İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hüzünlü azınlıklar ülkesi,

Deniz Ertuğ / ertug_deniz@yahoo.es
Azınlık olmak her ülkede bir parça hüzünlüdür. Ancak bu hüznün ölçüsü bulunulan ülkenin demokratikliği ile ters orantılı oluyor genelde… Azınlık olmanın kendisi rastlantısal ama Türkiye’de fevkalade yanlış bir “seçim”dir. İşte bu nedenle pek hüzünlüsünüz azınlıklarımız ülkemizde. Sahip olduğunuz seçenek üçtür:  1) “Anavatanınıza” dönmek. (“Sahi siz nereden gelmiştiniz?”), 2) Asimile olmak. (“Siz de Türksünüz canım”, “Abi, Müslüman olmayı düşündün mü hiç?”), 3) Azınlık olmak, azınlık kalmak.  (“Bu azınlıklar da çok oluyor canım”, “Zaten burası onların ülkesi değil ki”.). Tercih sizindir. 


Azınlık olmak her ülkede bir parça hüzünlüdür. Ancak bu hüznün ölçüsü bulunulan ülkenin demokratikliği ile ters orantılı oluyor genelde. Yani bir yerde ne kadar çok azınlıklara çoğunluk oldukları hissiyatı yaşatılıyor, hatta farklı oldukları için zaman zaman yok olmamaları, kültürlerini yaşatabilmeleri için pozitif haklar tanınıyorsa, o yerde o kadar az hüzünlü oluyor azınlıklar.
Azınlık kelimesi hukuki bir tanımlama da olsa, günlük hayatta üzerinize yapışan bir etiket gibi; hiç sıyrılamayacağınız, adeta kendi teniniz gibi bir adlandırma. Son derece itici üstelik. Örneğin kimse bana bugüne kadar çoğunluk vatandaş diye hitap etmedi, hitap etseydi rahatsız olurdum sanırım. Bu çoğunluk-azınlık ikilemesi (dichotomy) bana Derrida’nın felsefesini hatırlatır. Hani ikilemelerde ilk söylenenin olumlu ve buyurgan, ikincinin ise olumsuz ve edilgen bir nitelik arz ettiğine dair ifadeleri… Hakikaten azınlık olmak bir kavram olarak kime olumlu gelir? Hatta Kürtlerle ilgili meseleler tartışılırken “devletçi-ulusalcı” zihniyetlilerin basmakalıp isyan cümlelerinden biri “Kürtler neden azınlık olsunlar? Onlar kurucu unsurdur” değil midir? Demek ki hiç kimse azınlık olarak nitelendirilmek istemiyor.
Elbette kimse iktidara (çoğunluğa) tabi olan taraf olmanın can sıkıcılığını yaşamak arzusunda değil. Fakat bizim açımızdan bu ikilemin böylesi yıpratıcı ve dokunaklı oluşu kendi sistemimizden de kaynaklanmaktadır. Şöyle düşünelim, diyelim daha demokratik bir sistemde yaşıyoruz yani ana dilde eğitim hakkı, din ve ibadet özgürlüğü, basın yayın özgürlüğü vs. gibi haklar herkese (her bireye) yatay ve düşey doğrultuda tam manasıyla veriliyor, böyle bir yapıda kimin “azınlık” olarak nitelendirilmesine gerek kalır ki? Bilindiği gibi, Türkiye’deki hukuki azınlık tanımı cemaat düşüncesinin bir uzantısıdır. Oysa bu düşünce yapısı halihazırdaki şartlara ve insani gelişime uygun düşmüyor. Bir Rum bütün Rumlar gibi midir? Bir Ermeni diğer tüm Ermenilerle aynı şekilde mi hissediyor veya birileri çıkıp bütün Ermenileri temsil etmeli midir? İnsanlarımıza böyle gömlekleri sistemimiz giydirmektedir. Son kertede özgürlük tanındığında hiç kimse o veya bu “azınlık” kimliğine sıkışmak zorunda değildir. Bazı arkadaşlarımın bu biçilen giysiye sığamadıklarına ve bundan rahatsızlık duyduklarına şahidim ama bu ülkede “azınlık” olmak, “azınlık” kalmak zorunluluğu da vardır. Çünkü o cemaatin bir adım dışarısı sizi kucaklayan bir çoğunlukla dolu değildir. O cemaatin bir adım dışarısında sizin seçemediğiniz kimliğinizi küfür olarak kullanacak kalabalıklar vardır, ana vatanınızın Ermenistan, Yunanistan olduğunu sanan gruplar vardır, sizin bu ülkede okullarınız kapatılırken, binlerce yıllık kiliseleriniz günden güne yıkılıp dökülürken, yüzyıllara dayanan kültürünüz her türlü saldırıya açıkken geceleri rahat uyuyan, daha da kötüsü zaten gidişatın böyle olması gerektiğine inanan (öyle ya ne de olsa yabancısınız!) binlerce insan vardır. Böyle bir durumda bir azınlık bireyinin o çitin dışına çıkması, cemaatin kabuğunu kırıp da tek başına kendi kimliği ile varolması giderek daha da imkansız hale gelmektedir. Birilerinin rahatsız edici bakışları ve sözlerinden etkilenmemek için isimler Sarkis’ten Serkan’a değiştirilir, okunan azınlık gazeteleri kol altında değil çanta içlerinde taşınır, haçlar gömleğin içine sokulur, Ramazan’da da dışarıda yenilip içilmez. Hemen hemen her sokağa çıkış bir küçük meydan savaşıdır, rahat davranılamaz.
Azınlık olmanın kendisi rastlantısal ama Türkiye’de fevkalade yanlış bir “seçim”dir. İşte bu nedenle pek hüzünlüsünüz azınlıklarımız ülkemizde. Sahip olduğunuz seçenek üçtür: 
1) “Anavatanınıza” dönmek. (“Sahi siz nereden gelmiştiniz?”),
2) Asimile olmak. (“Siz de Türksünüz canım”, “Abi, Müslüman olmayı düşündün mü hiç?”),
3) Azınlık olmak, azınlık kalmak.  (“Bu azınlıklar da çok oluyor canım”, “Zaten burası onların ülkesi değil ki”.).
Tercih sizindir. 

Deniz Ertug [ertug_deniz@yahoo.es]

Yorumlar kapatıldı.