İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sabri Atman : Süryani Soykırımı kabul edilsin

Uğradığımız soykırımı tarif anlamında en çok kullandığımız sözcük ise, SEYFO’dur. Kelime olarak Süryanice dilinde ’’Kılıç’’ anlamına geliyor. 1914-1915 yıllarında kılıçtan geçirildiğimiz için uğradığımız soykırıma Batı Süryanice dilinde SEYFO ve Doğu süryanice de ise ’SEPA’ deyimini sembolize olarak kullanırız. Süryani Soykırım Araştırmalar Merkezi Seyfo Center, 2004 yılında kuruldu. Amacı, inkar edilen ve unutturulmak istenen Süryani Soykırımı Seyfo’yu unutturmamaktır!

*************
Gazeteci Gabar Çiyan’ın Seyfo Center Başkanı Sabri Atman ile Süryani Soykırımını konu alan röportajını  yayınlıyoruz.
Gabar Çiyan : Seyfo kelimesi neyi ifade ediyor ve Seyfo Center nedir, ne zaman kuruldu, hangi ülkelerde örgütlü, amaçları nelerdir?
Sabri Atman : Soykırım sözcüğünün Ingilizcedeki karşılığı olan ‘genocide’ kavramını sosyal bilimler literatürüne sokan Polonya asıllı ve yahudi olan Rafael Lemkin’dir. Eski Yunanca genos (ırk, kabile, köken) ve Latince dilindeki –cide (kes, öldür) sözcüklerinden türemiştir.
Ancak soykırıma uğrayan bir çok halk grubu, uğradıkları acıları tarif etmek için kendi dillerinde soykırım anlamını veren benzer kavramlar kullanmaktadırlar.
Örneğin Yahudiler ibranice dilinde ‘Shoah’ deyimini kullanırlar. Trajedi veya felaket anlamına gelmektedir. Ermeniler ise Batı Ermenice şivesinde ’Medz Yeghern’ değimini kullanırlar. ’Büyük suç’ anlamına gelmektedir, bunu ’büyük kaza’ olarak okuyanlar da var.
Rwanda’da soykırıma uğrayan Tutsi’ler ise kendi dillerinde ’Machete’ veya ’Panga’ deyimini kullanırlar. Bu, bıçakla kılıç arasında keskin bir alettir. Genellikle çalıları ve kamışları kesmek için kulanılır.
Süryaniler ise uğradığımız soykırıma kendi dilimizde birden fazla kullandığımız sözcük vardır. Batı Süryanice dilinde ’Ferman’, ’Kafle’ ve ’Seyfo’ deyimlerini kullanırız. Birinci sözcük ‘yukardan gelen emir’ anlamında kullanılır ve Kürtçe dilinde de ‘Fermane fılaha’ yani ’Hristiyanların Fermanı’ anlamında kullanılması yaygındır. ’Kafle’ sözcüğü ise, topluluğu, toplu halde zorunlu göçe, daha doğrusu ölüme gönderilen insanların konvoylarını tarif eder.
Uğradığımız soykırımı tarif anlamında en çok kullandığımız sözcük ise, SEYFO’dur. Kelime olarak Süryanice dilinde ’’Kılıç’’ anlamına geliyor. 1914-1915 yıllarında kılıçtan geçirildiğimiz için uğradığımız soykırıma Batı Süryanice dilinde SEYFO ve Doğu süryanice de ise ’SEPA’ deyimini sembolize olarak kullanırız.
Süryani Soykırım Araştırmalar Merkezi Seyfo Center, 2004 yılında kuruldu. Amacı, inkar edilen ve unutturulmak istenen Süryani Soykırımı Seyfo’yu unutturmamaktır! Seyfo Center’in Almanya, Hollanda, Belçika ve İsveç olmak üzere Amerika’da şubeleri var. Aynı zamanda Avustralya, Yeni Zelanda olmak üzere dünyanın daha bir çok ülkesinde faaliyetleri mevcuttur. Şubelerimizin olmadığı ülkelerde halkımızın diğer var olan kurumları aracılığıyla faaliyetlerimizi yürütüyoruz. Halkımızın ezici bir çoğunluğunun desteğine sahibiz. Amerika ve Avrupa’nın bazı Üniversiteleri olmak üzere, Ermeni Soykırım Müzesi ve İsrael’deki Holocaust ve Soykırım Enstitüsü gibi kurumlarla ilişkilerimiz var ve bunların tecrübelerinden yararlanıyoruz.
Seyfo Center, ezilen halkların ortak mücadelesine inandığı içindir ki, Ermeni, Rum, Alevi, Türk ve Kürt ilerici ve demokratlarıyla yakın ilişkileri var ve bu ilişkileri daha da geliştirmek arzusundadır. Çünkü soykırım olayı sözü edilen bütün bu kesimleri yakından ilgilendirmektedir.
Gabar Çiyan : Süryani (Seyfo) Soykırımına, devlet güçlerinin yanısıra, gerici Kürtlerin de rolünden bahsediliyor. Bu konuda, Kürt aydınının kendi tarihini eleştirme sürecinin başladığına dair işaretler var. Sizin, bu konu üzerinde yüksek lisans yapmaya başladığınızı biliyoruz. Seyfo Center’in Kürt aydını ve siyasi partilerinden bekledikleri nelerdir?
Photo/Pearlida/Seyfo Center Başkanı Sabri Atman
Sabri Atman : Evet! 1915 Soykırımı dönemin İttihat ve Terakki Partisi tarafından, planlı, programlı ve sistematik bir şekilde gerçekleştirildi. Amaç, Türkiye’nin Türkleştirilmesi yani homojenleştiril-mesiydi. Bu bir anlamda başarıldı da. Sayıları milyonlarca olan Ermeni, Rum ve Süryani’den topu topu sadece 72 bin kişi sağ kaldı Türkiye’de.
Eldeki bütün veriler gösteriyor ki, Kürtlere karşı bugün kullanılan silahlı korucu çeteleri gibi, devletin silahlandırdığı ve finanse ettiği bazı gerici Kürtler ve bazı Kürt aşiretleri de o dönemde Ermeni ve Süryani Soykırımında kullanıldı.
Ama bunu söylerken, şunu kalın harflerle ifade etmek isterim: Türk, Kürt, Süryani, Ermeni, Arap, Alman vs. gibi kavramlar çok dikkatlice kulanılması gereken kavramlardır. Soykırım, bir halkın bir başka halkı katletmesi değildir. Soykırımı yapan güçlerin soyadı ne olursa olsun, onlar halklarımızı temsil edemez. Bu bağlamda, soykırımı yapan iktidarı ve buna iştirak eden bazi Kürtleri ve diğer güçleri lanetliyoruz. Kürt halkını veya Türk halkını suçlamıyoruz! Her Türk ve Kürt bireyi de tek tek bireyler olarak bu soykırımdan sorumlu değildir. Ancak ortada kolektif bir sorumluluk var. 1915 Soykırımı ’Türk ulusu’ adına, ’islam’ dini adına yapıldı. Ermeni ve Süryani malları bir çok bölgede talan edildi. Bu bağlamda her Türk ve bunda sorumluluk payı olan her Kürt bireyi 1915 Soykırımını kabul etmek ve ettirmekle yükümlüdür.
‘Kürt’ tarafının iştirakı neydi, niye ve nasıl iştirak etti, hangi Türkün veya Kürdün zenginliği konduğu  Ermeni veya Süryani mallarıdır gibi konular, önümüzdeki dönemde araştırılması gereken konulardır.
Ermeni ve Süryaniler sabah kahvaltısı için harcandılar. Kürtler ise öğlen yemeği olarak planlanmıştı. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Birincisi, Ermeni ve Süryani çocuklarının, aradan 97 sene geçse bile soykırımı yapanlardan hesap soracağı ve bunu sürekli dünya gündemine getireceği hesaplanmamıştı.
İkincisi, Kürt halkının ve onun mücadelesinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin otuz iki dişini kıracağı hesap dışı bırakılmıştı. Düne kadar Kürtlerin varlığını inkar eden herkes, bunu bugün açık bir şekilde telafuz etmek zorunda kalacağı tahmin edilmemişti.
Soykırımı inkar eden ‘Türkler’ çıkacağı gibi, bu soykırımda Kürtlerin sorumluluğunu üstlenmeyen ve bunu inkar eden ‘Kürtler’ de çıkacaktır. Her iki tarafın inkarcılarının kullanacağı argümanlar birbirine çok benzeyecektir. Bazı Kürt aydınları, bu iş tek başına Türk devletine yöneltildiği zaman memnunluk duyacaklardır. Fakat Kürtlerin sorumluluğu hatırlatılınca, ‘geçmişi kaşımayın’ türü laflar etmekten kaçınmayacaklardır.
Soru : Bunlar hangi ”Kürd aydinlari”dirlar ? Biraz geriye gidersek, bundan yaklasik yüz yil önce Kürdler adina, Kürdi menfaatler adina savasan, herhangi silahli bir Kürd hareketi Asuri-Suryani-Ermeni halklarina karsi katliam ve talanlarda yer aldi mi ? Hangi Kürd hareketlerinden bahs ediyoruz ? Hem gecmiste ve hem de simdi, Kürd menfaatlarini savunan ve bunun icin mucadele ettigini soyleyen hangi Kürd örgütü  ve aydini Hiristiyan halklara karsi kin ve savasi körukledi veya hala körukluyor ? Hristiyanlara karsi suclar isleyen ayni Türk-Müslüman ceteler tarafindan, öz be öz Kürd olan Yezidi inancina sahip Kürdlere karsi da katliamlar gerceklesmedi mi ? Sizce Kürdlerin kendileri de kirim ve katliamlara ugramadi mi ? Bir arastirmaci olarak, ayni cografyada 100 yildir katiamlara ugrayan Kürdler ve yasadiklari acilari konusunda neler soyleyebilirsiniz ?
Photo/Sabri Atman : Alabildiğine geniş ve uzun bir soru. Fakat son paragraftan hareketle cevap vermeye çalışayım. Elbette, aynı coğrafyada yaşayan Kürt halkı da çok acı katliamlara ve soykırımlara maruz kaldı. Kürt halkı da büyük acılar yaşadı ve yaşıyor. Sadece 1925-1938 yillari değil, daha dön  Uludere’de 34 insan devlet tarafından öldürüldü ve bir özür bile onlara çok görüldü. Olay unutturulmaya çalışılıyor.
1988 yılında binlerce Kürt Halepçe’de soykırıma uğratıldı. Bir çok insanın yuvası yıkıldı. Ufak çocuğunu göğüsleyen babanın cansız bedeni ve dünya medyasında dolaşan resmi bir çok insanın beynine ve yüreğine kazındı. Yerde yatanın soyadı veya ulusal kökeni birey olarak benim için hiç ama hiç önemli olmasa bile, bu resme her baktığımda göz yaşlarımı tutamam. Yapanlara lanet okurum. Kürt halkının yaşadığı acıyı yüreğimde paylaşırım. 
Hiç kuşkusuz Kürt halkının tarihinde sayısız katliam vardır. Yüzbinlerce masum Kürt öldürülmüştür. Basta 1925, 1926-1930 Ararat isyanlari-Geliye Zilan katliamlari olmak üzere 1938 Dersim ve Halebçe’de Kürt halkının yaşadığı acıları paylaşmak ve yapanları lanetlemek için araştırmacı veya yazar -çizer olmaya hiç gerek yok. Asgari bir insani duruşa sahip olmak yeterlidir. Bir insan olarak, soykırım yaşamış bir halkın ferdi olarak, insanlığa bu tür acıları yaşatanlara değil bir defa; yüz bin defa lanet okuyorum. Lanet okumak, yeterli mi diye sorulabilir. Değildir tabi, fakat geçmiş katliamlar ve yaşatılan acılar yeterince lanetlenmeli ki, başka birileri geçmişten cesaret alıp benzer acıları yaşatmaya kalkışmasın. Halepçe soykırımında, ufacık çocuğuyla, cansız bir şekilde yerde yatan baba ve oğulun heykeli dikilmeli ve bu heykel gelecek kuşaklara ders olmalıdır.
Sorunuzun öteki yanına gelince: ’Böylesi Kürt aydınları kimlerdir’, diyorsunuz. Oysa ben şunu iddia ediyorum: 1915’te Süryani ve Ermenilere yapılan soykırımda Kürt rolünün de olduğunu ve bir çok Kürt aşiretinin bu uğursuz katliamda kullanıldığını düşünüyor ve söylüyorum. 1915 Soykırımında Kürt tarafının da rolü var ve bu olay örtbas edilmemeli, tam tersine açık bir şekilde incelenmeli dendiği zaman, buna tepkisel olarak gelen, ‘ama Ermeniler Kürtlere falan yerde şunu yaptı’, ‘Süryaniler de Kürtlere karşı….’, gibi ’ama’lı ve gerekçeli yaklaşımı kişi olarak bir çok Kürt sitesinde okuyucu mektupları ve yazıları olarak kısa bir süre önce takip ettim. Konuştuğum bazı Kürt dostlarımın da benzer bir eğilimi, yani ‘1915 Soykırımında Kürt rolünü’’ bilinçli bir şekilde gündeme taşımama veya bunun önünü kesmeyi tercih ettiklerini gözlemledim. Bu tercih bilerek yapılan bir tercihtir. Bazı Kürt aydınları teriminden bunları kastettim. Örnek bir isim veya isimler mi istiyorsunuz? Biraz sonra size bunu birlikte tespit etme önerim olacak. Fakat şimdilik şunları aktarayım: Bundan bir süre önce, sevdiğim ve saygı duyduğum gazeteci bir arkadaş olan Fırat Aygün benimle Stockholm’da bir söyleşi yapmıştı. Buradaki benzer konuyu çok hafif bir şekilde işlemiştim. Söyleşi, Rızgari sitesinde yayınlanmadı. Gerekçe neydi? Elbette ‘yazılı’ bir cevap ve gerekçe vermediler.
Önerime gelince: Benimle yaptığınız bu söyleşiden hareket edelim. Osmanlı döneminde İttihat ve Terakki Partisi’nin Hristiyan olan Ermeni ve Süryanilere Soykırım örgütlediği ve gerçekleştirdiği tartışma konusu yapılmamalı. Bu soykırımda ‘Kürtlerin rolü neydi?’ sorusu sorulsun ve tartışma konusu yapılsın. Arkasından, Abdulhamit tarafından kurulan Hamidiye Alayları neyin karşılığında ve kime karşı kurdurulmuştu? Bunun da arkasından şöyle bir soruyu gündeme getirilsin: 1915 Soykırımı döneminde Hamidiye Alayları dağıtılmıştı, fakat yerine geçen Süvari Birlikleri de Kürtler’den oluşuyordu. Bunların öldürdüklerinin bilançosu çıkarılsın ve talan ettikleri Ermeni ve Süryani malları araştırılsın.
Son olarak şunu söylemeliyim: 1915’lerde Van, Siirt, Bitlis, Muş, Urfa, Omid, Viranşehir, Hakkari ve bügün Kürtlerin yaşadığı başka bir çok şehirde Ermeniler ve Süryaniler yaşıyordu, fakat bugün bu insanlar yoklar. ‘Birileri’ tarafından yok edildiler. Peki, ya onların mallarına ve mülklerine ne oldu, evlerinde kimler oturuyor, diye sorun? Bu soruların arkasından gelecek tepkilerdendir benim ‘bazı Kürt aydınları’ndan kastım.
Kürt aydını Berzan Boti, ‘ben sadece özür değil ama aynı zamanda benim olmayan mülkü de esas sahiplerine iade ediyorum’, diyerek onurlu bir davranış sergiledi. Bu onurlu davranışı sayın Ahmet Türk olmak üzere bir çok tanınmış Kürt ve aydını da göstermelidir, kanaatindeyim.
Bence Kürt hareketi dinamik bir harekettir. Kürt aydınlarının bu konudaki tavrı Türk devletini ve soykırımı inkar eden bütün güçleri ters köşeye yatırabilir. Soykırımdan kalma mülkünü teslim eden ve soykırımdan dolayı özür dileyen Kürt aydını Sayın Berzan Boti olmak üzere, Omid (Amed) Belediye Başkanı sayın Osman Baydemir’in duruşları ayakta alkışlanacak duruşlardır. Bundan kısa bir süre önce Diyarbakır’da bir konferans gerçekleşmişti. Bu konferansta bir konuşma yapan sayın Baydemir aynen şunları söylemişti: ‘‘ … açık ve net soylüyorum, biz her bir insan, kendi ailemizle, ailemizin geçmişiyle, mensubu olduğumuz kültür ve kültürün geçmişiyle, mensubu olduğumuz halk ve o halkın geçmişiyle övünmek isteriz ve övünmek de en doğal hakkımızdır. Ama halkımızın geçmişinde, tarihinde karanlık sayfalar varsa, iğrençlikler varsa, açık söylüyorum alçaklıklar varsa onu reddetmek, o günaha ortak olmamak bizim ahlaki, vicdani ve siyasetçiysek siyasetçi görevimizdir….’’
Sayın Baydemir’in duruşu, halklarımız arasındaki dostluk için bir köprüdür. Elbette bu duruşa sahip olan tek başına kendisi değildir. Sayın Ahmet Tan’ın Meclisteki Ermeni ve Süryani Soykırımı konusunda konuşması hatırlardadır. Kürt aydını ve yazar sayın Recep Maraşlı’nın çalışması ve yazılarılar bizleri alabildiğine aydınlatıyor. Orhan Miroğlu’nun yayınladığı çok değerli yazı ve kitapları vardır. Bu örnekleri elbette daha da çoğaltmak mümkündür. Bunların hepsini yürekten alkışlıyoruz.
Sayın Baydemir’in kafasına atılan taşların ve zorluklarının farkındayız. Fakat bütün bu zorlukları göğüsleyebileceğine olan inancımızdan dolayı, bundan bir müddet önce Diyarbakır Belediyesi’nden bir anıt talebimiz oldu. Öyle inanıyoruz ki, bu anıtın dikilmesi soykırımı inkar eden bütün güçlere bir cevap olacaktır. Sydney’de, Yerevan’da, Stockholm’da, New York’ta anıt dikiliyor da, niye soykırımın gerçekleştiği bölgelerden biri olan Diyarbakır’da dikilmesin?
Gabar Çiyan: Türkiye’nin Seyfo Soykırımı konusundaki yaklaşımı ne? Seyfo Center’in devlet nezdinde bir girişimi bekleniyor mu? Konunun Türk ilerici ve demokrat kesimince tartışmaya açılması süreci başladı mı? Seyfo Center in bu konudaki çalışmaları neler?
Sabri Atman : Türkiye’de dışarının başta olmak üzere cılız da olsa iç dinamikler nedeniyle soykırım sözcüğü geçmiş yıllara göre daha fazla teleffuz edilmeye başlandı. Tarihi objektif bir şekilde irdeleyen ve soykırımın varlığını işleyen kitaplar da çıkmaya başladı. Fakat devletin ve AKP’nin inkara devam etmekten öte bir politikası yok. En son devlet desteğinde İstanbul’da Hocalı katliamını protesto adı altında ırkçı sloganlarla donatılmış bir miting düzenlendi. Devletin politikası budur. Bu yüzden demokratik güçlerin ve bizlerin katedeceğimiz daha uzun bir yolumuz var.
Önümüzdeki süreçte Türkiye ve yöneticileri soykırım gibi ağır bir yükü taşıyacak ve eskisinden daha fazla zorlanacaklardır. Soykırımda öldürülenlerin torunları olarak bunların rahatını bozacağız. Bu böyle bilinsin! Bunların, Sayın Baydemir’in dediği gibi geçmişteki ‘alçaklığı’ reddetmekten başka bir seçenekleri yoktur. 
Gabar Çiyan: Süryani (Seyfo) Soykırımının resmi olarak tanınmasında Ermenistan’ın tutumu ne? Bu soykırımın Ermenistan tarafından tanınması için Seyfo Center’in planlanmış çalışmaları var mı? En son Ermenistan Parlamentosu’nda red edilen Süryani Soykırımı yasa tasarısına yönelik düşüncelerinizi merak ediyordum. Nasıl bir karar bekliyordunuz? Beklentilerinizin gerçekleştirilmesi için Merkez’inizin çalışmaları hangi yöne kayacak? Sizin gibi soykırım karşıtı Süryani insan hakları örgütlerinin bölgemizde yaşanan dilsel, kültürel vb kıyımlara karşı daha güçlü ses getirebilme ve sonuç alabilme açısından, bölgedeki benzer diğer insani örgütlerle işbirliği konusu gündeminizde var mı?
Sabri Atman : Seyfo Center’in başkanı olarak, daha önce Ermeni Soykırım Müzesi tarafından Ermenistan’a davet edilmiştim. Süryani Soykırımının bügüne kadar Ermenistan Cumhuriyeti tarafından kabul edilmediğini ve bunun önemli bir eksiklik olduğunu dile getirmiştim. Bir çok temsilciyle ilişkilerim oldu.
Yasanın rededilmesine gelince, genel olarak bir yasanın parlamentodan geçmesi için, bunun hazırlığının yeterince yapılması, zamanlamasının çok iyi tespit edilmesi gereklidir. Sözünü ettiğim hazırlığın ve zamanlamanın yapılıp yapılmadığıni bilmiyorum. Herşeye rağmen karar üzücü bir karardır. Bu tür bir kararın alınmasında ne tür siyasi ve ekonomik kaygıların gözönüne alındığı konusunda yeterince fikir sahibi değilim. Kabul edilemez bir karardır.
Çünkü Ermenistan halkının ve Ermenistan Devletinin Süryani Soykırımını kabul etmesi, hem ahlaki hem de siyasi sorumluluğudur. Bütün dünyadan Ermeni halkının yaşadığı acıları ve soykırımı kabul etmesini isteyeceksin, diğer taraftan da, Süryani soykırımına hayır diyeceksin, bunu inkar edeceksin. Bu anlaşılabir ve kabul edilebilir bir tavır değildir. Böylesi bir tavrın ve inkarın devamı Ermenistan Cumhuriyeti’ne ve halkının mücadelesine ve inandırıcılığına zarar verir.
25 Nisan tarihinde Yerevan’da ilk Süryani Soykırım anıtı dikilecektir. Seyfo Center’i temsilen davetliyim ve yapacağım konuşmada Ermenistan’ın Süryani Soykırımı Seyfo‘yu kabul etmesini talep edeceğim. Ermenistan Meclis Başkanı olmak üzere bir çok temsilciyle Süryani Soykırımı Seyfo’nun kabul edilmesi için görüşmelerim olacak.
Ezilen halkların birlikte mücadelesinden yanayız. Bu yöndeki stratejimizde de hiç bir zaman değişiklik olmayacaktır. Amerika, Avustralya ve Avrupa’da bir çok Ermeni dostun bize gelen üzüntüleri ve dilekleri var. Bunlara büyük değer veriyoruz.
Strateji değişikliği değil, fakat Ermenistan Cumhuriyeti’nin dikatine ve kendilerine sesimizi duyurmak için Seyfo Center olarak önümüzdeki haftalarda internet üzerinden herkesin katılabileceği bir şekilde ‘’Türkiye ve Ermenistan Cumhuriyeti Süryani Soykırımını Kabul Etmelidir!’’ şeklinde büyük bir kampanya yürüteceğiz.
Sonuç olarak, önümüzdeki dönemde Ermenistan Cumhuriyeti’nin mutlaka ama mutlaka Süryani Soykrımını kabul edeceğine inanıyorum. Mücadelemiz ve ilişkilerimiz de bu yönde devam edecektir.
Copyright : Ararat News Publishing / Seyfo Center / Gabar Ciyan

Yorumlar kapatıldı.