İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Fransız Anayasa Konseyi, Ermeni tasarısına ne cevap vermeli?

Metin Can Yılmaz, Dundee Üniversitesi, İnsan Hakları Hukuku, Doktora Öğrencisi   –  
Ortada saygın tarihçiler tarafından tartışılan tarihî ve aynı zamanda politik önemi haiz bir konu bulunmaktadır. Bireylerin bu tartışmanın bir tarafındaki tarihçilerin görüşlerini benimsemesi, Ermenilere karşı hakaret veya ırkçılık oluşturmayacağı gibi, Yahudi soykırımının inkârının tersine ne nefret suçu ne de ifade özgürlüğünün kötüye kullanılması olarak değerlendirilebilir. Diğer taraftan soykırım iddiasının inkârının Ermenileri üzmesi, onlara geçmişi hatırlatması da, yukarıda bahsedildiği üzere, Mahkeme’nin içtihatları çerçevesinde baskın bir toplumsal ihtiyaç olarak değerlendirilemeyecektir. Zira 40 yıl önce yaşanmış olayların dahi anımsanmasının ve tartışılmasının toplumu üzmesini bir gerekçe olarak kabul etmeyen Mahkeme’nin, 100 sene önce olmuş olaylar için aksi bir yorum yapması beklenemez. O halde, Mahkeme’nin kıstasları açısından Ermeni soykırımı iddialarının inkârını cezalandırabilmek için Fransız toplumunda var olan baskın bir toplumsal ihtiyaçtan, dolayısıyla AİHS’nin 10. maddesi ile korunan ifade özgürlüğünü kısıtlayan söz konusu yasanın sözleşmeye uygunluğundan bahsedebilmek olanaksızdır. En başta sorduğumuz soruya cevap verecek olursak, Fransız Anayasa Konseyi’nin inkâr yasasını Mahkeme’nin içtihatları çerçevesinde iptal etmesi kuvvetle muhtemeldir. Üstelik bu iptal kararı, sadece Türkiye ile Fransa arasında baş gösteren krizi sona erdirmekle kalmayacak, aynı zamanda Ermeni soykırımı iddiasının inkârını cezalandırmayı düşünen ve hâlihazırda cezalandıran diğer ülkeler için de örnek teşkil edecektir.

*******
 Fransa’nın, “Ermeni soykırımı”nın inkârını suça dönüştüren bir yasa çıkarması, Türkiye’de çok büyük yankı uyandırdı.
Fransa’ya müeyyideler uygulayacağımızı açıkladık, Fransız mallarına boykot çağrıları yaptık. Fransa’nın, tabiri caizse titreyip kendine dönmesini bile talep ettik. Şu anda yasa, anayasaya aykırılık gerekçesi ile Fransız Anayasa Konseyi’nin önünde. Peki, Anayasa Konseyi’nden Türkiye’yi sevindirecek bir iptal kararı çıkar mı?
Öncelikle belirtmek gerekir ki; Ermeni soykırımı iddialarının inkârını cezalandıran yasa da, diğer bütün Fransız yasaları gibi Fransız Anayasası’na uygun olmak zorunda. Fransa’da Anayasa’ya uygunluk denetimi, Anayasa Konseyi tarafından yapılıyor. Anayasa Konseyi, 1975 yılında verdiği bir kararda, bu denetim sırasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile doğrudan bağlı olmadığını söylese de, iki sebeple AİHS ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) içtihatları, Anayasa Konseyi’nin kararları üzerinde oldukça büyük bir etkiye sahip. Anayasa Konseyi, bir taraftan Anayasa’ya aykırı görmeyerek yürürlükte bıraktığı bir yasanın uygulanması neticesinde mağdur olanların açacağı davalarda AİHM tarafından mahkûm edilme riskini, diğer taraftan da Fransız Anayasası’nın 55. maddesine göre AİHS’yi iç hukukta doğrudan uygulama yükümlülükleri bulunan Fransız Yargıtayı ve Danıştayı’nın, AİHS’ye aykırı görerek bu yasayı uygulamamasının doğuracağı sorunları bertaraf etmek için anayasaya uygunluk denetiminde AİHS’yi de ölçü norm olarak kullanmaktadır. Dolayısıyla Anayasa Konseyi’nin vereceği karar hakkında fikir yürütebilmek için, Ermeni soykırımı iddialarının inkârının cezalandırılmasının AİHS’ye uygun olup olmadığının sorgulanması gerekmektedir.
ifade özgürlüğü ab’nin öncelikli konusu
AİHS’nin 10. maddesi, ifade özgürlüğünü garanti altına almakta ve AİHM de, bu özgürlüğün kapsamı konusunda oldukça geniş bir yorum yapmaktadır. Buna göre bir ifade, şiddet, nefret ve ayrımcılık çağrısı yapmadığı ve tehdit veya hakaret de içermediği müddetçe, ne kadar rahatsız ve şoke edici olursa olsun, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilir. İfade özgürlüğünün sınırlandırılması, AİHS’de gösterilen meşru sebeplerden en az birinin varlığı ve kısıtlamanın demokratik bir toplumda gerekli olması hallerinde ve de ancak yasayla söz konusu olabilir. AİHM, bir kısıtlamanın demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı noktasında ise bu kısıtlama için baskın bir toplumsal ihtiyacın bulunup bulunmadığına ve kısıtlamanın ölçülülük ilkesine uygun olup olmadığına bakmaktadır. Ermeni soykırımı iddialarının reddinin cezalandırılması sureti ile ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının AİHS’ye uygunluğunun denetlenmesi de, söz konusu yasanın diğer kıstaslar açısından pek sorunlu görünmemesi nedeniyle, daha ziyade bu kısıtlama için toplumda baskın bir toplumsal ihtiyacın olup olmadığı açısından yapılacaktır. Ermeni soykırımı iddialarının inkârının cezalandırılması için baskın bir toplumsal ihtiyacın varlığını değerlendirmeden önce emsal teşkil edebilecek olması açısından AİHM’nin Yahudi soykırımına yaklaşımına değinmemiz zaruridir. Zira Mahkeme, Yahudi soykırımını bu anlamda bir istisna olarak ele alır. Temel kuruluş amaçlarından biri İkinci Dünya Savaşı trajedilerine tepki ve komünizmle mücadele olan Avrupa Konseyi’nin bir organı olarak AİHM’nin bu yaklaşımı, bu açıdan anlaşılabilir bir durumdur. Mahkeme, Yahudi soykırımının ‘herkesçe bilinen tarihî bir hakikat’ olduğunu, böyle bir hakikate aykırı beyanların hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirileceğini söylemiştir. Ayrıca AİHM’ye göre, herkesçe bilinen bir hakikat olan Yahudi soykırımının varlığını sorgulayan her ifade, Yahudilere karşı işlenmiş bir nefret suçu teşkil edecek ve Nazi rejimini haklılaştırmak manasına gelecektir. Bu sebeplerle Garaudy davasında Mahkeme, Yahudi soykırımının inkârının Fransa tarafından cezalandırılmasını AİHS’ye uygun bulmuştur. Ancak Mahkeme, şimdiye kadar başka hiçbir olayın, ne kadar trajik ve acı verici olursa olsun, ‘herkesçe bilinen tarihî bir hakikat’ olduğunu kabul etmemiş; başka hiçbir olayı soykırım olarak nitelendirmemiş; hiçbir olaya Yahudi soykırımına baktığı gibi bakmamıştır. Bu noktada, örneğin Fransa’nın eski başbakanlarından olan Philippe Pétain’nın, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerle işbirliği yapmasını, hakkında bir mahkeme kararı bulunmasına rağmen bile ‘herkesçe bilinen tarihî bir hakikat’ olarak nitelendirmemiştir. Üstelik Mahkeme, Pétain’nın Fransız tarihi açısından hain mi, kahraman mı olduğunu kendisinin değerlendiremeyeceğini; tartışılan tarihî konular hakkında yorum yapmanın üzerine vazife olmadığını açıkça belirtmiştir. Bu zaviyeden, 1915 olaylarının Mahkeme tarafından soykırım ve dolayısı ile Yahudi soykırımı gibi ‘herkesçe bilinen tarihî bir hakikat’ olarak değerlendirilmeyeceği oldukça açıktır.
Bu noktada, hangi durumların baskın bir toplumsal ihtiyaç olarak ele alınıp alınamayacağının anlaşılması için Mahkeme’nin verdiği iki karara değinmek gerekir. “Vajnai” kararında, uzun yıllar komünist rejim ile yönetilen Macaristan’da, kızıl yıldızın bir parti lideri tarafından rozet olarak takılmasının, komünizmin sebep olduğu yaraları deşmesi ve komünizm mağdurlarının bundan rahatsızlık duyması gibi sebeplerle cezalandırılmasını, AİHS’ye aykırı bulmuştur. Zira Mahkeme’ye göre, Macaristan’ın artık demokrasi ile yönetilen bir Avrupa Birliği üyesi ülke olması hasebi ile komünizm, bu ülke açısından gerçek bir tehlike teşkil etmemektedir. Dolayısıyla bazılarının rahatsız olması veya eski anılarının canlanması, ifade özgürlüğünün kısıtlanması için baskın bir toplumsal ihtiyaç olarak kabul edilemez. Benzer bir şekilde, “Lehideux ve Isorni” kararında, Fransa tarafından İkinci Dünya Savaşı ile ilgili resmî tarihin sorgulanmasının yasaklanması da, yine AİHM tarafından AİHS’ye uygun bulunmamıştır. Mahkeme’ye göre resmî tarihin sorgulanmasının bazı acıları zihinlerde tekrar canlandıracağı doğru olmakla birlikte, dava tarihinde İkinci Dünya Savaşı’nın üstünden 40 yıl geçmesi dolayısıyla söz konusu olayları hatırlamak, ilk zamanlardaki kadar acı verici olmayacaktır. Görülmektedir ki, toplumun geçmiş acıları hatırlaması da, Mahkeme nezdinde baskın bir toplumsal ihtiyaç değildir.
yahudi soykırımı’ndan farklı olarak
Bu bilgiler ışığında, şiddete çağrı, tehdit veya hakaret içermediği müddetçe Ermeni soykırımı iddialarını inkâr etmenin cezalandırılması için Fransız toplumunda baskın bir toplumsal ihtiyaçtan bahsedebilmek oldukça zordur. Zira komünizmin yol açtığı trajedilerin bile Nazizm’in bir sonucu olan Yahudi soykırımı ile eşdeğer tutulmadığı, komünizmin Avrupa için artık gerçek bir tehlike olarak kabul edilmediği bir noktada, 1915 olaylarının Yahudi soykırımı ile aynı kefeye konulmasını ve Osmanlı’nın veya Türk politikalarının Ermeniler için gerçek bir tehlike oluşturduğunu iddia edebilmek mümkün değildir. Üstelik “Ermeni soykırımı”nın inkârının yasaklandığı yer Fransa’dır ve Türk politikalarının Fransa’da ne kadar etkili olduğu, bu yasadan da anlaşılabileceği gibi, açıktır. Bu noktada Ermeni soykırımı iddiasını inkâr etmek, Fransız toplumu için ne kadar rahatsız edici olursa olsun, ortada gerçek bir tehlike olmaması sebebi ile baskın bir toplumsal ihtiyacın varlığından söz edilemez. Dahası uzunca bir zamandır Avrupa’da ırkçı saldırıların hedefi olan Türklerin, sırf soykırım iddiasını reddettikleri için Ermenilere karşı ırkçılık yaptıkları da söylenemez. Zaten AİHM’nin kıstasları açısından ‘herkesçe bilinen tarihî bir hakikat’ olarak kabul edilemeyecek olan Ermeni soykırımı iddiasının inkâr edilmesinin altında nefret duygusu veya ırkçı saikler de yatmamaktadır. Ortada saygın tarihçiler tarafından tartışılan tarihî ve aynı zamanda politik önemi haiz bir konu bulunmaktadır. Bireylerin bu tartışmanın bir tarafındaki tarihçilerin görüşlerini benimsemesi, Ermenilere karşı hakaret veya ırkçılık oluşturmayacağı gibi, Yahudi soykırımının inkârının tersine ne nefret suçu ne de ifade özgürlüğünün kötüye kullanılması olarak değerlendirilebilir.
Diğer taraftan soykırım iddiasının inkârının Ermenileri üzmesi, onlara geçmişi hatırlatması da, yukarıda bahsedildiği üzere, Mahkeme’nin içtihatları çerçevesinde baskın bir toplumsal ihtiyaç olarak değerlendirilemeyecektir. Zira 40 yıl önce yaşanmış olayların dahi anımsanmasının ve tartışılmasının toplumu üzmesini bir gerekçe olarak kabul etmeyen Mahkeme’nin, 100 sene önce olmuş olaylar için aksi bir yorum yapması beklenemez. O halde, Mahkeme’nin kıstasları açısından Ermeni soykırımı iddialarının inkârını cezalandırabilmek için Fransız toplumunda var olan baskın bir toplumsal ihtiyaçtan, dolayısıyla AİHS’nin 10. maddesi ile korunan ifade özgürlüğünü kısıtlayan söz konusu yasanın sözleşmeye uygunluğundan bahsedebilmek olanaksızdır. En başta sorduğumuz soruya cevap verecek olursak, Fransız Anayasa Konseyi’nin inkâr yasasını Mahkeme’nin içtihatları çerçevesinde iptal etmesi kuvvetle muhtemeldir. Üstelik bu iptal kararı, sadece Türkiye ile Fransa arasında baş gösteren krizi sona erdirmekle kalmayacak, aynı zamanda Ermeni soykırımı iddiasının inkârını cezalandırmayı düşünen ve hâlihazırda cezalandıran diğer ülkeler için de örnek teşkil edecektir.

Yorumlar kapatıldı.