İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yeni Anayasa için önerilerim

Yeni anayasa ile ilgili olarak, pek çok kurum ve kuruluşun yanında Müslüman olmayan azınlıklar da önerilerini ilgililere sundu. Ben de sıradan bir TC Vatandaşı ve Ermeni olarak önerilerimi sunmak istiyorum.

Öneriler ve gerekçeleri:
1. Yeni Anayasa, anayasanın, yasaların ve devletin onayladığı uluslararası antlaşma ve sözleşmelerin hükümlerinin Müslüman Olmayan Azınlıklar için de tam olarak uygulanmasını sağlayacak tedbirleri almalıdır. 
Bu konuda özellikle azınlıklarla ilgili pek çok örnek gösterilebilir.
Cumhuriyetin her anayasasında eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı yer aldığı halde, özellikle Müslüman olmayan azınlıklar ve onların kurum ve kuruluşları hiçbir zaman çoğunlukla eşit olmamışlardır. Azınlıklar, resmi deyişle, asli vatandaşların yanında tali ya da birinci sınıf vatandaşların yanında ikinci sınıf vatandaş olarak görülmüşlerdir. O kadar ki, Başbakanlık 13 Mayıs 2010 tarih ve 27580 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan genelgesi ile azınlıkların bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyla eşit olduğu özel olarak belirtmek ihtiyacını duymuştur.
Bu yüzden Müslüman olmayan azınlıklardan hiçbir anayasal ve yasal engel olmamasına rağmen bırakalım valiyi, kaymakamı, bir subay, astsubay ya da polis olmaması yasal eksiklik değil, anayasanın hükümlerinin uygulanmamasıdır. Aynı nedenle azınlıkların (cemaat) vakıfları farklı işlem görmüş, pek çok varlığa haksız olarak el konmuştur.
Yine Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşması kabul edilen Lozan Antlaşmasının azınlık haklarıyla ilgili hükümlerinin büyük bir bölümü, anayasanın kanun hükmünde olduğunu belirtmesine rağmen hiçbir zaman yerine getirilmemiştir.
Bu yasa ve antlaşmaların hükümlerinin,  özellikle azınlıklara uygulanmasının, negatif ve pozitif hakların kullanılamamasının temel nedeni, bu yasa ve anlaşmaların hükümlerinin ırkçı bir bakışla yorumlanması ve azınlıkların yabancı ve iç düşman olarak görülmesidir. Yeni anayasanın yasaların çağdaş demokratik anlayışla yorumlanmasını ve azınlıkların da diğer vatandaşlar gibi birinci sınıf vatandaşlar olduğunu açıkça belirtmesi beklenir.
2.- Yeni anayasa azınlıklara karşı kin ve düşmanlık duyulmasına neden olan ırkçı nefret söylemlerini engelleyici tedbirler almalıdır.
Ulus devletin kuruluşu ve milletin inşası sırasında Müslüman olmayan azınlıklar ötekileştirilmiş ve potansiyel iç düşman ilan edilmiştir. Cumhuriyetin resmi bakış açısı Rıza Nur’un açıkladığı şoven ve ırkçı politikalara uygun olarak, Müslüman azınlıkları asimile etmeyi amaç edinirken, Müslüman olmayan azınlıkların göçe zorlanarak yok edilmesi amaçlanmıştır. Bu nedenledir ki, asimile olan Müslüman gruplara mensup kişiler onore edilerek yüksek görevlere atanırken, Müslüman olmayan azınlıkların din değiştirerek asimile olanlar dönme denerek küçümsenmiş, Varlık vergisi uygulamasında bile cezalandırılmaları yoluna gidilmiştir. Bu gün bile din değiştirip asimile olan Ermeniler kripto Ermeni olarak nitelenmekte, casus ve iç düşman olarak görülmektedir. En kötüsü başta Lozan Antlaşması ve anayasa olmak üzere azınlıklarla ilgili bütün yasaların bu politikalara uygun olarak yorumlanmasıdır. Bu nedenledir ki Süryani, Keldani gibi toplumlara azınlık hakları tanınmamış, azınlıklar lehindeki hükümler negatif ve pozitif haklar görmezden gelinmiştir. O kadar ki, geçen yıl devletin en yüksek bürokratlarından biri, şöyle diyor: “ Her ne kadar içimizden gelmiyorsa da 1936 yılından sonra el konulan mallarınızı iade edeceğiz”.
Yaşananlar göçe zorlama amacının büyük ölçüde gerçekleştiğini göstermektedir. 1927 Nüfus sayımında Türkiye’de toplam nüfusun %2,5’u civarında ve 350-360.000 kişi olan Müslüman olmayan toplulukların nüfusu -kesin olmamakla birlikte binde birler seviyesine ve yine yaklaşık olarak 80-90.000 kişiye düşmüştür.
Müslüman olmayan azınlıkların çoğunlukla eşit olması ve ayrımcılığın önlenmesi için azınlıkları yabancı ve potansiyel iç düşman, kötü ve kötülüğün nedeni olarak gören, negatif ön yargı ve kalıp yargıların ürettiği çağdışı ve insan haklarına aykırı azınlık paradigmasının değişmesi ve bu paradigmadan kaynaklanan nefret söylemlerinin engellenmesi gerekir.
Başbakanlığın sözü geçen 13 Mayıs 2010 tarihli genelgesinde “gayrimüslim cemaatler aleyhine yapılan kin ve düşmanlığı teşvik edici yayınlara karşı gerekli yasal işlemlerin derhal başlatılması” istenmektedir. Bu nefret söylemini engelleme yolunda çok önemli bir ilerlemedir. Azınlıklarla ilgili bu gün iflas etmiş olan paradigmanın değişmesi ise ancak azınlıklara karşı kin ve düşmanlık yaratan, ayrımcı, ırkçı yayınların engellenmesi, ders kitaplarındaki benzer bölümlerin değiştirilmesi, resmi ya da yarı resmi web sitelerinin kaldırılmasını ile mümkün olabilir. Bunun için de Anayasanın nefret söylemlerinin engellenmesini sağlaması gerekir. Eşitliğin sağlanması ve ayrımcılığın önlenmesi konularında önemli görevler yüklenmesi beklenen “Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu” ve “İnsan Hakları Kurulu” kanunları çıkarılarak, kurulların faaliyete geçmeleri sağlanmalıdır.  
3.- Yeni anayasa, çağdaş azınlık hakları hukukuna uygun olarak Müslüman olmayan azınlıkların, dini lider merkezli tüzel kişiliğini tanımalı ve azınlıkların kendi gelenek ve göreneklerine göre örgütlenmelerine izin vermelidir.
Başbakanlığın 13 Mayıs 2010 tarih ve 27580 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan genelgesi bu konuda çok dikkat çekicidir.  “Anayasamızın eşitlik ilkesi çerçevesinde; ülkemizde yaşayan gayrimüslim azınlıklara mensup Türk vatandaşları, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları gibi, ayrılmaz parçası oldukları ulusal kültür ve kimlik yanında, kendi kimlik ve kültürlerini yaşama ve yaşatma imkânına sahip bulunmaktadırlar.” “T.C. vatandaşı gayrimüslim cemaat liderlerinin protokol uygulamalarında statülerine uygun bir şekilde konumlandırılmaları, gayrimüslim cemaatler aleyhine yapılan kin ve düşmanlığı teşvik edici yayınlara karşı gerekli yasal işlemlerin derhal başlatılması gibi uygulamalar örnek olmak üzere, gayrimüslim azınlıklarla ilgili tüm uygulamalarda yukarıda bahsedilen bilinçle hareket edilmesi gerekmektedir.”
Genelgede belirtilen, kendi kimlik ve kültürlerini yaşama ve yaşatma ancak gayrimüslim azınlıkların tüzel kişiliğinin tanınması ve merkezi bir yönetim, denetim ve koordinasyonla mümkün olacaktır. Bilindiği gibi Osmanlı döneminde Patrikliğin tüzel kişiliği vardır. Lozan Antlaşmasından sonra cemaatlerin tüzel kişiliğine dokunulmamıştır, Ermenilerin sivil meclisi, ilgili komisyonları 1934 yılına kadar görev yapmıştır. 1934 Yılından sonra günün koşullarında sivil meclisler kaldırılmış, daha sonra da merkezi idareye son verilmiştir. Örgütlenme yasaya aykırı olsaydı 1923 yılından 1934 yılına kadar bu çalışmalara izin verilmesi düşünülemezdi.
Nitekim 2011 yılında Heybeliada Rum Yetimhanesi Fener Rum Patrikhanesi adına tescil edilmiştir. Ancak mevzuat boşluğu nedeniyle cemaatin patriklik merkezli tüzel kişiliği işlevlik kazanamamıştır.
BM, Ulusal veya Etnik, Dinsel veya Dilsel Azınlıkların Korunmasına dair Bildiri’nin 2. Maddesinin 4. Fıkrasına göre “ Azınlıklara mensup olan kişiler kendi örgütlerini kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.”
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına göre bir grubun ortak bir çıkar çevresinde birlikte hareket etmek amacı ile tüzel kişilik kazanmasının engellenmesi toplanma özgürlüğünün ihlalidir. Dinsel cemaatlerin tüzel kişilik kazanmasının önlenmesi ise, toplanma özgürlüğü yanında din özgürlüğünün de ihlaline yol açar.
Konuyla ilgili Venedik Komisyonu görüşü de bu yöndedir. Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu, 12-13 Mart tarihinde yaptığı 82. Genel Kurulunda Türkiye azınlıklarıyla ilgili görüşlerini açıklayan bir rapor yayımladı. Raporda, Türkiye’nin, Gayrimüslim azınlıklara tüzel kişilik tanımamasını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alan 9. maddesi ile örgütlenme özgürlüğü hakkını kapsayan 11. Maddesine aykırı buldu.
Sonuç olarak, bu gün pek çoğu vakıf olarak kurulmadıkları halde kanunla vakıf haline getirilen vakf edeni ve vakfiyesi olmayan dünyadaki tek vakıf türü olan cemaat vakıflarının yanında vakıf olarak kurulup patrikliğe bağlanan cemaat vakıfları mevcut kanunla bağımsız vakıflar haline getirilmiş cemaatin tüzel kişiliği ile bağları koparılmıştır. O kadar ki bu gün eğer bir vakfın yönetim kurulu kilisesini ya da okulunu satmak isterse cemaatin bu konuda yapacağı hiçbir şey yoktur. Cemaat varlıklarının yok olmasını engellemek, kötü niyetli yöneticilere karşı korumak için cemaatin denetim ve gözetiminin olması gerekir. Böyle bir denetim ve gözetim elbette Vakıfların ve diğer resmi mercilerin denetim ve kontrolüne engel değildir.
4.- Yeni Anayasa, çağdaş katılımcı demokrasi gereği azınlıkların kendilerini ilgilendiren konularda karar alan kamu kurumlarında temsil edilmesini ve alınan kararlara katılmasını sağlamalıdır.
Türkiye’de yaşayan azınlıklar tarihlerinde ilk kez 2008 yılında Vakıflar Meclisine azınlık vakıflarınca seçilen bir temsilci göndermişler ve kendilerini ilgilendiren konularda karar organında bir temsilci bulundurmuşlardır.
Uzun süre gizli kararname ile kurulan Azınlık Tali Komisyonu azınlıklarla ilgili kararlarda etkili olmuş, varlığı mahkemelerden bile gizlenmiştir. Bu gün Başbakanlığın 07.11.1962 tarih ve 28-4869 sayılı talimatıyla kurulan “Azınlık Tali Komisyonu’nun adı günün değişen ve gelişen şartlarına paralel olarak, Başbakanlığın 05.01.2004 tarih ve 3530 sayılı yazısı ile “Azınlık Sorunlarını Değerlendirme Kurulu” olarak değiştirilmiştir. Kurulun koordinatörlüğü İçişleri Bakanlığına verilmiş olup; Bakanlık Makamının 27.02.2004 tarih ve 286 sayılı onayı ile Azınlık Sorunlarını Değerlendirme Kurulunun sekreterya görevi İller İdaresi Genel Müdürlüğüne verilmiştir.  “Azınlık Sorunlarını Değerlendirme Kurulu; İller İdaresi Genel Müdürünün Başkanlığında, Vakıflar Genel Müdürlüğünün bağlı bulunduğu Devlet Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı temsilcilerinden oluşmaktadır.” “İstanbul’da, AB ülkelerindeki uygulamalara paralel olarak Azınlıklara ait her türlü iş ve işlemler sivil memurlar aracılığıyla yeni oluşturulan Valilik birimince; Azınlık İşlemleri Bürosunca, yürütülmektedir.”
Azınlıklarla ilgili kararlar alan bu kurumlarda azınlık temsilcileri yoktur. Katılımcı demokrasinin ve hukuk devleti olmanın gereği olarak bu kurumlarda seçilmiş ya da dini liderlerce atanmış azınlık temsilcilerinin bulunması gerekir. 
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Talim Ve Terbiye Kurulu, azınlık okullarında okutulacak kitapları, yardımcı kitapları ve benzeri ders araç ve gereçlerini onaylamakla görevlidir. Ancak bu Kurulda da azınlık temsilciler bulunmamaktadır.
BM “Ulusal veya Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara Ait Bireylerin Hakları Bildirisi”
Madde 2. 3. Azınlık mensubu kişilerin ulusal düzeyde ve gerektiğinde bağlı bulundukları azınlıkla ilgili veya yaşadıkları bölgeler hakkında alınan kararlara, bölgesel düzeyde ve ulusal yasalara ters düşmeyecek bir biçimde etkin olarak katılma hakları vardır.
  
Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme
Madde 15.- Taraflar, ulusal azınlıklara mensup kişilerin kültürel, sosyal ve ekonomik yaşama ve özellikle de onları ilgilendiren kamusal işlere etkin katılımı için gerekli koşulları yaratırlar.
5.-  Yeni anayasa, çağdaş azınlık hakları hukukuna uygun olarak azınlık dil, din ve kültürlerinin korunması, yaşatılması ve geliştirilmesi konusunda devletin aktif görev üstlenmesini ve bu konuda gereken tedbirleri almasını sağlamalıdır.
Lozan Antlaşması, devlete izin vermek, kolaylık sağlamak, korumak gibi görevler vermektedir. Çağdaş azınlık hakları ise devlete din, dil ve kültürlerin korunması kültürlerin sürdürülmesi, geliştirilmesi ve kültürel mirasın korunması için gerekli şartları oluşturma görevi vermektedir.
Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin 5.1 maddesi: “Taraflar, ulusal azınlıklara mensup fertlere kültürlerini sürdürme ve geliştirmenin yanında, kimliklerinin temel unsurlarını; dil, din, gelenekler ve kültürel miraslarını korumak için gerekli şartları teşvik etmeyi taahhüt ederler”. 12/ 1 maddesinde “Taraflar gerektiğinde, kendi ulusal azınlıklarının ve çoğunluğun kültür, tarih, dil ve din bilgisini geliştirmek için eğitim ve araştırma alanlarında önlemler alır”, hükmü yer almaktadır. Devletin azınlık din, dil ve kültürünün yaşatılması için aktif görev alması halinde sayısal olarak azalan, maddi gücü yetersiz grupların din, dil ve kültürlerinin yaşatılması ve geliştirilmesi mümkün olacaktır.   
 6.- Yeni Anayasa, Müslüman olmayan azınlıklar için yeni bir barış döneminin kapılarını açmalıdır. Anayasa son yüzyıllık dönemde çeşitli nedenlerle bu topraklardan ayrılan, ayrılmak zorunda kalan, vatandaşlıktan çıkan ya da çıkarılan insanlara ve onların torunlarına yeniden kucak açmasını sağlayacak yeni bir barış önerisi getirmeli, geçici bir madde ile belli bir süre için geçerli olmak üzere kendisi ya da büyük dedesi ya da büyük ninesi bu topraklarda doğmuş olan insanlardan isteyenlere Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlık hakkı tanımalı ve yeni bir barış sayfası açmalıdır.
Bilindiği gibi Cumhuriyet öncesi de, Cumhuriyet’ten sonra da çoğu zaman uygulanan politikalar nedeniyle özellikle Müslüman olmayan azınlık mensubu pek çok insan istemeden bu toprakları terk etmek zorunda kalmıştır. Bu gün dönmeleri de çok zordur. Vatandaşlığı kaybedenler dönseler bile oturma ve çalışma izni almaktaki zorluk ve sınırlamalar nedeniyle bu topraklarda devamlı kalma şansları yoktur. Bu gün dönmek isteyen bu insanlara ya da onların çocuklarına ve torunlarına bu fırsat verilmelidir. Örneğin Yunanistan’dan dönmek isteyen Rumlara, Suriye’den Türkiye’ye gelmek isteyen Ermenilere bu şans verilebilir. Özellikle Müslüman olmayan azınlıklarda çeşitli nedenlerle ülkeden ayrılmış olan ve bu gün dönmek isteyen Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani, Keldani, Nasturi ve benzeri azınlık gruplarına bir defalığına bu hak verilmelidir. Bu hem Türkiye açısından önemli bir barış girişimi hem de dönmek isteyen insanlara bir fırsat olacaktır. Kaldı ki, böyle bir fırsattan yararlanmak isteyeceklerin sayısının en çok 10-15 bin kişi olacağı düşünülebilir. 75 milyonluk ülkede bırakalım 10-15 bin artışı 80-100.000 kişinin artmasının bile bir öneminin olmayacağı da açıktır
Murat Bebiroğlu
Nisan 2012
murat.bebir@gmail.com

Yorumlar kapatıldı.