İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ortak acılar ve zehirli dil

Sedat Laçiner

Cumhurbaşkanı Gül, yol boyunca ‘ortak acılar’ konusuna yeniden değindi ve asıl sorunun ‘dili değiştirmek’ olduğunu söyledi. “Kimin haklı, kimin haksız olduğu elbette önemli ama, bundan daha önemlisi karşılıklı olarak kullandığımız dili değiştirmek ve birbirimizi anlamaya çalışmaktır” dedi. Gerçekten de eğer bu meselelere bir çözüm bulacaksak bunu karşılıklı hakaretlerle, aşağılamalarla, bağırış çağırışla yapamayacağımız kesin! Bu şekilde aslında kendimizi savunmaktan çok karşı tarafın acılarını deşiyor, yaralarını yeniden kanatıyoruz. Oysa iki tarafın da öncelikle teskin edilmeye, acılarının anlaşılmasına ihtiyacı var. Türkler sebebi ne olursa olsun, 1 milyondan fazla Ermeninin bu olaylar sonunda yüzlerce yıldır yaşadıkları vatanlarından sökülüp atıldıklarını, adeta öksüz kaldıklarını anlamak zorundadır. Aynı şekilde Ermeniler de tek acı çeken kendileriymiş gibi davranmayı bir yana bırakıp, Türklerin geçen asrın en büyük acılarını çeken insanları olduğunu görmelidir.

*********
Belki de Arap Baharı ve ekonomik krizler nedeniyle bu yılki 24 Nisan biraz sönük geçti. Aslında Ermeniler aynı iddialarını tekrarladılar, belki de geçtiğimiz yıllardakinden daha gayretliydiler. Hatta Fransa’da ilk kez bir başkan, Sarkozy Ermeni anıtının başına kadar giderek sözde soykırımı andı. Kimbilir, belki de bizler bu duruma alışıyoruz, ya da bizim de gündemimiz bu yıl çok doluydu ve Ermenilere yeterince yer kalmadı.
Bu yıl Ermeni meselesinde en anlamlı çıkışı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Çanakkale gezisi esnasında yaptı. Gül bir soru üzerine 1915 olaylarını ‘ortak acılar’ olarak tanımladı ve “Acılardan hiç kimse mutluluk duymaz. Tarihi, düşmanlık vesilesi olarak ortaya çıkarmanın doğru olmadığı kanaatindeyim. Acılar hepimizin ortak acılarıdır, bunlar yeni nesillere düşmanlık, öç alma olarak aktarılırsa bunun sonu olmaz” dedi.
Dili değiştirmek
Bu açıklamadan bir gün sonra Cumhurbaşkanı Gül ve ekibi ile birlikte Gökçeada deniz otobüsündeydim. Gül yol boyunca ‘ortak acılar’ konusuna yeniden değindi ve asıl sorunun ‘dili değiştirmek’ olduğunu söyledi. “Kimin haklı, kimin haksız olduğu elbette önemli ama, bundan daha önemlisi karşılıklı olarak kullandığımız dili değiştirmek ve birbirimizi anlamaya çalışmaktır” dedi. Gerçekten de eğer bu meselelere bir çözüm bulacaksak bunu karşılıklı hakaretlerle, aşağılamalarla, bağırış çağırışla yapamayacağımız kesin! Bu şekilde aslında kendimizi savunmaktan çok karşı tarafın acılarını deşiyor, yaralarını yeniden kanatıyoruz. Oysa iki tarafın da öncelikle teskin edilmeye, acılarının anlaşılmasına ihtiyacı var. Türkler sebebi ne olursa olsun, 1 milyondan fazla Ermeninin bu olaylar sonunda yüzlerce yıldır yaşadıkları vatanlarından sökülüp atıldıklarını, adeta öksüz kaldıklarını anlamak zorundadır. Aynı şekilde Ermeniler de tek acı çeken kendileriymiş gibi davranmayı bir yana bırakıp, Türklerin geçen asrın en büyük acılarını çeken insanları olduğunu görmelidir. Türkler çöken bir imparatorluğun altında kaldılar. İmparatorluk adım adım gerilerken, orduların çekildiği o coğrafyalarda Türkler ve diğer Müslümanlar işkencelerle, katliamlarla, hatta soykırımlarla karşılaştılar. Hiçbir insaflı Ermeni 19. yüzyılın sonundan 1923’e kadar geçen dönemde Türklerin yaşadığı acıları reddedemez. Üstelik bu acıların bir kısmı da silahlı bazı Ermeni gruplarca çektirilmişse.
Cumhurbaşkanı Gül’ün dediği gibi “acıları yarıştırmanın kimseye bir faydası yok”… Aynı şekilde karşınızdakinin acılarını yok saymanın da hiç kimseye faydası yok… İlk ihtiyacımız acılarımıza saygı duyulması. Bunun içinse hem Türklerin hem de Ermenilerin öncelikle iletişim dillerini değiştirmesi gerekiyor. Hrant Dink bu durumu Ermenilerin zamanla kanlarına kadar işlemiş olan Türk düşmanlığından kurtulunması olarak izah ederdi. Ne yazık ki Dink anlaşılamadan bu dünyadan çekip gitti… Umarız benzeri bir çağrıda bulunan Cumhurbaşkanı Gül Türkler ve Ermeniler arasındaki zehirli dili yumuşatmayı başarabilir.
Darbe günlükleri
Alper Görmüş bir demokrasi kahramanı… Eğer 2003-2005 döneminde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yapan Özden Örnek’in günlüklerini 2007’de bulup Nokta dergisinde yayımlamamış olsaydı bizler bugün belki de darbeleri yargılama noktasına gelemeyecektik. Bu nedenle Darbe Günlükleri’ni sadece bir gazetecilik başarısı olarak görmedim. Darbe günlükleri bir anlamda saldırı altındaki demokrasimiz için can simidi olmuştur… Bundan dolayı Görmüş’ün günlükleri ‘İmaj ve Hakikat’ adı altında kitaplaştırmış olması çok iyi olmuş. Kitap, Türk siyasi hayatını anlamak isteyen herkes için başucu kitabı niteliğinde. Bu vesileyle tüm günlükleri bir kez daha okudum. Eğer darbeleri, özellikle de askerimizin darbe yapa yapa ne kadar gerçeklerden uzaklaştığını anlamak istiyorsanız ‘İmaj ve Hakikat’ bir çırpıda okuyabileceğiniz ibretlik bir kitap. Eser Etkileşim Yayınları’ndan çıktı… Bence kaçırmayın… Hepinize iyi okumalar…

Yorumlar kapatıldı.