İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ayıklamalar

Etyen Mahçupyan
Öncelikle ‘Türk tezinin’ parçası olan ‘Ermeniler de Ruslara katılmıştı’ türünden önermelerin ‘konu dışı’ olduğunu görmekte yarar var. Bu önermeler gerçek olmadığı için değil… ‘Soykırım’ kavramının mağdurların daha önce veya daha sonra ne yaptığıyla değil, failin sözü edilen eylemdeki yaklaşımıyla ilgili olması nedeniyle. Ayrıca Ermenilerin homojen bir grup olmadığı, ama tehcirin neredeyse tüm Ermenileri kapsadığı da biliniyor. ‘Onlar da bizi öldürdü’ biçimindeki önermelere gelince, 1915 öncesindeki çete savaşlarının ayrı bir tarihi var. Nedenleri belli…  Öte yandan 1894’ten itibaren bizzat devletin faili olduğu binlerce ölümü de es geçmek mümkün gözükmüyor. Burada kritik nokta Osmanlı devletinin hem Müslümanların hem de gayrimüslimlerin devleti olduğudur. Nitekim ‘soykırım ortamı’, devletin etnikleşip taraf tutmasını, aslında devletin devlet niteliğini yitirmesini ifade etmekte… Bu itirazlara ek olarak milliyetçi tarihçilerin çok sevdikleri iki argüman var. Birisi Osmanlı devletinin tehcirde ‘hatalı’ davranmış olanları daha 1915 yılında yargılayıp, birçoğunu da astığı. Ne var ki bunlar Ermenilere kötü davrandıkları, zulüm yaptıkları için değil, İttihatçı merkeze ait olduğu varsayılan Ermeni mallarını zimmetlerine geçirdikleri için yargılandılar. İkinci argüman ise Malta’ya götürülen katliam zanlılarının İngilizler tarafından serbest bırakılmalarının suçsuzluk karinesi olduğu. Ancak Malta’da iki sebeple mahkeme yapılamadı. Uluslararası hukuk bir devletin kendi vatandaşına karşı suçlarının başka bir devlet tarafından yargılanmasına müsait değildi ve bu alanda yeni bir karar çıkartılamadı… Öte yandan meselenin başka bir yönü de var: Osmanlı devleti 1919-22 arasında Ermeni tehcirini bizatihi bir suç olarak yargıladı.

Toplumsal bağlamda konuşulup içselleştirilmemiş olan meseleler, belki de aksi halde gereksiz olması gereken konuşmaları gerekli kılar.
Basit gerçeklerin reddedilmesi, sürekli olarak o reddiyenin tartışılmasına yol açarak, gerçek bir konuşmanın da önünü tıkar. Örneğin bugün İttihatçıların politikasını ve Taşnakların bunun içindeki işlevini, yani kendi siyasi tarihimizi konuşamıyoruz, çünkü soykırım üzerinden tüm geçmişi ‘ideolojikleştirmiş’ durumdayız. Bu nedenle de 1915 tehcirine ilişkin olarak bazı ayıklamalar yapmak durumundayız.
Öncelikle ‘Türk tezinin’ parçası olan ‘Ermeniler de Ruslara katılmıştı’ türünden önermelerin ‘konu dışı’ olduğunu görmekte yarar var. Bu önermeler gerçek olmadığı için değil… ‘Soykırım’ kavramının mağdurların daha önce veya daha sonra ne yaptığıyla değil, failin sözü edilen eylemdeki yaklaşımıyla ilgili olması nedeniyle. Ayrıca Ermenilerin homojen bir grup olmadığı, ama tehcirin neredeyse tüm Ermenileri kapsadığı da biliniyor. ‘Onlar da bizi öldürdü’ biçimindeki önermelere gelince, 1915 öncesindeki çete savaşlarının ayrı bir tarihi var. Nedenleri belli… Sonuçta her iki taraftan da kabaca otuz-elli bin insanın hayatına mal olmuş, devletin doğrudan parçası olmadığı bir çatışma. Öte yandan 1894’ten itibaren bizzat devletin faili olduğu binlerce ölümü de es geçmek mümkün gözükmüyor. Burada kritik nokta Osmanlı devletinin hem Müslümanların hem de gayrimüslimlerin devleti olduğudur. Nitekim ‘soykırım ortamı’, devletin etnikleşip taraf tutmasını, aslında devletin devlet niteliğini yitirmesini ifade etmekte…
Bu itirazlara ek olarak milliyetçi tarihçilerin çok sevdikleri iki argüman var. Birisi Osmanlı devletinin tehcirde ‘hatalı’ davranmış olanları daha 1915 yılında yargılayıp, birçoğunu da astığı. Ne var ki bunlar Ermenilere kötü davrandıkları, zulüm yaptıkları için değil, İttihatçı merkeze ait olduğu varsayılan Ermeni mallarını zimmetlerine geçirdikleri için yargılandılar. İkinci argüman ise Malta’ya götürülen katliam zanlılarının İngilizler tarafından serbest bırakılmalarının suçsuzluk karinesi olduğu. Ancak Malta’da iki sebeple mahkeme yapılamadı. Uluslararası hukuk bir devletin kendi vatandaşına karşı suçlarının başka bir devlet tarafından yargılanmasına müsait değildi ve bu alanda yeni bir karar çıkartılamadı. Ayrıca suç bireysel olarak tanımlanabileceği için, Malta’dakilerin eylemlerine ilişkin bilgiye ihtiyaç vardı ve Osmanlı devleti bunları vermedi. Sonuçta İngilizler de Malta’dakileri Osmanlı’nın elindeki İngiliz esirlerle trampa edip dosyayı kapattı. Yani bu insanlar beraat etmediler, çünkü mahkeme bile edilemediler.
Öte yandan meselenin başka bir yönü de var: Osmanlı devleti 1919-22 arasında Ermeni tehcirini bizatihi bir suç olarak yargıladı. Mahkemeler failler tarafından doğruluğu sabit olan belgeler ve bizzat Müslümanların tanıklıkları üzerinden yapıldı. Bu süreç boyunca gazetelerde çok geniş haberler yapıldı, birçok makale, anı ve gözlem yayımlandı. Meclis ise 1918’de, gerçekte yaşananların ne olduğunu gösteren tartışmalara sahne oldu. Diğer bir deyişle soykırımın bir tarihsel gerçeklik olduğu ne denli doğruysa, İttihatçı sonrası Osmanlı devletinin meşru bir zeminde adil bir yol arayışı içine girdiği de o denli doğrudur. Diğer bir deyişle İttihatçıların ‘temizleme’ kasıtlarına karşılık, ardından gelen dönemde devletin ‘tanıma ve yüzleşme’ niyeti olduğu inkâr edilemez. Buna birçok Hıristiyan’ın Müslüman komşularınca ve bizzat devlet memurlarınca korunup saklandıklarını da eklersek, soykırım suçlamasının sadece belirli bir dönem devlete hakim olmuş olan gruba yapılabileceği, ne devletin ne de Müslüman toplumun kategorik olarak suçlanamayacağı açıktır. Bu ayrımın hâlâ yapılamamasının nedeni ise büyük ölçüde Cumhuriyet’in oluşma biçiminde ve zihniyetinde gizlidir.
Bu bahsi iki nokta ile sonuçlandıralım: Soykırım suçlaması kabul edildiğinde tazminat ve toprak talebi ile karşılaşılacağı hem Türk hem de Ermeni cenahında milliyetçi bir manipülasyondur. Toplu tazminat yolu BM bağlamında hukuken kapanmış olup, belki sembolik bir jestten söz edilebilir. Toprak talebi ise gülünçtür… Hem Ermenistan’ın boyu posu nedeniyle, hem de zaten o toprakların Ermenilere ait olmaması nedeniyle. Çünkü o topraklar Osmanlı hanedanınındı. Kullanmak, hukuki bir sahipliği ima etmiyor. Devlet yıkıldığında güçlü olan toprağa el koydu. Yani aslında bu topraklar hiçbir zaman ‘Türklere’ de ait değildi.
Son olarak 1915 ve sonrasında Ermenilere uygulananların soykırım kelimesini hak ettiği bir tarihsel gerçeklik olarak önümüzde dursa da, hayat sadece olgular ve gerçeklikler değil. Aynı zamanda ilişkiler, duygular ve ruh halleri… Ve bunların tarihten daha önemsiz olduğunu da söyleyemeyiz. O nedenle sözcüğü kullanıp kullanmamak ahlaki bir kıstas olamaz. Bırakalım isteyen istediği sözcüğü kullansın, yeter ki birbirimize dokunma, birbirimizi anlama isteği canlı tutulsun.
e.mahcupyan@zaman.com.tr 

Yorumlar kapatıldı.