Emrah Usta- Süleyman Şah Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi
Dünden bugüne maalesef ‘aramızdaki hainler’ sloganlarıyla anılan bu cemaatler, dünya siyaset arenasında birçok dinî grubu bir arada tutabildiği gibi, Türkiye’nin küresel vizyonuna da katkı sağlayabilirler. .. Özellikle mevcut Patrik sonrasında Türkiye’yi derinden bekleyen bir kriz vardır. Ruhban Okulu’nun kapalı olmasıyla yeni patrik konusunda ciddi sıkıntılar yaşayacak Türkiye’nin, Patrikhane konusundaki politikalarını yeni anayasal çerçevede çizebilmesi bekleniyor. Küresel vizyonun yapı taşlarından olacak Patrikhane etkisini Türkiye iyi kontrol edebilmeli, bu küresel gücü Fatih Kaymakamlığı gibi bir makama bağlamak yerine Başbakanlık gibi bir kurum altında sınıflandırabilmelidir. Nitekim dışarıdan bakıldığında görülen “ikinci sınıf vatandaş” algısını, bu şekilde ortadan kaldırabilir. Öte yandan Heybeliada Ruhban Okulu, zaman kaybedilmeden Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi çatısı altında açılabilir. Sadece Rumlar için değil, kapalı olan birçok Süryani, Şii ve Ermeni dini okullar da benzer bir uygulamaya tabi tutulabilir. Yeni anayasada gayrimüslim sınıfa tabi ruhanî liderlerin hukukî pozisyonları yeniden tanımlanmalıdır. Kilise, havra ve sinagoglara daha çok maddî destek sağlanmalı, cumhurbaşkanı gibi üst düzey yetkililerin özel günlerde buralara ziyareti planlanmalıdır. Bunu başarabilen Türkiye, aynı zamanda, AB’nin din ve vicdan özgürlüğü eleştirisinin önüne geçecektir.
İstanbul’un fethiyle başlayan ve Roma’nın bölünmesiyle yeni bir ritüel olarak ortaya çıkan Hıristiyan dünyasındaki farklılaşmalar, Osmanlı İmparatorluğu’nun büyümesiyle can buldu.
İmparatorluğun genişleme sürecinde Balkanlar’a açılma sorunu, Ortodoks dünyası üzerinde yeni bir stratejinin geliştirilmesine vesile olmuştu. Belgrad’dan Moskova’ya, Kudüs’ten İskenderiye’ye kadar Ortodoks hinterlandını kontrol eden tek güç Ortodoks Patriği’ydi. Fatih’in dünya vizyonlarından sadece birisini oluşturan İstanbul, bu stratejinin başkenti olarak seçildi. Sultan’ın fetih sonrasında bu coğrafyaya açılım politikasının bir parçası da Balkanlar’ı Rumelileştirmesi olmuştur. Bu politikanın en büyük yardımcısı Slavlar üzerinde hareket kabiliyeti sağlayan Patrikhane’dir. Fethin akabinde Doğu Kilisesi yeniden dizayn edilirken her cemaatten (Osmanlı’daki deyimiyle millet) ırklar devletin birer aslî vatandaşı olarak gösterilmiştir. Böylelikle toplumda var olan cemaatler (milletler) onore edilerek birer mihenk taşı oluşturulmuş, devlet politikalarıyla bu farklı unsurlar arasında sağlıklı iletişim sağlanmış ve adalete dayanan toplum modelinin oluşturulması amaçlanmıştır. Zira toplum içerisinde ikinci büyük cemaatten (millet) olan Ermenilerin inanç özgürlüğü bu şekilde sağlanmıştı. Kütahya’daki Ermeni Patrikhanesi’nin İstanbul’a getirilip Kumkapı’da yeni kilisenin kurulması, bu stratejik vizyona örnektir. Böylelikle devlet, olası bir iç politik durumda, hem Rum Patrikhanesi’nin karşısında dengeleyici bir yeni otorite çıkarmış hem de uluslararası camiada, Antilyas’ta olduğu gibi Eçmiyazin Katogigosluğu’nun Ermeniler üzerindeki etkisini azaltmayı hedeflemiştir. Dünden bugüne maalesef ‘aramızdaki hainler’ sloganlarıyla anılan bu cemaatler, dünya siyaset arenasında birçok dinî grubu bir arada tutabildiği gibi, Türkiye’nin küresel vizyonuna da katkı sağlayabilirler. Özellikle Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Türk devletinin duygusal refleksler göstermesi, asırlardır elinde tuttuğu bu küresel imkânı kendi inisiyatifinden çıkarıp, üstünlüğünü Avrupa Birliği ve ABD’ye devretmesine sebep olmuştu.
Bu durumun son ayağı da devletin Heybeliada Ruhban Okulu’nu kapatmasıyla gerçekleşti. Peki asıl kapatılan okul muydu? Ya da Türkiye’nin küresel vizyonuna katkı sağlayacak bir imkân mıydı? Bu sorular, ilerleyen yıllarda kendini göstermeye başlamıştır. Bu yıllarda görüldüğü üzere Türkiye’nin kaybettiği sadece bir okul değil, asırlardır beraber yaşattığı ortak değerleridir. Zira Patrikhane üzerinden yıllarca rol kapmaya çalışan kurum ve kişiler, bu küresel gücün farkındaydılar. Elbette Patrikhane konusunda Lozan Antlaşması’nda konulan maddeler ve yapılan Ruhban Okulu tartışmaları yeni değil. 1990’ın başlarında iki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya geçişin sancılarını yaşayan milletler üzerinde küresel mücadeleler hep yaşandı. Zira Soğuk Savaş’ın bitişi ve Berlin Duvarı’nın yıkılması olaylarının tetiklendiği yerin Polonya olması da tesadüfî değildir. Özellikle bu tarihten önce Polonya asıllı birinin Vatikan’a papa yapılması, benzer olayların Türkiye’de de gerçekleşmesine zemin hazırladı. Soğuk Savaş sonrasında benzer politikaların Türkiye ayağının gerçekleşmesi, bilinen bir gerçektir. Ancak bu politikalardaki başarısızlık, mevcut küresel güçleri Lozan konusunda daima zorlamıştır. Çünkü Lozan Antlaşması’ndaki müzakerecilerin Patrik konusunda ortaya koyduğu çekinceler, bu yıllarda yapılan planları suya düşürecek cinstendi.
PATRİKHANE POLİTİKASI ne durumda?
Bu politikalarda hesap edilmeden yapılan hamleler iki şartı ön plana çıkardı. Bu şartlar, seçilecek yeni patriğin Ruhban Okulu mezunu ve Türk vatandaşı olması şartıydı. Bu gereklilikler, küresel aktörlerin Patrik tercihi konusunda elini kolunu bağlayan kıstaslardır. Türkiye, Patrikhane konusunda 2003’ten bu yana yeni politikalar üretme içerisindedir. Ama mevcut durumda Türkiye’nin yeni bir Patrikhane politikasının var olduğunu söylemek zor görülüyor. Özellikle AK Parti hükümeti iktidarında aktiflik bu unsurlara da yansıdı. Hükümetin Türkiye’de bulunan yurttaşlarına karşı uyguladığı politikalar, Hrant Dink cinayeti sonrasında AİHM’de temyiz hakkını kullanmayarak Ermenilere yönelik yumuşatıcı dili, Rumlara yönelik de yeni bir vizyonun habercisi oldu. Nitekim Akdamar, Ani ve Sümela Manastırı’nda yapılan ayinler, bu konuda ılımlı politika izlendiğinin örnekleridir. Ancak bu dilin yeterli olmadığı ortadadır ve gayrimüslim vatandaşlara karşı daha hassas politikaların üretilmesi gerekmektedir. Özellikle mevcut Patrik sonrasında Türkiye’yi derinden bekleyen bir kriz vardır. Ruhban Okulu’nun kapalı olmasıyla yeni patrik konusunda ciddi sıkıntılar yaşayacak Türkiye’nin, Patrikhane konusundaki politikalarını yeni anayasal çerçevede çizebilmesi bekleniyor. Küresel vizyonun yapı taşlarından olacak Patrikhane etkisini Türkiye iyi kontrol edebilmeli, bu küresel gücü Fatih Kaymakamlığı gibi bir makama bağlamak yerine Başbakanlık gibi bir kurum altında sınıflandırabilmelidir. Nitekim dışarıdan bakıldığında görülen “ikinci sınıf vatandaş” algısını, bu şekilde ortadan kaldırabilir. Öte yandan Heybeliada Ruhban Okulu, zaman kaybedilmeden Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi çatısı altında açılabilir. Sadece Rumlar için değil, kapalı olan birçok Süryani, Şii ve Ermeni dini okullar da benzer bir uygulamaya tabi tutulabilir. Yeni anayasada gayrimüslim sınıfa tabi ruhanî liderlerin hukukî pozisyonları yeniden tanımlanmalıdır. Kilise, havra ve sinagoglara daha çok maddî destek sağlanmalı, cumhurbaşkanı gibi üst düzey yetkililerin özel günlerde buralara ziyareti planlanmalıdır. Bunu başarabilen Türkiye, aynı zamanda, AB’nin din ve vicdan özgürlüğü eleştirisinin önüne geçecektir.
Geçtiğimiz aylarda, İran Haber Ajansı Fars’ın, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ziyaretini haberleştirirken ele aldığı konular arasında Suriye ve Patrikhane konusu yer alırken, Fener Rum Patrikhanesi’nin Ekümeniklik kavramına dikkat çekmesi de ilginç bir ayrıntı olarak gözlerden kaçmadı. Özellikle haberde, Patrikhane konusunda ABD’nin desteğini alan Türkiye’den bahsederken, Yunanistan’ın malî krizle boğuşmasına rağmen Patrikhane’ye maddî yardımını kesmediği iddiası gündeme taşındı. Biden’ın Türkiye ziyareti kapsamında Patrikhane ziyareti gerçekleştirmesi, ABD’nin bu konuya yeterince önem verdiğinin bir göstergesidir. Türkiye’den Patrikhane konusunda birçok açılım bekleyen Obama yönetimi, diğer yandan Patrik politikasını belirlemeye gayret gösteriyor. Bu destek, çoktandır bilinen ama nedense arka planda kalmayı yeğleyen ‘Archon’ (Order of Saint Andrew The Apostle Archon of the Ecumenical Patriarchate) ile öne çıktı. Archonlar ABD Senatosu’nda 89 senatör ve 291 Kongre üyesinin ortak imzalarıyla Rum Patrikhanesi lehine ‘din özgürlüğü’ kampanyası başlattılar. Her yıl eski bir Rum patriği olan Athenagoras’ın adıyla ihdas ettikleri ‘Athenagoras İnsan Hakları Ödülü’nü ABD Silahlı Kuvvetleri’nin personellerine verdiler. Joe Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Tony Blinken’in de Patrikhane konusunda çalışmakta olduğu Yunan medyasında sıkça dile getirilen bir diğer iddia olarak yer alıyor. 1990’lar başında ABD’nin izlediği benzer politikaların devamı niteliğindeki hamlelerin gerçekleştirildiği görülüyor. Özellikle Bush döneminde izlenen birçok stratejinin dinî bazda olması ve son dönemde Obama ile daha seküler söylemlerin tercih edilmesi hiç kuşkusuz dünya üzerinde farklı fraksiyonların tepkisini çekmemek amaçlı yumuşatıcı söylemler gibi algılanabilir. ABD’nin genel patrik politikası, mevcut patrik Bartholomeos sonrasını öngörmektedir. Bartholomeos sonrasında Rusya ile krizin eşiğine gelecek olan Türkiye’nin, bu yeni durumda doğru bir politika belirleyebilmesi için ABD’nin desteğini alması şart gibi görünüyor. Zira AB ve Rusya’nın Patrikhane konusunda ciddi adımları hem Fener Rum Patrikhanesi’ni hem de Türkiye’yi tedirgin etmektedir. ABD’nin patrik politikasında izlediği yol, Ruhban Okulu’nun açılması ve mevcut statünün Türkiye kontrolünde olması yönünde. Zira Türkiye’de yaşanabilecek bir kriz, sadece İstanbul’u etkilemeyecek, Balkanlar’da da bazı taşları yerinden oynatacaktır.
Yorumlar kapatıldı.