Değerli Katılımcılar, Toplantınıza katılmayı çok istediğim halde, devam etmekte olan Mahkemem nedeniyle aranızda olamadığım için çok üzgünüm. Ama yüreğim sizlerle birlikte… Ne yazık ki, 1915 Ermeni Jenosidi öncesi başlatılan ve daha sonra farklı zamanlar farklı etnik, inanç ve siyaset gruplarına uygulanan “biat”, “inkar”, “dayatma, “arındırma” ve “temizlik” politikaları sevgili ülkemde devam etmektedir. Gerçekle yüzleşmeden, özürü içselleştirmeden ve kefaletini sunmadan, bu kısır döngü aşılabilecek gibi görünmemektedir.
Ülkemin yaşadığı acılar sarmalı devam edip gidiyor.
Taner Hoca 2
Daha önce bu politikaların katılımcı faili olan gruplar da, daha sonraki bir dönemde kurbanlaştıralabilmekte.
Daha önce bu politikaların katılımcı faili olan gruplar da, daha sonraki bir dönemde kurbanlaştıralabilmekte.
Sonuç olarak “exterminist/tasfiyeci” bir sistemde, herkesin bir gün “sırası” gelebilmekte, “zalim” ile “mağdur” yer değiştirebilmekte; “mücrim”, “masum” ilan edilebilmekte; “sanık” sandalyesine oturması gereken ise, “savcı” makamına kurulabilmektedir.
Yaratılan “yeni dil” ile, en temel insan ve yurttaş hakları ters yüz edilebilmekte, “barış” “savaş” anlamına gelebilirken, “kölelik” “özgürlük” olarak sunulabilmektedir.
Türkiye, Osmanlıdan bu yana sayısız sözde reform ve demokratikleşme atılımı içine girdiği halde, önemli bir zihniyet değişikliği olmadığı için, her atılım büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Tanzimat reformlarından bu yana,defalarca izlediğimiz bir süreci, ne yazık ki yeniden yaşamaktayız.
Sözde “Kabul” ve sözde “Açılım”, açık bir “İnkar” ve “Muhafazakarlıktan” ; sözde bir “Diyalog ve Reform”, “Monolog”dan; sözde bir “Özür” “İyi Yaptık ve Yine Yaparız” demekten çok daha yıkıcı olabilmekte; siyasal kirliliği en son safhasına çıkarmaktadır..
Türkiye’de Gerçeği ve Reformları savunanlar, bir kez daha utanmazca aldatılmışlardır.
Toplantınızda aynı onuru paylaştığım Prof. Dr. Taner Akçam ile 1915 Miladına erişmemiz, aslında ilginç bir paralellik izledi. Kendi deneyim ve tanıklıklarımız 1915’i çözümlemenin zorunluluğunu, kaçınılmazlığını önümüze koydu.
1980 öncesi fiili içsavaş ortamında anti-faşist direnişe birlikte destek vermiştik. 1980 sonrasında ise, yani askeri diktatörlük döneminde, ölüm tehditi altında olan insanlara, yakalanmamaları ve yurt dışına çıkmaları için karınca kararınca yardımcı olduk; adil olmayan askeri yargıyı, siyasal tutsakların koşullarını, işkence, yargısız infazlar ve kayıplar gibi gerçeklikleri dünya kamu oyuna taşımaya çalıştık.
80 Sonrası Askeri rejime karşı, Direniş Cephesinin oluşumuna omuz verdik.
İnsan hakları üzerince yoğunlaşmamız, ister istemez önümüze, otoriter/totaliter sistemlerin çözümlenmesini; resmi tarih ve ideoloji karşısında alternatif tarih çalışmalarının gerekliliğini önümüze koydu.
Siyasal alanı terk ederek akademik alana yönelen Taner Akçam, ilk olarak “Siyasi Kültürümüzde Zulüm ve İşkence” yi yayınladı (İletişim Yayınları, 1992). Onun ardından “Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu” (İletişim Yayınları, 1993) nun gelmesi doğaldı.
Böylece 1915 olgusu, tarihin unutulmuşluk ve üstü örtülmüşlük sisi ardından, ağır ağır yükselmeye başladı. Şu gerçek gittikçe daha ortaya çıkmaya başladı: Exterminatör devlet aygıtı, tam bir tutarlılık içinde ve günün koşullarına adapte olarak, aynı tasfiyeci zihniyeti devam ettirmekteydi.
Yaptığımız çalışmalar, sanki bir çeşit modern arkeoloji kazısına benzemekteydi.
Taner Akçam “gerçeğe” akademik yoldan, sabırlı, disiplinli, yorucu bir çalışma ile, doğrudan Türkiye kaynakları üzerinden ulaşmaya çalıştı.
Çünki resmi inkarcılık, Avrupa ve Amerikan kaynaklarını, katagorik olarak, “savaşan taraf”ın propagandası diye niteleyerek bir yana koyuyor; tartışmaları bir absurdite içine saplamak istiyordu. “Morgentau”, “Mavi Kitap” yada “Andonian Belgeleri”ni top ateşine tutatarak, bu kaynakları sözde güvenilmez olarak ilan etmeye çalışıyordu.
Prof. Vahakn Dadrian, araştırmalarını esas olarak, Türk ve 1. Savaştaki müttefiklerinin kaynaklarına dayandırıyordu. Taner Akçam-Vahakn Dadrian işbirliği aynı zamanda, gerçek bir akademik diyalogun da kapısını aralamıştı 20 yıl once…Aynı dönemde biz de parallel olarak önemli soykırım araştırmalarının tercüme ve yayınlanmasına giriştik ve birbirimizle haberleştik, yeni kaynaklar bularak birbirimize yardımcı olmaya çalıştık.
Şu sıralarda “20 Yıl Sonra Ermeni Tabusu: Ternon/Zarakol Davası” adlı bir belgesel kitap üzerinde çalışıyorum. Ternon’un “Ermeni Soykırımı Tarihi” adlı çalışması 1993 yılında yayınlandığında bir deprem etkisi yarattı. Kürt tabusunun, 1990 yılından itibaren Dr. İsmail Beşikçi ile birlikte, gündeme getirmemizden sonra, şimdi sıra, yeni trajedilerin, yeni soykırımların önüne geçebilmek için, Ermeni tabusunun tartışılmaya başlanmasındaydı. Bu konu Bosna ve Ruanda olaylarından sonra, artık “tarihi” değil, “güncel” bir sorundu.
Aynı yıl yayınlanan Taner Akçam’ın “Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu” ilk kez Türkiye’de Ermeni sorununa ilişkin, resmi tarihi sorgulayan farklı bir akademik bakış sunuyordu.
Ne yazık ki Taner Akçam çalışmalarını Türkiye’de sürdüremedi. Almanya’daki sürgünden Türkiye’ye döndü, sonra ABD’ye geçti, çalışmalarını sürdürebilmek için. Alternatif tarih çalışmaları ve tercümeler mahdut sayıda olduğu halde, bu tür yayınların olması, Avrupa ve Amerika’da akademisyenler arasında workshopların kurulması, inkarcı olmayan konferanslar düzenlenmesi devlet tarafınan bir “tehdit” olarak algılandı ve soykırım araştırmaları bir “milli güvenlik” konusu haline geldi ve hala devam eden ASİMKK çalışması başladı.
Bugün Anadolu’nun bütün kentlerini kapsaması ile öğünülen yüzlerce üniversiteyi kapsayan bir ağ içinde, tek bir soykırım araştırmaları enstitüsünün olmayışı, inkarın geldiği en aşırı safhayı gösteriyor.
Konuya ilişkiler kısıtlı sayıda araştırma halen, genellikle hemen her üniversitede var olan “Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Enstitü” leri bünyesinde yürütülüyor. Alternatif yaklaşım içerik sunumlar, tebliğler ise son derece sınırlı…
Halen Türkiye’de bir çeşit “Soykırım İnkar Endüstrisi” oluşmuş vaziyette. Ancak, on, onbeş yıl kadar önce, susku egemen iken, artık 24 Nisan Anma Toplantıları bile yapılabiliyor.Ermeni Soykırımı, Türkiye’de İnsan Hakları Literatürünün temel parçalarından biri haline gelmiş vaziyette.
Resmi inkar tezlerini savunan, bonkör bütçelere dayanan, iyi kağıtlara basılı, inkarcı, kendini tekrarlayan kitaplar ise, artık birbini hep tekrarlaması ile, bir doyum noktasına ulaşmış vaziyette.
Resmi ideoloji artık bıkkınlık veriyor ve şüphe ile karşılanıyor.
İnsanlar, alternatif kaynaklardan “gerçeği” öğrenmeye çok daha istekli.
Bu alana ilişkin alternatif araştırmalar için, belki sayıca çok büyük olmayan, ama gerçeği öğrenmeye istekli, bir çok araştırmacı genç dürüst insanın var olduğundan artık söz edebiliriz.
Hakikat için başlayan uzun yürüyüş devam ediyor.
Selam ve sevgiyle
Ragıp Zarakolu
I am currently the Grand Commander of the Knights of Vartan, an Armenian fraternal organization established in 1916 to help regenerate the Armenian people, particularly in America, after the terrible genocide of 1915-1923. The Knights of Vartan is a well-known and highly respected organization in the United States within the Armenian community as an cultural, charitable, and educational society. We do not engage in partisan politics, American or Armenian!
Every year, the Knights of Vartan designate an individual who has accomplished much for society as “Man of the Year.” This year, the Grand Council and the Former Grand Commanders selected you and Prof. Taner Akcam, an old and dear friend of mine, as “Men of the Year.”
I hope you can accept this honor, the highest which our organization can bestow, and also hope you will be able to attend our annual convocation in New York City the weekend of July 4, 2012.
I hope to hear back from you with a positive response to my request.
Cordially and sincerely,
Yorumlar kapatıldı.