İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni Soykırımı Ve Toprak

Orhan Kemal Cengiz

Türkiye’nin Ermeni soykırımı konusunda hiçbir politikası yok aslında. Konuyu gündeme getirenleri tehdit etmek dışında…1915’te yaşananların soykırım olup olmadığı saçma bir tartışmadır. Soykırım hukuki bir kavramdır ve gerek bu kavramı yaratan gerekse de BM Soykırım Sözleşmesi’ni (BMSS) kaleme alan Raphael Lemkin, bütün bu tanımlamaları Ermeni soykırımı ve Yahudi holokostunu göz önüne alarak hazırladığını beyan etmiştir. Türkiye’nin ‘tehcir’ dediği şeyi Lemkin, BMSS’nin 2. maddesinin c fıkrasında ‘grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek…’ diyerek soykırım olarak tanımlıyor. Yani BMSS, 1915’te ne olduğuna bakılarak oluşturulmuş bir ‘soykırım’ tanımı üzerine inşa olmuştur.Dünyada 1915’te Türkiye’de olanların tanımına ilişkin bir tartışma yok… Birinci örneğimiz Avrupa Parlamentosu’nun (AP) 1987 yılındaki kararı. AP bu kararında 1915’te yaşananları ‘soykırım’ olarak tanımladı ve soykırımı tanımasının Türkiye’nin AB’ye üye olması için bir koşul olarak getirilmesini istedi… İkinci örneğimiz, saygın bir uluslararası kuruluşun değerlendirmesi. International Center for Transitional Justice (Uluslararası Geçiş Dönemi Adaleti Merkezi) de 1948 tarihli BM Soykırım Sözleşmesi’nin, (1969 tarihli Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi nedeniyle) geriye yürütülmesinin mümkün olmadığını ama eğer geriye yürütmek mümkün olsaydı, bu sözleşme çerçevesinde 1915 olaylarının ‘soykırım’ olarak tanımlanması gerektiğini belirtmiştir.

************
Türkiye’nin Ermeni soykırımı konusunda hiçbir politikası yok aslında. Konuyu gündeme getirenleri tehdit etmek dışında.
Geçen gün Lübnan’dan dönen bir arkadaşım, orada Ermeni mahallesini ziyaret ettikten sonra, vardığı kesin kanaati telefonda heyecanla aktarıyordu: “Aradan bin yıl geçse bile bu Ermeni sorunu bitmez”. Aslında arkadaşım, Türkiye’nin adını koymadan inatla sürdürdüğü politikanın hiçbir sonuç alma şansı olmadığını söylüyordu dolaylı olarak. Orada gördüğü Ermeniler için 1915’in daha dün meydana gelmiş bir olay gibi algılandığını ve bu psikolojinin nesilden nesle aktarıldığını söylüyordu. Türkiye ise sadece inkar ederek, bir gün bu meselenin kapanacağını umut ediyor. Uluslararası kamuoyu ve Ermeniler bu konuyu unutacak ve bir gün rahat nefes alacağız! Yani Türkiye’nin bu konuda hiçbir politikası yok aslında. Ermeni soykırımı gündeme geldiğinde, getirenleri tehdit etmek dışında. AKP hükümeti iktidara geldikten sonra Türkiye’de pek çok ezberi bozdu ama Ermeni sorunu konusunda onlar da yüzyıllık ezberimizi tekrar etmekten başka bir politika geliştiremediler. 2009’da Ermenistan’la sorunların çözülmesi için Zürih’te imzalanan protokoller çok kısa bir sürede Karabağ sorununun, dolayısıyla da Azerbaycan’ın rehinesi haline geldi, gündemden düştü ve biz tekrar kadim politikasızlık politikamıza geri döndük.
Bugüne kadar 20’den fazla ülke resmen Ermeni soykırımını tanıdı ve her geçen gün bu sayı artıyor ve artacak. Şu anda tanımayanlar da buna inanmadıkları için değil, bugün için çıkarlarına ters düştüğü için tanımıyorlar. Barack Obama’nın başkanlık seçimi sırasında kampanya web sitesine yazdırdığı şu cümleler, onun meseleye nasıl baktığını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor: “Ermeni soykırımı bir iddia, kişisel bir görüş veya bakış açısı değildir; soykırım, oldukça kapsamlı tarihsel delillerle desteklenen, yaygın şekilde belgelenmiş bir hakikattir”. Ya da kampanya sırasında sarf ettiği şu cümleye kulak verelim: “Bir senatör olarak, Ermeni soykırımı yasa tasarısını hararetle destekliyorum” Ermeni Soykırımı Yasa Tasarısı, her yıl olduğu gibi, bu yıl da Amerika’da senatonun önüne getirildi. Gündemde Suriye ve İran olduğu için tasarının bu yıl da geçmeyeceğine emin olabiliriz. Peki ya on yıl, yirmi yıl sonra?
Türkiye bazı derin korkular nedeniyle bu soruna ve muhtemel çözüm yollarına hiçbir şekilde bakamıyor. Aslında bu sorunu görmezlikten gelme halinin bizatihi kendisi çok ciddi riskleri beraberinde getiriyor. Ermeni sorunu Türkiye’yi herhangi bir platformdan dışlamak isteyen herhangi birinin elindeki açık bir çek gibi. Bu sorunu gündeme getirdiğinizde, Türkiye’nin ne reaksiyon vereceğini, hangi sözleri sarf edeceğini, hangi refleksleri ortaya koyacağını çok iyi biliyorsunuz. Mesela, Avrupa’dan dışlamak istiyorsanız, sadece bu kartı gösterin ve Türkiye ortaya koyduğu reflekslerle Avrupalı olmadığını ortaya göstersin.
Sarkozy Ermeni soykırımını inkar etmeyi suç sayan yasa tasarısını Fransız Senatosu’na götürürken, bu sayede alacağı Ermeni oylarını mutlaka hesaba katmıştır. Ama bence onun için daha büyük hedef, Türkiye’nin göstereceği reflekslerle Ortadoğu’ya bir model olamayacağını ve Avrupa Birliği’ne üye olamayacağını ispatlamaktı.
Tasarının Fransız Senatosu’nun gündemine gelmesinin ardından Türkiye’nin ortaya koyduğu tutum ve tavırların, Sarkozy’yi hayal kırıklığına uğrattığı söylenebilir mi?
Türkiye’nin Ermeni sorununa dürüst bir şekilde bakıp, insani ve gerçekçi politikalar geliştirememesinin altında bir dizi derin korku yatıyor. Bu korkuların bir kısmı şüphesiz ki, ‘kimlik’le ilgili olanlar. Bu bağlamda Ermeni tabusu, ‘Türk kimliği’nin, Türkiye’nin ‘kuruluş mitleri’nin sorgulanmasını ima ediyor. Bundan daha büyük olan bir diğer korku ise ‘yaptırıma maruz’ kalma korkusu. Ben bu ‘yaptırıma uğrama’ korkusunu, yani işin uluslararası hukuk kısmını masaya yatırmak istiyorum. çünkü bu ‘yaptırım meselesi’ni iyice kavramamız durumunda çözüm yolunda bazı adımlar atılabileceğini düşünüyorum.
Soykırım meselesi
1915’te yaşananların soykırım olup olmadığı saçma bir tartışmadır. Soykırım hukuki bir kavramdır ve gerek bu kavramı yaratan gerekse de BM Soykırım Sözleşmesi’ni (BMSS) kaleme alan Raphael Lemkin, bütün bu tanımlamaları Ermeni soykırımı ve Yahudi holokostunu göz önüne alarak hazırladığını beyan etmiştir. Türkiye’nin ‘tehcir’ dediği şeyi Lemkin, BMSS’nin 2. maddesinin c fıkrasında ‘grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek…’ diyerek soykırım olarak tanımlıyor. Yani BMSS, 1915’te ne olduğuna bakılarak oluşturulmuş bir ‘soykırım’ tanımı üzerine inşa olmuştur.
Dünyada 1915’te Türkiye’de olanların tanımına ilişkin bir tartışma yok. Tartışma bugünün Türkiye’sinin bu olanlardan, ne ölçüde, nasıl ve kimlere karşı sorumluluğunun bulunduğudur. Bu tartışmanın nasıl yürütüldüğüne iki tane örnek vereyim. Birinci örneğimiz Avrupa Parlamentosu’nun (AP) 1987 yılındaki kararı. AP bu kararında 1915’te yaşananları ‘soykırım’ olarak tanımladı ve soykırımı tanımasının Türkiye’nin AB’ye üye olması için bir koşul olarak getirilmesini istedi. Ama aynı AP, aynı karar metninde, TC’nin Osmanlı İmparatorluğu tarafından meydana getirilmiş bir olaydan dolayı sorumlu tutulamayacağını, yasal ve maddi anlamda tazminat ödemesinin beklenemeyeceğini söylemiştir.
İkinci örneğimiz, saygın bir uluslararası kuruluşun değerlendirmesi. International Center for Transitional Justice (Uluslararası Geçiş Dönemi Adaleti Merkezi) de 1948 tarihli BM Soykırım Sözleşmesi’nin, (1969 tarihli Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi nedeniyle) geriye yürütülmesinin mümkün olmadığını ama eğer geriye yürütmek mümkün olsaydı, bu sözleşme çerçevesinde 1915 olaylarının ‘soykırım’ olarak tanımlanması gerektiğini belirtmiştir.
Tanım konusu böyle. Peki herhangi bir uluslararası yargı organı bu BM Sözleşmesi veya herhangi bir başka uluslararası sözleşmeye dayanarak Türkiye’yi toprak veya tazminat vermeye zorlayabilir mi? Bu sorunun yanıtını, gelecek yazıda, Türkiye’nin yargı yetkisine tabi olduğu ve ileride tanıması muhtemel mahkemeler bakımından tek tek değerlendireceğim.
Öncelikle ‘toprak’ konusunda hiçbir hukuki tartışmanın olmadığını ifade edeyim. Her ne kadar Ermenistan 1921 tarihli Kars ve Gümrü Antlaşması’nı tanıdığını beyan etmemişse de Ermeni sorunu üzerinden Türkiye’den toprak talep edilebilecek herhangi bir uluslararası hukuk mekanizması bulunmuyor. Bu konuda hiçbir tartışma yok. Tazminat sorununu ve Türkiye’nin Ermeni meselesinin çözümü için hukuk alanında neler yapabileceğini de gelecek yazıda tartışacağım.

Yorumlar kapatıldı.