Murat Belge/Taraf
Ermenistan’da ve Ermenilerin de gelip bir cemaat halinde yaşadıkları diaspora mekânlarında, Türkiye sözkonusu olduğunda, ortaya belli başlı iki tavır çıkıyor ve bunlar gitgide netleşiyor. Birincisi, bildiğimiz, son analizde “intikamcı” diyebileceğimiz tavır. Benim bunu ayıplayacak, kınayacak halim yok. Olan faciadan sonra, facia bir yana, üstüne bir de şu kadar yıllık “inkâr politikası” oturduktan sonra, bu insanlara “öyle yapmayın böyle yapın” diyemem. Bu tavrın dediğim çevrelerde bir hayli daha yaygın olduğunu da tahmin ediyorum.
Ama zaman içinde güçlenen bir ikinci tavır olduğu gözden kaçırılmamalı. Bunu benimseyenlerin olayın kendisi hakkında bilgileri ve duyguları ötekilerinkilerden farklı değil. Ama onlar bu korkunç olaydan ötürü kendisine “Türk” denebilir herkesin derhal cehennemin en dibine atılması ve ebediyen cezalandırılması peşinde değiller. Geçmişinde leke bulunmayan toplulukların varolmadığı bu dünyada (tabii lekelerin büyüklüğü arasında da fark var), eski çatışmaların, zulümlerin ve düşmanlıkların anlaşarak, konuşarak çözüleceğine, geçmişte olanlara rağmen onların üzerine yeni dostluklar kurulabileceğine, buna benzer şeylere inanıyor ve böyle olmasını istiyorlar benzer bütün sorunlarda olduğu gibi bu sorunda da. Bana göre dünyanın geleceğini, her yerde, her ülkede, böyle düşünme olgunluğunu gösterebilecek insanlar temsil ediyor. Ama çoğunluklar henüz buralarda değil. Bu iki tavır arasında kalan “sessiz kalabalıklar” da kendilerinden sorulunca aslında epey seyrek oluyor bu “intikam” diyen kesimde yan yana bulunmayı tercih ediyor. Çünkü hayatları boyunca, orada durmanın daha güvenli olduğu dersini almışlar. “Kan! Ateş!” diye bağırmak, her zaman “Dostluk! Sevgi!” demekten daha fazla takdir topluyor.
Dediğim bu ikinci kesim, Türkiye’nin son on yıldır içinden geçtiği değişimi çok olumlu bir gözle izliyor ve değerlendiriyor. Tabii onlar da Hrant’ı biliyor, onun düşünce tarzına önem veriyorlar. “İslâmcı” diye bildiğimiz AKP’nin birçok alanda klasik “Türk politikacılar” ile kıyaslanamayacak işler yaptığının da farkındalar.
Peki, ama, ne desinler, ne yapsınlar? Türkiye’nin bu konularda parmağını oynatmaması karşısında, kime ne anlatsınlar?
Yüz yüze geldiğimizde, konuştuğumuzda, anlatıyoruz: Türkiye’de şimdiye kadar eşi görülmemiş bir demokratikleşme süreci yaşandı. Birikmiş sorunlar hepsi birbirine bağlı ve hepsinin ortak çözümü demokratikleşmeden geçiyor. Kürt sorununu çözmüş, ama Ermeni sorununu çözememiş ya da bunun tersi olacak durumda bir Türkiye düşünmek mümkün değil. Alevilerin rahat bir soluk alamadan yaşadığı bir Türkiye’de başka sorunlar da çözülmez. Ama birikim büyük, olumsuz koşullanmalar çok güçlü, cephe çok geniş, onun için her şey ağır aksak yürüyor. Dolayısıyla, zorlayarak sonuç alma stratejilerine yüz vermeyin. “Köşeye sıkıştırma” ile başarı kazanılmaz; böyle durumların yaratacağı tepkilerin nereye varacağı belli olmaz.
Oralardaki dostlarım bu tür akıl yürütmelere katılıyor, çünkü zaten bu paradigmalar içinde düşünüyorlar.
Ama öbür kesime ne anlatsınlar? Daha nereye kadar sabır tavsiyesinde bulunsunlar?
“Beklememizi söylediniz, durdunuz! Bekledik! Ne oldu? Türkiye iki tane olumlu adım attı mı?”
Bunu diyecekler, diyorlar zaten. “Sessiz çoğunluğa” sorulduğunda, “Ey ahali! Siz ne diyorsunuz?” dendiğinde, onarlın ne diyeceği de malûm. Türkiye’de aynı kesim bütün bu konularda ne diyor? Nasıl davranıyor?
İşler sarpa sarınca Aliyev gelsin çözsün, diyeceğim ama demeyeceğim. Çünkü gördüğüm kadar Aliyev de işin bahanesi.
Yorumlar kapatıldı.