Anadolu’da düzenleyenlerin uyanıklığı nedeni ile kitap fuarları anacık babacık güne dönüyor. İlk okul çocuklarını dolduruyorlar salona, bir gürültü, bir karmaşa ki sormayın. Gezmek incelemek değil stantları görmek kabil değil. Buna bildiğim için Diyarbakır’daki ikinci günümün en azından sabah bölümünde fuardan uzak duruyorum.
Ne mi yaptım? Hançepek’e tekrar gittim. Amacım sabah gördüğüm Hançepek Ciğercisine gitmekti. Meğer akşamları işe çıkarmış. S. Giragos inşaatçılarının tavsiyesine uyup öğle yemeği için başka bir ciğerciye gittim. Sabahki ziyaretim sırasında tanıştığım bu mavi gözlü esnafa yakınlık duymuştum! Hele hamalların çektikleri arabalarda taşınan kuzu gövdelerinin körpeliğini görünce bu ziyaret farz olmuştu. Ancak hiç de aç değildim.
Zira vazgeçemediğim tutkum, börek yemek için bir “Harakiri” yapmıştım. Tok karnına Kürt Böreği yemiştim. Bölgenin sert ve lezzetli buğdayına, hayvani yağ katılarak yapılan bu yiyecek nefisti. İstanbul’da hani şu tahta şablonla kesilen börek var ya, işte o. Burada daha güzeli “yapıli”
Sindirimi kolaylaştırmak için yürümeye karar verdim. Hava da sıcak mı sıcak. Bakırcıları bulacaktım. Araya sora bir eski bakır satıcısı buldum.
‐ Sende eski bakır parçalar bulunur mu?
‐ Ha?
‐Ermeni ustaların bakır işleri bulunur mu?
‐ Bir dakika.
Mağazadan bazı parçalar çıkartıyor. Önce hanımların hamama giderken sabun, kese ve sabun bezi koydukları sefer tasına benzer bir kap çıkartıyor. İlginç.
Bir başka kap gösteriyor,
‐ Bunu benim ustam yapmış.
‐ Ustan Ermeni miydi?
‐ Yok
‐ Ben Ermeni işi arıyorum.
Bir başka dövme kap gösteriyor.
‐ Bu benim işim. Diyor
‐ Çok güzel. Üstünde yazısı olan yok mu?
‐ İlle Ermeni işi mi olması lazım?
‐ Evet, ben Ermeni’yim.
Büyükçe bir servis kabı çıkartıyor. Ters çevirip arkasına bakıyorum. Ermenice harfleri okuyorum.
“Yeğya Melikyan, 1909”i
‐ Tamam, bunu alıyorum. Kaça?
Tek parmağını göstererek fiyatı belirliyor. Belli ki diline zor geliyor.
‐ Çok söyledin.
‐ Çok değil.
Diyor.
‐Nerelisin?
‐Mardin Midyat.
‐ Hıristiyan mısın?
‐ Bütün Midyatlılar Hıristiyan mı olur?
‐Arapça biliyor musun?
‐ Bilmem1olur mu?
‐ Bravo aleyk2. (Aferin sana.)
‐ Inti min veyn? (Sen nerelisin.)
‐ Min İskenderuna. (İskenderunluyum). Türkiye’nin her şehrinden olmak hoşuma gider.
‐ …
‐ Ta atik hamsin. (Elli vereyim.)
‐ Me bisir tahtıl miyi. (Yüzden aşağı olmaz.)
Kaça aldığımı söylemeyeyim. Ancak bakır kabıı kalaycıya götürdüm, dönerken baktım et bol bir
pideyi mideye indirmekle meşguldü. Ben ise Hançepenk’de berbat bir yarım porsiyon ciğer
yemiştim.
‐ Leş me ilet mişen hede? ( Neden bana bundan (etli pideden) bahis etmedin?)
‐ Faddal. Ta vasilak. (Buyur. Sana da sipariş edeyim.)
‐ Tıkram. (Sağ ol.)
Artık Kitap Fuarına gitmeliyim. Beni bekleyen program aşağıda3.
İlk üç paneli yarım yamalak izledim. Beni asıl çeken son panel. İlk üçünde izleyici sayısı yüze yakındı.
Son toplantıda ise ancak on, on beş kişi vardı.
1 Arapça ektisinden gelen bir kullanım şekli, “Bilmez olur muyum?”
2 Arapça çakozladığımı reklam etmek niyetinde değilim. Benim amacım fiyat düşürmek!
Söyleşi: “İnatçı Bir Bahar: Kürtçe ve Kürtçe Edebiyat”
Konuşmacı: Vecdi Erbay, Lal Laleş, Berken Bereh
Düzenleyen: Ayrıntı Yayınları
15.45‐16.45
Söyleşi: “Bildiğin Gibi Değil” 90’larda Güneydoğu’da Çocuk Olmak”
Konuşmacılar: Rojin Canan Akın, Funda Danışman
Düzenleyen: Metis Yayınları
17.00‐18.15
Panel: “İki Kürt Ailesinin Serencamı”
Yöneten: Osman Baydemir
Konuşmacı: Ahmet Kardam, Cemalettin Canlı
Düzenleyen: Dipnot Yayınları
18.30‐19.30
Söyleşi: “Yitirdiğimiz Mimari Miras: Anadolu’daki Kilise ve Manastırlar”
Konuşmacılar: Osman Köker, Ersoy Soydan
Düzenleyen: Bir Zamanlar Yayıncılık
Sayın Osman Köker, büyük bir özveriyle topladığı ve çektiği fotoları perdeye aktardı. Kelimeleri saptırmadan ve büyük bir maharetle kullanarak Yitirdiğimiz Mimari Miras’ı dile getirdi. Konuyu bütün çıplaklığı ile göz önüne serdi. Ancak Kürt Kültürü ve Tarihi konusunda ateşli katılımcılar çoktan Diyarbakır’a varmıştı. Bunlara Belediye Başkanı dahil.
Sayın Ersoy Soydan, Anadolu’da Hıristiyanlık Tarihi ve Zimmî’ler hakkında bilgi verdi. Kısa ve öz alıntılar yapmak gerekirse:
1. 1914 Osmanlı Nüfus Sayımına göre ise Osmanlı devletinin sınırları içerisinde 1.294.851 Ermeni (toplam nüfusun %6,99’u) yaşıyordu. (Ali Güler, Osmanlı Devleti, s.74‐75)
2. İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin Şubat 1913 ve Ağustos 1914 yılı sayımlarına göre Osmanlı Devleti sınırları içerisindeki 2925 yerleşim biriminde 1.914.620 Ermeni yaşıyordu. Aynı dönemde Ermeni Cemaatine ait 2538 kilise, 451 manastır ve 173.022 öğrenciye sahip 1996 Ermeni okulu bulunuyordu.
3. (Bu gün) Türkiye’de camiler dışında 280 kilise ve 36 sinagog olmak üzere 316 yasal
ibadethanenin bulunduğu belirtilmektedir. Bu kiliselerden 102 tanesi her gün, 146 tanesiyseara sıra açıkmış ve 46 kilise ise kapalıymış. http://www2.tbmm.gov.tr/d22/7/7‐2022c.pdf
4. Lozan Mübadilleri Vakfı “Ortak Kültür Mirasımız‐ Birlikte Koruyalım” projesinin amacı 1923 yılında Türkiye ve Yunanistan arasında gerçekleşen nüfus mübadelesinden kalan mimari mirası koruyabilmek. Projenin sunuş bildirisinde şöyle deniyor:
“…Mübadele sonrası, her iki ülkede “Ötekinin” simgesi olarak algılanan mimari yapıların korunması için ne yazık ki etkin bir çaba gösterilmemiş, bilinçli veya bilinçsiz bir vurdum duymazlıkla yıkıma terk edilmişlerdir. Hiç olmazsa günümüze kadar ayakta kalabilenlerinkurtarılabilmesi için çaba göstermek acil bir görev olarak önümüzde durmaktadır….”
İşte iki dostumun beni Diyarbakır’a getiren sunuları hakkında kısa bir açıklama.
Ancak benim bulduğum bir başka maden var ki o da Gomidas Vartabet’in müzik anlayışı ve İstanbul günleri. “Deliliğin Arkeolojisi” ve Sevgili Melissa ile görüşmemi daha sonraya bırakmak zordayım.
Sirov
Leon Eraslan / leon_erarslan@yahoo.com
Dönemin form anlayışını vurgulamak amacı ile size kabın fotosunu yolluyorum.
Yorumlar kapatıldı.