Kurbanları için yapılmış olan ilk anıttı (meydanın diğer ucunda da Stalin Kurbanları için bir anıt vardır) ve eylem haklı olarak anıta saldırı olarak algılandı.
Tarihî suçları inkar, Türkiye’yi gülünç duruma düşürmekle kalmıyor, onu sürekli suç işleyen bir mekanizmaya da dönüştürüyor. Hrant Dink, İstanbul’da, Andrea Santoro, Trabzon’da katlediliyor, İncil satıcılar Malatya’da boğazlanıyorsa, tarihi tarihçilere bırakma önerisi, gelecekte de cinayeti teşvik etmekten başka pratik bir sonuç doğurmayacaktır.
İNTİHAR: KEMAL CEMAL ALTUN
Talat Paşa 1921 yılının 15 Mart sabahı, suikasta kurban gitmeyip yoluna devam edebilseydi, yıllar sonra kendini İdare Mahkemesi’nin altıncı katından fırlatıp intihar eden, Kemal Cemal Altun’un can verdiği 20 numaralı binanın olduğu yere bir
dakika geçmeden ulaşmış olacaktı. Şimdi orada, Kemal Cemal Altun’u (doğ: 1960) hatırlatan Azeri heykeltraş Akbar Behkalam eseri olan ve 1996 yılında, zamanın Berlin-Charlottenburg Belediye Başkanı Monika Wissel tarafından yaptırılan mermerden bir anıt vardır. Anıt iki mermer arasında sıkışmış, deforme olmuş, ezilmiş bir insanı canlandırır. Mermere kazınmış Almanca ve Türkçe kitabede şu satırlar okunur:
Burada, sınır dışı edilerek ölüme gönderilmek istenen mülteci Kemal Cemal Altun, 30 Ağustos 1983’te idare mahkemesinin penceresinden atlayarak hayatına son verdi. Siyasi takibat altında olan mültecilere sığınma hakkı verilmelidir.
Cemal Kemal Altun, Eylül darbesinden sonra, 1981 yılında Batı Berlin’de siyasi sığınma talebinde bulunmuştu. İlticası kabul edildi. Daha sonra, Türkiye, suçluların iadesi anlaşmasına dayanarak, Almanya’dan iade talebinde bulundu (Seibert, 2008).
Sığınma talebini karara bağlayacak olan Batı Berlin İdare Mahkemesi’nde, 6. Katta, 30 Ağustos 1983 günü sabah saat 08:33’te, hakimin salona girmesi beklenirken, kelepçesi açılan Altun, birden yerinden fırlayıp açık duran pencereden altıncı kattan aşağıya atlayarak intihar etti. İntiharı yoğun tepkilere yol açtı. “Kirschenasyl” (Kiliselere Sığınma) hareketi doğdu. Mülteciler yasası ve uygulamasında olumlu adımlar atıldı. Günter Wallraff, onun dünya çapında tanınmasına yol açan, Türkçeye de çevrilen En Alttakiler kitabını Cemal-Kemal Altun’a ithaf etti. Kassel ve Hamburg’ta iki küçük meydana da adı verilen Altun, Almanya’da sınır dışı korkusuyla intihar eden ilk mülteciydi. Kabri, Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun en önemli şahsiyeti olan, Ulrike Meinhof’un da gömülü olduğu, Berlin-Mariendorf Mezarlığı’ndadır. (Gross ve Thomas 2003)
YAĞMURDAN KAÇARKEN: ISAAK BEHAR
Soromon Tehleryan’ın yakalandığı Fasanen Caddesi’nden yaklaşık yüz metre kadar ileride, Kant Caddesi kavşağında, 154a numaralı evin önünde, Nazilerin toplama kamplarında can vermiş, dört Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı anısına kaldırıma gömülmüş pirinçten dört “hatıra taşı” vardır. Günter Demning adlı Kölnlü heykeltraşın buluşu olan, tökezleten, sendeleten anlamına gelen “hatıra taşları”nın üzerinde standart bir cümle yer alır: Örneğin, 154a numaralı evin önündeki dört hatıra taşından birisinde şu yazar: “Burada Lea Behar otururdu/ Kızlık adı. Jaesch /Doğum tarihi 1890/ 1942’de sürgün edildi/ Riga’da öldürüldü” Bana, Madonna’nın Son Hayali romanımda, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonnası’nın roman kahramanı Maria Puder’in izlerini Avrupa kıtasında arama ilhamını veren işte bu taşlardır.
Almanya ve Avrupa’nın 500’den fazla şehir ve kasabasında onbinlerce hatıra taşı döşeyen Demning, sanatı aracılığıyla soykırımda öldürülen insanların tek tek anılmasını amaçlamaktadır. Isaak Behar’ın, İstanbul’da doğan annesi (Lea, 1890) ve babası (Nissim, 1890), 1915 yılında, İstanbul’dan Berlin’e, “Osmanlı İmparatorluğu’nda azınlıklara –Rumlar, Ermeniler, Yahudiler– yönelik giderek artan düşmanca tutumlardan” dolayı göç ettiler. (Behar 2002). Berlin’de üç çokukları oldu: 1916 yılında kızları Alegrina, 1920’de Jeanne doğdu. Behar ailesinden hayatta kalan tek insan olan Isaak Behar 1923 yılında doğdu. Aile geçimini halıcılıkla sağladı. Yahudilere karşı baskıların giderek arttığı otuzlu yılların sonunda, Gestapo, Behar ailesinden, Türk vatandaşı olduklarına dair belge istedi. Berlin Büyükelçiliği’ne başvuran Beharlar, dilekçelerine cevap alamadılar, “vatansız” konuma düştüler. 1942 yılında Almanya Dışişleri Bakanlığı, aralarında Türkiye’nin bulunduğu müttefiki ve tarafsız olan on ülkeye 31 Temmuz’a kadar, “Almanya’da ya da Almanya’nın işgal ettiği ülkelerde yaşayan Yahudi kökenli vatandaşlarını bu bölgeden çıkartmalarını, aksi halde, Alman ve düşman devletlerin Yahudilere uygulanan tedbirlerin onlar için de geçerli olacağını” bildirdi. (Gutstadt 2008)
Isaak Behar, annesi, babası ve ablalarını son kez gördüğü 13 Aralık 1942 gününden sonraki geceyi, Berlin’de bir mahzende nefesini tutarak ve sabaha dek titreyerek geçirdi. O Pazar sabahı evden ayrılırken paltosundaki, Yahudilerin taşımak zorunda oldukarı Davut yıldızını sökmüş, bu davranışı tutuklanmaktan korumuştu onu. Isaak Behar’ın annesi, babası, iki kız kardeşi 27. sevkiyat treniyle, Aralık 1942’de Polonya’ya ölüm kamplarına gönderildiler. Amcası Elia ve annesiyle aynı adı taşıyan yengesi Lea, 15. sevkiyat treniyle çoktan doğuya gönderilmişlerdi. 31. sevkiyat treniyle de amcasının çocukları Simchar ve Jakop gönderileceklerdi. (Behar 2002)
Isaak Behar bütün savaş dönemini Berlin’de, yeraltında, saklanarak geçirdi. Savaştan sonra ona Türk pasaportu verilmekte güçlük çıkarılmadı.
Isaak Behar, “gerçekten acilen ihtiyaç duydukları o zor zamanlarda esirgenen o kağıtların, şimdi böyle kolayca verilmesi çok acıydı” diye yazdı. Hatta ailesini korumayan Türkiye Cumhuriyeti onu askerlik yapmaya çağırdı! Isaak Behar da Türk Vatandaşlığını geri iade etti. (Behar 2002)
Beharların hikâyesi, Türkiye’nin, Nazilerin dünyaya savaş ilan ettiği ve gelmiş geçmiş en büyük insanlık suçunu işledikleri yıllara dair tutumunun, iddia edildiği gibi pek de temiz olmadığına bir örnektir. İstisna da değildir. 2. Dünya Savaşı yıllarında Avrupa’da yaşayan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını kanıtlayamayan 3000’i aşkın insan Nazi kamplarında katledilmişlerdir. (Gutstad, 2008)
Türk tarih yazımında, Türkiye’de de anti-semitizmden söz edilemeyeceği, Avrupa’daki bütün elçi ve konsoloslarımızın hemen hepsinin “Yahudileri” kurtardıklarından söz edilir ama, Trakya’da olup bitenler, “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyaları, 1942’de çıkarılan Varlık Vergisi ve Yahudilerin yüzde sekseninin Türkiye’yi terk ettiği sürekli görmezden gelinir. (Bali, 2008, 2003, 1999).
Her şeye rağmen, 1944 Haziran’ında Rodos’ta, adları bilinen 42 İtalyan, Yunan ve Türk Yahudisini kurtaran bir Türk konsolosu vardır. İsrail’in, soykırımda Yahudileri kurtaranlar için verdiği “adil insan” ödülünün verildiği tek Türk olan Selahattin Ülkümen adına, Kudüs’te, soykırım müzesi (Yad Vaşem) bahçesinde bir de ağaç dikilidir.
“BİR TÜRK MÜ BERLİN’E BELEDİYE BAŞKANI OLACAK?”: ERNST REUTER
Bugün Almanya’da herhangi bir gazete bu soruyu manşete taşısa, haklı olarak ırkçı damgası yerdi. İlginç olan manşetin tutucu basın tarafından değil, komünistlerin günlük gazetesi tarafından kullanılmasıdır. Söz konusu “Türk”ün adı da Ernst
Reuter’dir. (Worwärts, 1946) Münih ve Marburg üniversitelerinde Germanistik, tarih ve coğrafya öğrenimi gören Reuter (doğ: 1889), 1912’de Almanya Sosyal Demokrat Parti’sine katıldı. I. Dünya Savaşı’nda, 1916’da Rusya cephesinde esir düştü. Sovyet Devrimi sonrası komünistlere katılan Reuter, Moskova’da Savaş Esirleri Komitesi sözcüsüydü. Lenin’le tanıştı. Lenin’in “çok akıllı bir genç ama, çok fazla ba-
ğımsızlığına düşkün” biri olarak (Schütz, 2003)tanımladığı Reuter, Almanya’ya döndükten sonra, üyesi olduğu Almanya Komünist Partisi’nden istifa etti ve yeniden SPD’ye katıldı. Şehir ulaşımı ve toplu taşım uzmanı olan Reuter, bugün halen Berlin’in toplu taşım kurumu olan Berliner Verkehrs. Aktengeselschaft’ın (BVG) kurucularındandır. 1931’de Magdeburg Belediye Başkanı olan Reuter, 1932 yılında milletvekili seçildi. Hitler’in iktidara gelmesinden sonra, 13 Mart 1933’te, 1934 yılına kadar kalacağı Lichtenbug toplama kampına gönderildi.
Hitler’in iktidarı ilk başta başta Yahudiler olmak üzere, Alman Aydınlarının işlerini kaybetmelerine yol açtı. Birkaç ay içinde, Yahudi, komünist ve sosyal demokrat olan 2000 bilim adamı ve üniversite öğretim üyesi görevlerinden uzaklaştırıldılar. Pek çoğu için, Almanya’dan kaçış, hayatta kalmanın tek yolu oldu.
Türkiye o yıllarda “Batılılaşma” çabalarında oldukça fazla adım atmış, kadın haklarından, Latin alfabesine geçişe kadar pek çok reform uygulanmaya başlanmıştı. Haziran 1933’te, üniversitelerdeki reformlar, Alman bilimadamları ve öğretim üyelerine, Türkiye’de çalışma imkanı verilerek hızlandırıldı. Savaş sonuna kadar sayıları 800’ü bulacak olan mülteci aydınlar, Türkiye’de, eğitimden, sanata, müzikten, edebiyata, mimarlığa ve görsel sanatlara kadar entelektüel hayatı önemli ölçüde etkilediler. (Bakırdöğen, 2006)
1935’te Londra’ya kaçan Reuter, Ulaştırma Bakanlığı’ndan uzman personel olarak iş teklifi aldı. 1935 yılının haziran ayında Türkiye’ye gelen Reuter’in eşi Johnna ve yıllar sonra Mercedes-Benz’in yönetim kurulu başkanlığına kadar yükselecek olan oğlu Edzard’da iki ay sonra Türkiye’ye geldiler. Savaş yıllarında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde şehircilik dersleri veren Reuter’in çok sayıda Türkçe makale ve kitabı yayımlandı. 1946’da Berlin’e dönen Reuter, SPD’den belediye başkanlığına adaylığını koyduğunda, yıllar önce koptuğu komünistlerin onu, “Türk” olarak nitelelemeleri işe yaramadı. Reuter, Berlin’in ilk ve gelmiş geçmiş en ünlü belediye başkanı oldu. (Haymatloz 2000)
Adı, Hardenberg Caddesi’nin sona erdiği meydana verilen Ernst Reuter, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Berlin’e döndüğünde, oturduğu ilk konutu da yine Hardenberg Caddesi üzerinde, Teknik Üniversite kantinin yanındadır.
KAYNAKÇA
» Akçam, Taner, İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, İmge Kitabevi Yay., Istanbul, 1999.
» Akhanlı, Doğan, Madonna’nın Son Hayali, 2005.
» Bakırdöğen, Ayhan, “Die Türkei als Exilland während der Zeit des Nationalsozialismus”, Neue Zürcher Zeitung, 20./21., Mart 1999.
» Bali N., Rıfat, Toplumsal Tarih sayı: 150, Haziran 2006.
» Bali N., Rıfat, Musa’nın Evlâtları Cumhuriyet’in Yurttaşları, 2001.
» Bali N., Rıfat, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudiler: Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), 1999.
» Behar, Isaak, Versprich mir, dass du am Leben bleibst, Berlin, 2002.
» Dadrian, N.Vahakn, Tehcir ve Taktil Divan-ı Harb-i Örfi Zabıtları & İttihad ve Terakki‘nin Yargılanması 1919–1922, İstanbul, 2009.
» Gross, Paul ve Jens-Uwe Thomas, Zuflucht gesucht, – den Tod gefunden, Berlin, Kasım 2003
» Guttstadt, Corry, Die Türkei, die Juden und der Holocaust, Assoziation A, Berlin, 2008. (Türkiye, Yahudiler ve Holokost, çev. Atilla Dirim, İletişim Yayınları, 2012).
» Hofmann, Tessa (Hg.), “Der Völkermord an den Armeniern vor Gericht. Der Prozeß Talat Pascha. Im Auftrag der Gesellschaft für bedrohte Völker. Mit einer Einleitung von Tessa Hofmann Tessa, einem Vorwort von Armin T. Wegner. Göttingen 1980.”, Talat Paşa Davası I ve II, Belge, Istanbul, 2000, 2001.
» Hosfeld, Rolf, Operation Nemesis, KIWI, Köln, 2005.
» Lemkin, Raphael, “Genocide as a Crime under International Law. In: American Journal of International Law”, sayı 1/1947, s. 145-151.
» Lemkin, Raphael, Axis Rule in Occupied Europe: Laws of Occupation, Analysis of Government, Proposals for Redress, Washington D.C., 1944.
» Schütz, Klaus, “Ernst Reuter – die Leitfigur im Freiheitskampf”, 26 Eylül 2003, http://archiv.spd-berlin.de/geschichte/personen/l-z/reuter-ernst/reuter-gedenkveranstaltung-gedenkrede-von-klaus-schuetz/.
» Seibert, Niels, Ein staatlich betriebener Selbstmord. Cemal Altun und Proteste gegen Auslieferungen, Münster, 2008.
» Verein aktives Museum (Hg.): Haymatloz. Exil in der Türkei 1933–1945, sergi kataloğu, Verlag wie Hg., Berlin, 2000.
[KAYNAK: Doğan Akhanlı, Birikim Dergisi, Nisan 2012, Sayı: 276.]
FOTOĞRAF: Talat Paşa.

http://sesonline.net/php/genel_sayfa.php?KartNo=57352&fb_source=message

Yorumlar kapatıldı.