İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Paris Avukatlarından Hovhannes Şahnazar’ın Sansaryan davası ile ilgili Raporu

Sansaryan Vasiyeti Davası. “Kaybolan Ne? 1920’den beri her yıl sürekli en az 20-25 bin lira. Kaybeden kim? Eğitim ve mesleğe muhtaç fakir Ermeni çocukları. Hangi yasal yolla bu sürekli gelir kurtarılabilir?” Aslı Ermenice olan araştırma, Sayın Şake Büyüksimkeşyan tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir. 

Sansaryan Vasiyeti Davası Hukuki Araştırma

Yazan: Hovhannes Şahnazar
Gütenberg Matbaası- G.N. Makascıyan, 1939
Tercüme:  Şake Büyüksimkeşyan 
Sanasaryan Vasiyetinin Davası
Kaybolan Ne? 1920’den beri her yıl sürekli en az 20-25 bin lira.
Kaybeden kim? Eğitim ve mesleğe muhtaç fakir Ermeni çocukları.
Hangi yasal yolla bu sürekli gelir kurtarılabilir?
I.Kısım
Önce iki söz:-Bu yazının amacı Sanasaryan Vasiyetinin Davasını sade bir dille herkese ve hatta sokaktaki adama (ingilizlerin dediği gibi) anlatabilmek, mühim olan bu. Büyük filozof Decartes’ın dediği gibi “sağduyu en yaygın olan şeydir” biz de bu büyük insanın sözünden yürüyerek bu yoksul çocukların davasını Ermeni Cemaatinin sağduyusuna sunalım.
Kısacası bu davanın geçmişinden habersiz yeni kuşağın ki bu kuşak eğitim işlerini çok iyi bilirler, maddi olanakları yetersiz olan velileri anımsamak, onlardır ki bu yıllık gelirden (20-25 bin lira) faydalanamıyorlar.İşte Sanasaryan Mirasının varisleri bu mirasa bakarak “Mansub Mirasçılardır”
İşin içindeki bir aydının rolü:Altmış yıl önce Yeğyantz adlı bir aydın Rusya’da yaşayan çok zengin Sanasaryan Bey’le görüşerek parasının bir kısmını Rusya’da bir kısmını da Türkiye’de yaşayan yoksul çocukların eğitimine bağlamasına ikna eder.İkisi birlikte verdiği kararla birkaç zeki genci Fransa ve Almanya’ya  gönderirler.Bu gençler 8-9 yıl süren bir yüksek  eğitimden sonra öğretmen oldular.Yeterli öğretmen sayısına ulaştıktan sonra bu iki iyi kalpli insan (Sanasaryan ve Yeğyantz Beyler) 1881’de Erzurumda Sanasaryan adlı bir okul açtılar.Zaten önlerinde Moskovadaki Lazaryan ve Venedikteki Murat-Rafaelyan vs.. gibi cesaretlendirici örnekler vardı.Hayırseverin Türkiyedeki Ermeniler için ayırdığı parayla daha sonra İstanbulda gelir getirecek bir mülk olan Sanasaryan Han alındı.Böylece sadece bina değil,onun getireceği gelir ki Türkçede buna galle denir VAKIF yapıldı,yani bu gelir fakir çocukların eğitimine ve mesleki öğrenimine harcanmasına ayrıldı.
Bu hakikati 30 haziran 1932 tarihinde Yargıtayın oybirliğiyle verdiği kararın(aşağıda)içinde görebiliriz.
……..gelelim sözü geçen hana,Sanasaryan adlı bir şahsın yaptığı vasiyete göre,nasıl ki vasiyette yazılı olan yazılarda(VAKFİYE) teferruatları yazılı ,bu gelirler Sanasaryan Okulunda eğitim ve mesleki  öğrenim gören Ermeni Cemaatine ait yoksul çocukların eğitimine,giyimlerine,gıdalarına harcanmasına vakf olmuştur.orijinal metin şöyledir: ‘’müddeabih han ise Sanasaryan hanında bir kimsenin vasiyeti mucibince vasi tarafından tafsilatı olbabdaki vakfiyelerdeki yazılı olduğu üzre gaylesi Sanasaryan Mektebinde ulum ve sanayi tedris eden kadim Ermeni Milleti fukarayi eftalinin tedris ve terbiyeleri ve itam iksaları masarifine hare edilmek üzere vakf edilmiş olmasına göre’’
Vakıf ve Vasiyet:Yukarıdaki yazılı metne göre Yargıtay’ın anlatmak istediği her iki sözcüğün aynı anlamda olması;birincisi şahsın sağlığında şartlı bir armağan,ikincisi ise ölümünden sonra ki Ermenicede armağan ve vakıftan başka sözcük yok.Vakif vakf eden ve vasi veya vasiyetçi, vasiyet  vasiyeti yapan demektir.Şöyle ki her vakıf ve vasiyetin kendisine göre bir şart veya şurut ve fuyud’u vardır.Vakıf ve vasiyet bunlara göre uygulanır.Bu yazılı şartlarla herhangi bir vakıftan yararlanan varsa  intifa eden, yaralanan ister şahıs ister mülk olsun yararlanana mefkufunleh  yani,herhangi bir meblağ veya mülk o şahsa bağlıdır.
Meşrutunleh ise herhangi bir şeyin yararına bir vaakif veya vasiyetçi yaptığı hayırseverliğe bir şart koşar. Buna şartı vaakif  denir, yani vasinin arzusunun şartıdır.
Sanasaryan Vakfı Şartı Vaakif’tir.Sanasaryan vakfının içindeki Şartı Vaakifi veya Meşrutunleh’i Sanasaryan adıyla kurulan okulun içinde Ermeni cemaatinin fakir çocuklarının eğitilmesi,mesleki öğrenim görmesi vs..dir. Ama Meşrutunleh bir tane olmayabilir, Vekilsiz olmayabilir, ileride bunu Sanasaryan Vakfının içinde göreceğiz.
Sanasaryan Okulunun Bulunduğu Yöreler: İstanbul’da bulunan Şer’i mahkemesinde Sanasaryan vakfı’nın vasiyeti yazılırken ve vakfiyeleri hazırlanırken, zaten Erzurum’da  kiralanmış bir binada açılmıştı.15-5-1935 tarihli asliye mahkemesi kararında da görüldüğü gibi Sanasaryan Okulu 1914 yılında Erzurum’dan kapatılarak Sivas’a naklolunmuş kiralık bir binada faaliyetini sürdürürken 1915 yılında  savaşın başlamasıyla kapanmıştır.
Sanasaryan Vakfı hangi türden bir vakıftır:Dava süresince Mazbut ve Mülhak Vakıflar hakkında konuşulduğunu görüyoruz.Bu açıklamalarda  Mazbut Vakfın yönetim hakkının idare hakkının Evkafın Teşkilatı Resmiyesi adlı daireye ait olduğu yani Mazbut’un devletleştirildiği varsayılacaktır.Mülhak ise yönetim hakkı kendi mütevellisine ait olan vakıftır.Sanasaryan Vakfının bu hakkı Vakfiyesiyle Ermeni Patrikliğine eğer Patriklik makamı boşsa Vekiline verilmiştir böylece mülhak vakfı devlet değil özel bir şahıs yönetir.
Bu yorumları okuyanlar şu üç soru ile karşı karşıya kaldıklarını hissederler.
1-Sanasaryan Vasiyetini uygulayanın gözlemcisi kontrol,nezaret edeni kimdir?
2-Vasiyeti ileme koyan hangi kişi mütevelliye hesap verir?
3-Vasiyet edilen mülk sahip değiştirebilir,yer değiştirebilir mi?Amaç göz ardı edilebilir mi?
İleride göreceğiz ki yargıç önüne bu amaçlarla getirilen idare nezareti ve mülkiyet problemleri Sanasaryan Vakfı davasında ve kararında çok ağır sonuçlar getirmiştir.
Vakfiyenin ömrünün geçirdiği evreler:
A-kuruluşundan 1915 kadar süren dönemde Sanasaryan Okulu varlığını korudu.Bu dönemde Ermeni Cemaatinin yoksul çocukları hem eğitim gördü, hem beslendi.
B-Mahrumiyet dönemi:1915-1920 tarihleri arasında savaş gerekçesiyle Hana devlet tarafından el kondu. Mütevelli hanın gelirinden yoksun kaldı,bu nedenle yoksul çocuklar da okullarından.
C-Bolluk dönemi:en güzel 7-8 yıllık dönem 1920-1928 yılları arasında geçen dönemdi. Mütevelliler 140-160 bin lira gelir elde ettiler. Bu dönem İstanbul Valiliğinin bir kolu olan İdare-i Hususiyenin hanın gelirlerine haciz koymasıyla son buldu,ve bu yolla dönemin İstanbul Patriği Naroyan Patriğin gelirleri alması yasaklandı.
Ateşkesten sonra yani 1920’den sonra han günün Patriği Zaven Patriğe geri verildi.O da hanı kiraya vererek gelirleri topladı.Daha sonra Patrik Vekili Aslanyan göreve devam etti,aynı şekilde 1927de Patrik seçilen Naroyan Patrik devam etti.Bu üç patriğe de saygısızlık olmaması için hiçbir resmi makam idare veya nezaret etmek için müdahale etmedi.
Ne yazık ki her üç Patrik de  Sanasaryanın bu kutsal vasiyetini yerine getirmek için bir şey düşünmedi.Yani geçmişte olduğu gibi önce Erzurum’da açılan  sonra kapatılarak  Sivas’a taşınan okulu,bu hanın gelirleriyle artık şart olduğu şekilde İstanbul’da açmayı.
Yaşlı okurlar geçmişe bir göz attıklarında Zaven Patriğin, Patrik Vekili Aslanyanın her tür fayda ve Hak elinde olan Patrik Naroyanın ilk yılda içinde bulduğu durumla bu günkü hali göz önüne alınınca,büyük bir ev kiralayıp,etrafta bulunan tüm fakir çocukları toplayıp ve onlara eğitim vermek çok kolay bir işti.Bunu yapmak için bir Patrik Ormanyan olmak gerekmezdi.
Hiç kimse bir ruhani vasiyetten, yasadan anlamaz diye itiraz etmemeli.Peki o dönemdeki üst düzey danışmanlara,büyük ve küçük avukatlar topluluğuna, tüccarlara, doktorlara, okul müdürlerine ne demeli ki tüm bunlar birbirlerine kenetlenmiş olarak çalıştılar ve Ruhani Mütevelliler etrafında bulundular.Kim bilir belki de Ruhani Mütevelliler  onların gösterdiği yolda yürüdüler.
Acaba Hayırseverin ruhu yerine çarşılı ruh mu, yoksa affairiste (şüpheci) insanların ruhu mu ağır bastı.Bu ruh hangi türden olursa olsun hiç bir zaman haklı olamaz.Bu yoksul Ermeni çocuklarına getirilen mahremiyettir. Hepimizin kalbi onların geleceğini kurtarmak için çarpar, elbette yasaların çizdiği sınırlar içerisinde hareket ederek.Bu unutkanlığın hüznü ne kadar da derin olsa,ozanın dediği şu deyimi bir şükran borcu olarak anımsamalıyız hem ağlayalım hem gidelim, hep beraber eleştirelim ve eleştirilelim. Büyük tarihçi Yeğişe’nin şu öğüdünü unutmamak gerek Birlikten iyilik, ayrılıktan kötülük doğar.
Şüphesiz yapılacak daha çok şey var. Onurlu bir şekilde yapılan hataları affetmek ve yayımlanan yasaları dikkatlice incelemek.İnsan ister istemez acaba bu davadan önce bu insanların bu yasalardan haberleri yok muydu? gibi bir şüpheye düşüyor.
Ç-Mahkeme devri 1928’de başladı. İdare-i Hususiye vasiyetin uygulanmasına müdahale ederek işe haciz koyarak,yani vakıf diğer sözcükle vasiyet edilmiş gelirlere el koydu.
Mütevellinin avukatı Necati Beyin Yargıtay’a sunduğu lahiyaların (raporların) matbu iki fasikülünde şunları okuyoruz:Sanasaryan Vakfı ile İstanbul Vilayeti İdare-i Hususiyesi arasında mütehaddis bulunan meni müdahele davasına ayiddir.müdehaleyi yasaklama adına dair davası.
Kararın bozulmasını rica eden Sanasaryan Vakfı namına  mütevellisi Ermeni Patriği Bay Mesrob Naroyan karşısında İstanbul Vilayeti İdare-i Hususiyesi.
Burada görülen şu ki haklının veya sorumlunun yerinde  bu davada,adı herkesin ağzında olan Sanasaryan Yönetim Kurulunun ne adı ne de yönetimi temsil eden bir şahıs var.Mütevelli ve İdare-i Hususiye karşı karşıyadırlar.
2.Asliye Hukuk Mahkemesinde verilen yararlı karar:Günün Mütevellisi Patrik Naroyan ki vasiyeti yürütme sorumluluğu ona devredilmişti.Hacz’e muhalif olur Tecavüz’ü engellemek ve Hacz’i kaldırtmak için Müdahalenin Menni isteğiyle karşı tarafa dava açar.
Bugünkü düşünceye göre dava açılacağına Ankaraya Başbakana müracaat edilerek bu haksız alımın önüne geçilebilir.hele İdare-i Hususiyeye açılan davadan önce asılsız bir kanıt üzerinde durularak Sanasaryan Han terkedilmiş bir eşya olarak gösterilebilirdi.İdari yol başarısız olursa,o zaman dava yoluna gidilebilirdi.
Karışık olaylarla dolu çok zor bir dava olur.Dava 3 mart 1932’de Patriğin lehine neticelenir.ama bu kazanç bir görüntüden ibaretti, temelinde kaybedilme vardı, bu kaybetme 5 yıl sonra 1937’de meydana çıktı.
Davanın en önemli bölümlerini olabildiğince özetleyerek her iki tarafın hem yukarıdaki hem aşağıdaki yargıçların görüşlerinin tümünün herkesin açıkça görebilmesini amaçlıyorum.
Buna göre herkesin şahsi görüşlerini önemsemek gerek.
İşte Asliye Hukukun verdiği kararın dikkat edilmesi gereken noktaları:
A-Şöyle ki Vakfiyenin Kapsamı yani Meşrutunlehi bir okul binası değil, ancak nesilden nesile devam edecek olan yoksul Ermeni Çocuklarınındır.
B-Okul tatil olunca Tatil Vukuunda gelir (hanın) Vakfiyede kaydı bulunan koşullar ve açıklamalara göre harcanır.Hasılatın şeraitı saharrere veçhile sarf olunması şart ve tasrih edilmesine nazaran.
C-Ne Meşrutunlehin devamı nedeniyle okulun bugün var olmaması Mütevellinin davasının bozulmasına neden olmaz.
Dava şu sözcüklerle sonuçlanır: Müdahalenin menni ile Haczın neticesi temyize kadar devamına.
Böylece hanın  yıllık geliri 8 yıl, yani dava süresince mahkeme tarafından el konuluyor.Asliyenin dediği gibi okul tatil olduğu sürece Vakfiyenin içinde gösterildiği gibi hanın gelirleri nerede ve ne için kullanılacağı bellidir (unutmayalım ki ikinci bir Meşrutunlehtir) ve eğer Sanasaryan okulu bir müddet kapanırsa, giderler çıktıktan sonra,toplanan tüm gelir mütevellinin elinde saklansın uygun bir mülk akar satın alınarak vakfın üzerine ilave edilsin ve vakf olarak o da icare-i vahideyle kiraya verilsin ve elde edilen saf kirayla eskiden yazılı olan şartlara göre kullanılsın ve harcansın….
Ve şayet Sanasaryan mektebinin bir müddet tatili vukuunda teraküm eden fazla gallenin cümlesi yedi mütevellide hıfz olunup münasib mülk akar iştira olunarak vakfı mezküre ilave ve zam ve vakf edilerek icarei vahideile yedi mütevelli icar oluna ve hasıl olan icarei safiyesi kelevel şeraiti muharrer vechile hare ve sarf oluna..
İşbu okuyucunun gördüğü gibi bu hayırseverin koyduğu şartlardır,kaldı ki 1920den 1928e kadar üç ruhani mütevelliler sırayla bu gelirleri tahsil ettiler mi?yanlarında sakladılar mı? Yoksa uygun bir mülk akar satın alarak başlangıç vakfın üzerine mi ilave ettiler ve bu yeni akarı da vakf ettiler mi? Etmediler mi?
Bilinen şu ki İstanbul’da Sanasaryan adıyla bir okul açılmadı, sözde tatil süresinde Sanasaryan Hanın geliriyle başka bir mülk akar satın alınmadı ve bu gelir hanın geliri gibi vakf olmadı.Asliyenin verdiği ve bu birinci karar hayırseverin arzusu dikkate alınmadığından devamlılığı uzun süreli olamazdı.
Yargıtay önünde: İdare-i Hususiye davayı kaybetmesi üzerine Divan kararı şu şekilde bozuyor.Herşeyden önce araştırılması gereken husus Erzurum’da Sanasaryan adıyla açılmış olan okul, kapandıktan sonra şimdi tekrar Sanasaryan adıyla açılmış olup geçmişte olduğu gibi Ermeni cemaatinin fakir çocuklarının içinde eğitim,meslek öğreten bir okul var mı? yok mu? Bu durumda, vaziyete göre problemi çözmek ve bitirmek gerekirdi,bu durum ihmal edilmiştir.3-5-1932.
Erzurumda Sanasaryan namı ile açılmış olan mekteb kapandıktan sonra elveym diyer mahalde yine sanasaryan namile açılarak deruninde Kadim Ermeni Milleti fukarayı etfaline ulum ve sanayi tedris edilmekte olan bir mektep bulunup bulunmadığının tahkiki ile tebeyyüz edecek hale göre meselenin hal ve intacı icab ederken bunun olunması 3-5-1932
Nedir bunun anlamı?Eğer elan herhangi bir yerde Sanasaryan adında bir okul varsa vakfın koşullarına uygun İdare-i hususiyenin müdahalesi bitmelidir,yersizdirEğer yoksa siz okuyucular düşünün.
Tekrar Asliyenin Önünde: Davacılar gelirler. Yüksek divanın verdiği kararla,davayı kazanmanın temel şartı,yasal prensibi ileride de bırakılmayacaktı,değiştirilmeyecekti. Böyle olmakla beraber Mütevellinin avukatları davayı 4-5 yıl sürdürdüler. Tüm anlaşmazlıkları tekrar ve tekrar bazen kararı bozdurdular, bazen yanlışları düzelttirmek için yargıtaya başvurdular. Mütevellinin durumunu, yönetim hakkını kurtarmak için canla, başla çalıştılar tüm bu çabaların önemi yoksul Ermeni çocukları içindi. Onlardan biri şöyle diyordu, yeni yasalar yayınlanmış olsa da hiçbir zaman mütevellinin hukukuna halel gelmeyecektir. Onların yüklendiği görev bu değil miydi? Peşinen de nihai olarak da karşılıklı sözleşmeyle bu görevi yerine getirmeyi kabul etmişlerdi.
Yargıtay’ın davaya gösterdiği yön yoksul Ermeni çocuklarıdır. Esas hak sahibi onlardır. Her ne kadar yeni yasalar çıkmış olsa da dava açmak bu hak sahibinindir. Kayıtları nefislerinde taakuz ettirecek Ermeni kadim fukarayı etfalinin müracaatına kadar, bu prensip üzerine şunu da ilave ederek hiç bir zaman şartı vaakifa helal gelemez ilkesiyle başka türlü bir yola girilemez. Mütavelli eğer vakf edenin şartını yani vasiyetini yerine getirmez ve mütevelli tarafından ihmal edilirse, bu ihmal ne Ermeni yoksul çocuklarının hakkını ne vasiyeti edenin şartını veya yürürlükte olan isteğini yok edemez.
Görülüyor ki mütevellinin avukatları Yargıtay’ın parmak bastığı ve istediği şartların hakiki olduğunu ikinci defa Asliyenin önüne koydular.
A-Sanasaryan Okulu Erzurum’dan Sivas’a daha sonra da İstanbul’a Getronagan Sanasaryan adıyla var oldu.
B-Getonagan-Sanasaryan okulunun öğrencilerinin bir kısmı Erzurum’dan nakledildi.
C-Bu okulun öğrencileri Sanasaryan hanın vakf olmuş geliriyle hem eğitiliyor, hem doyuruluyor.
Ama İdare-i Hususiye öne sürülen kanıtları yetersiz ve değersiz bulduğundan şu gerekçelerle karar verdi.
A-Getronagan’ın Sanasaryan Vakfı ile hiçbir bağı ve ilişkisi yoktur. Bilindiği gibi Sanasaryan Okulu 1881’de Erzurum’da, Getronagan ise 1886’da İstanbul’da açıldı.
B-Her ne kadar davanın başlangıcında İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğüne sunulan dilekçenin üzerinde Getronagan’ın yanın Sanasaryan Unvan’ı ilave edilmişse de bu adı taşımaya hakkı yoktur. Unvan hakkında verilen izin ise dava sırasında geri alınmıştır.
Bu nedenle bilinir ki hanın kiraları 1920’den 1928’e kadar tahsil edilmiş 1928’de Hacz’ın konulmasıyla tahsilât durmuştur. Geçen bu sekiz yıllık dönem içinde Getronagan-Sanasaryan birleşik adla bir okul var olmadı. Bu bileşik isim Hayırseverin arzusuna göre ne 1928’den evvel, ne Patrik Zaven ne de Patrik Vekili Aslanyan zamanında var olmadı. Bir vasiyeti veya bir borcu kendi amaçlarının dışında kullanmak virement yani amaç dışında kullanmak, görevi suistimal etmek büyük suçtur. Bu Avrupa’nın tüm yönetimleri tarafından şiddetle cezalandırılır.
C-Mütevelli ricasıyla ve birçok tanıkla vakf’ın gelirlerinin bir kısmının Getronagan’daki öğrencilere sarf edildiği ispat etmek istenmişse de, yasa böyle hakikatleri resmi belgelerle, tutulan yasal defterlerle kanıtlanması gerektiğini söyler.
Burada duralım: Hangi düşünceyle, sayman müdürlere, tacirler ve avukatlardan kurulu yönetim kurullarına sahip olan şehrin en yüksek Ermeni okulu, yasanın öngördüğü şekilde hesap veremesin. Aynı azab Patrikhane için de geçerlidir. Para hiçbir yasal kayıt olmadan hem burada, hem orada Mütevelli Patrik verir Getronagan da alır. Ne vahim bir durum.
Ama Ermenice gazete okuyan hiçbir okuyucunun çoğu kez Sanasaryan Hanın gelirinden toplu ödemeler yapılmış olduğunun okumamış olmasına imkân yoktur. Böyle bir yardım hukuki bir kanıt olabilir. Nedeni de yurdumuzun hem eski hem de yeni tüm Vakıf yasalarında hayırseverlik işlerine çok geniş yer verilmiş olmasıdır.
Esasatı Cariye adıyla kabul edilen prensiplere göre, Meşrutunleh durunca Vâkıfı ona benzer başka bir hayırseverlik için sürekli harcamalarını karşılayabilir.
O kabil müesseseyi hayriyenin masarifi dayimesi temin edilir. aynı şekilde şu sözler de var…ve mekteb talebesinin Sanasaryan envalinden infaz ve iaşe olunduğu hakkında davacı(mütevelli) vekilinin dermeyan eylediyi müddeiyatın kaydı resmile tespiti icap ed en hususattan olmasına nazaran şahid ile ispatına cevazı kanuni olmaması.
Fazla Parayı Faizlendirmek:  Olasılıktır ki bu telkin fazla’yı yurt dışına taşısın, başka bir telkin de yasal Meşrutunleh’e bağlanmış gelirleri mutlak fukaraya vermiş olsun, ancak insan kendi kendine şöyle sorabilir, eğer böyle büyük bir hayırseverlik yapılmışsa bunun kanıtları nerede?
Yasal kayıtların yokluğu feci bir durumdur. Mütevelli Patriğe karşı aşılan 380.000.-liralık ödeme davasında; eğer bu ödemeler yani Getronagan’a ve yoksullara verilen miktarlar gösterilebilseydi hem Patrik zor durumda kalmaz hem de ödemeler kanıtlanmış olurdu.
Dönelim Asliyeye: Asliye’nin 15-5-1935’te erdiği karar Patriğin aleyhine İdare-i Hususiyenin lehine oldu. Altı ay sonra 4-11-1935’te Yargıtay kararı onadı. İşte yargıtayın kararı.
Var olmamış Sanasaryan okulunun bir kısım yoksul Ermeni Çocuklarının Getronagan’a nakledilmiş olması eğer kanıtlanmış da olsa, buna göre salt nakliye işinin vakf edenin koşulunu gerçekleştirmiş sayılmaz. Bu hakikate (idda) bakarak vasiyeti yapanın şartına göre Sanasaryan adıyla yeni bir okulun açılmış olmasını onaylayan yasal kararlardan değildir.4-11-1935
Ve münderis Sanasaryan mektebinin bir kısım Ermeni fukarayi eftalinin Getronagan mektebine nakl olunduğu tahakkuk etse bile müherred bu nakil keyfiyetiyle şartı vaakifin tahakkuk etmiş olmayacağına göre bu iddia bir mucibi şartı vaakif Sanasaryan namı ile yeniden bir mekteb açılmış olduğunu isbat eder delaili kanuniyeden madud görülmemiştir.4-11-1935
1341(1925)yılında Efkaf Bütçe Kanunu ve bir 4. madde: Sanasaryan adlı bir okulun yokluğuna acaba ülkede her hangi bir resmi daire müdahale etmeyecek miydi?
Böyle kendinden emin bir inancın süresi 1341(1925)’e kadardı ki bu tarih medreseleri kapatma yasasını taşıyan tarihtir.
Efkaf Bütçe Kanunu denen yasa ve altı satırdan teşekkül eden meşhur 4üncü maddesi, yeni bir yasayla Mayıs 1327(1911) tarihli eski vakıf yasasıyla birleştirilmiştir. Bu sonuncunun anlamı şudur; bir ibadethane, okul, hastane ve buna benzer hayrat denilen binalar artık işe yaramaz hale gelince gerçek veya tek yasayla, kendi yararlı faaliyetlerini gösteremezse, onlara el konulabilir, para karşılığı satılabilir ve ele geçirilen para bu yolda çalışan başka kuruluşlara harcanabilir. Unutmamak gerek ki her hayratın bir gelir kaynağı yani bir hanı, bir evi vs..vardır ve bunların bakımı sayesinde hayrat yaşar.Ama gelir kaynağı da vakf olduğundan,bu yaratıcılığın niyeti hayratı yaşatmaz hale getirir.
Şu ayrıntıları da hatırlayalım: Hatırlandığı üzere Mayıs 1327(1911) tarihli yasa mazbut denilen vakıflara aitti, başka bir tanıtımla aynile intifa olunan binaların,bunları ibadethane medrese-okul ,hastane vs..bunlardan salt fayda sağlanılabilirdi.
Bunlara karşı Mülhak Vakıflar var. Sanasaryan Vakfı bunlardan biridir. Buna göre Sanasaryan hanı gelir varidat kaynağı, gelir getiren bir menbadır ki, ibadethane, okul gibi benzeri binaları değil, ayanı insaniye denilen bir meşrutunleh’tir ve bu Ermeni yoksul çocukları hem eğitim hem meslek öğretme işidir. Ama bu öyle bir iş ki bir müddet durabilir, kesintiye uğrayabilir, ama hiçbir zaman binaya benzetilerek, işe yaramaz nihayet ölmüş gibi görülemez yani müstağnaanha, fevt olmuş.
Bu iki yasanın birleşimi şu problemi ortaya çıkarıyor. Acaba Sanasaryan Hanı kendi geliriyle 4üncü maddeye tabii oldu mu? Olmadı mı?
Madde 4-.Maksadı tesisler ile mahalli sarfları tedris ve talim ve terbiye olarak kalan vakıf mebani ile vakıf arsaların idare ve nezareti meşrutunlehlerinin mahiyetine göre masrif vekaletile idare-i hususiyelere tevdi ve bu kabil evkaf hakkında Mayıs 1327(1911) tarihli kanunun ahkâmı Maarif ve Dâhiliye Vekâletince de tatbik olunur.
Bu hususta yargıtayın verdiği karar: Sözü geçen Sanasaryan han, kalmış O vakıf binalarından biridir, bunun gelirlerinin harcanılacak sahası Mahalli Sarfları eğitmek ve terbiye etmektir. Mayıs 1327 yasası ile birleştirilmiş ve 1341 sayılı evkaf bütçe yasasının 5inci maddesinin neticesine göre bu han da 5inci maddeye tabi oluyor, nedeni ise meşrutunleh hiç olmamış ve hayali fevt’e dönmüştür, bu nedenle vakfiyenin içinde anılan buna benzer durumlara göre idare ve nezaret hakları yasaya etki hakkı İdare-i Hususiyeye teslim edilmiştir.(tevdi)
Mütevellinin yaptığı asılsız aitiraz ki 4üncü madde yalnız metruk bırakılmış okullara ve medreselere aittir, şahıs bu mülkü bina olarak kullanabilir; Aynile İntifa Olunan Vakfı Mebani ama bu Vakf Binası o vakfa benzemez ki bunların gelirlerinden insan faydalanabilsin.4-11-1935
Müddeabih han gibi mahalli, sarfları tedris ve talim ve terbiye olarak kalan vakf mebani dahi mezkür 4üncü maddei kanuniye hükmü dâhilinde kalmış ve meşrutunlehi münderis ve fevt olduğu cihetle meşrutunlehinin vakfiyede zikr olunan nevine göre irare ve nezareti nezareti kanunen idare-i hususiyeye tevdi edilmiş olmasına nazaran ve 4üncü maddenin yalınız aynile intifa olunan metruk mekteb ve medreseler gibi vakıflar hakkında kabili tatbik olup bu gibi varidat ile ihtifa olunan akarata şamil olmadığına mütealik olarak serdedilen itiraz dahi varid görülmemiştir.
Biliniyor ki 4üncü madde 1925’te yasa oldu. Bütçe yasasının bir bölümü olarak her yıl tekrarlanarak yürürlükte kaldı, ama 1932’den sonra tekrarı durdu ve böylece yasa olma durumu bu tarihten sonra bitmiş oldu. Bu hakikat yeni davada unutulmamalıdır.
Binanın Mülkiyet Problemi: Mütevellinin avukatları görülen davanın hatalarını görerek, davanın tekrar görülerek bu hataların düzeltilmesini istediler. Ama tekrar Asliye 15-05-1935 tarihli kararın temeli üzer, ne ısrar ederek 7-1-1936’da ısrar kararıyla dava yargıtay’da kurultayın yani Heyet-i Umumiyenin önüne çıkarıldı. Son karardan önce önemli bir bölümü açıklamak gerek. Davanın tüm evrelerinde yapılan tartışmalarda Mütevelli avukatlarının öne sürdükleri kanıt şuydu.4üncü maddede, Mazbut ve Mülhak Vakıflar arasında ayrıcalık amacı var olsaydı bu her iki vakıfların yönetim hakkı idare hakkı Milli Eğitim Bakanlığına ve İdare-i Hususiyeye göre esas Meşrutunlehin idare sözcüğünün arkasına nezaret, kontrol sözcükleri ilave edilmemeliydi. Avukatlar bu önerileriyle resmi gözetim hakkını Mülhak olan Sanasaryan Vakfı üzerinde Mütevelli Patriğin yönetim hakkının bulunulmasıydı. Hâlbuki İdare-i Hususiye İdareci hakkı ile de yetinmeyerek Müzaffere Tapu Müdürlüğüne resmi bir yazı göndererek Tapuda Sanasaryan hanın Vakfı Tüzel(hükmi şahıs) kişi adına yazılmıştır, bu adın kendi adına çevrilmesi ve kaydedilmesi istenildi.
İşte davada tüm kapanan kapıların kuruldayda verdiği kısa karar.
Dermeyan olunan itirazların cümlesi temyizen tetkik olunduğundan başkaca tetkik edilecek mesele kalmadığından Temyiz kararının tasdikine ve tashihi karar istidasının reddine karar verildi.
II. Kısım
Hak Sahibi Olanlar:
Patrik için artık tüm dava açma kapıları kapanmıştı ama bu Ermeni yoksul çocukları için denilemez. Eğer bir Mütevelli kendine teslim edilmiş olan Vakfın üzerinde bulunan İdareci hakkını kaybetmişse, bu demek değildir ki yoksul Ermeni çocuklarının Vakf’tan faydalanma haklarını da kaybetmiş olurlar. Bu birbirinden ayrı ve bağımsız haklardır. Vasiyet şartlarında Tenfiz Memuru Vasiyetçi ne ise, Vakfın Mütevellisi de aynısıdır. Hak Sahibinin hakkını kaybettiremezler.
Vakıflar Kanununun 5-6-1935 tarihinde yayınlanan yasanın 23üncü maddesine göre ki bugün de bu yasa yürürlükte, Mütevelliler, Vakıfların temsilcileridirler(Mümessil) ama aynı yasanın 33üncü maddesine göre onların görevden alınmasına gösterilen neden vakıf gelirlerini vakfiyedeki şartlar ve muayen salahiyetler dışında sarf etmesi şartı Mütevellinin sorumluluğunu ve vakfında zarar verecek yolda vazifesinde kayıdsızlığı tümcesi birçok ayrıntıyı akla getiriyor. Buna karşılık da Israr Kararı’nın içindeki şu ustalık hatırlanmalı Hanın tedirs ve talim maksadı ile Vakf edilmiş olmasının Meşrutunleh münderis Hayali( Yalan) olsun olmasın hanın bütçe kanununun mutlakiyetine binaen doğrudan doğruya İdare-i Hususiye intikalını istilzam edeceyine anlamıyla yapılan ustalık Mütavellinin sorumluluğunu yasaklıyor, buna göre sorumlu Bütçe Kanunuymuş! 
Bu karar kesin olarak kanunen idare hakkı nez edilmiş tümcesi de ilave ediliyor. Yalnız şu var ki ne birinci ne de ikinci şartta Meşrutunleh olan yoksul Ermeni çocuklarının üzerinden eğitim ve meslek öğrenme hakkı Mütevellinin görevini yapmama veya 1925’te belirlenen 4üncü maddenin mahrumiyet kuvveti ile bu hakları kaldırılmamıştır.
Gerçek şu ki İdare-i Hususiyenin yalnız bir iradı anımsanmıyor kontrol halinde %5 ve Emaneten yönetilince %10 irad olarak gerçekleşecek.
Unutulmamalı ki Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisinde hiçbir zaman şartı vaakife halel gelmeyecektir denmişti.
Kim Dava Açmalı: Vakıflar Kanununun 40. maddesi derki: Bir Mülhak Vakıftan faydalananlar Mülhak Vakıflardan intifa edenler bundan yararlanmak için dava açabilirler. Öyle ki Sanasaryan Vakfı Mülhak’tır.40.madde yoksul Ermeni çocukların okullarının tekrar açılmasını talep etmek için yapılan bir davettir ve kendilerine karşı açılmış olan davanın mürur zaman engeli de kullanılamaz, çünkü hak sahibi olan Meşrutunleh’in nesilden nesile, gün be gün doğarak durmaksızın bir devamlılığı vardır. Öyle bir hak ki Asliye mahkemesi de demişti ki Müteselsilen devam eden Ermeni Fukarayi Eftalıdır.
Öyleyse okul çağına gelmiş olan tüm yoksul Ermeni çocuğu dava açma hakkına sahip ancak kendisi yaşça küçük olduğundan bu iş ebeveyninin yani anne ve babasının aracılığıyla olmalı. Yasa şöyle der: Velayet altındaki çocuk ehliyet itibarıyla vesayet altındaki kimse gibidir.
Dört çocuğun babası veya annesi yoksul çocuğunun velisi olarak dava açmaya yeter. Ancak bunlardan birinin yuva, birinin ilköğretim, birinin ortaöğretim diğerinin lise öğrencisi olması gerekir.
Kime Karşı Dava Açılmalı: Şüphesiz Sanasaryan okulunu yaşama bağlamak nedeniyle Yaşamaya Meşrut gelir kaynağına zilyet bulunan (gelir kapısına el koyan)  kimseye yani İdare-i hususiyeye.
Mahlül:Hanın binası ve ondan elde edilen gelir sahipsiz sözcüğü bile olamaz. Bugün toplanmış olan meblağ en azından 180.000.-liradır. Yeter ki Yoksul Ermeni çocukları adına İdare-i Hususiyeye karşı bir İstihkak Davası açılsın. Yukarıda dediğimiz gibi Sanasaryan okulunun tekrar açılmasına karar verilsin, mahkûmiyeti kaldırılsın, yasanın dediği gibi Vasiyeti halinde Mansup mirasçı olan yoksul Ermeni çocuklara bildirilerle davet ederek ki bunların sayısı yüzleri bulur, ivedilikle sıfatlarını kanıtlayacaklardır. Eğer Vasilerin ebeveynleri çocuklarının haklarını mahkemeden istemezlerse işte o zaman Mahlül tehlikesi başgösterecektir.
Sanasaryan Hanın Mülkiyeti Problemi: Bu han Tapu Defterinde Sanasaryan Vakfı adına kaydedilmiştir.Vakıf da bir Hükmü Şahsiyettir.Tüzel kişi ki et ve kemiği olan bir şahıs gibi bir binaya sahip olabilir,alacağı ve vereceği olabilir vs…..Mütevelliye gelince ona da Evkaf İdaresi bir Belge vermiştir.Demek ki Mütevelli Hanın sahibi değildir.Benim ücra bir köşeden işittiğime göre Vakıflar Umum Müdürlüğü tarafından bir avukat Sanasaryan Vakfı davasında sözde hak sahibi olarak İdare-i hususiyeye karşı dava açmak istiyor ama hem Evkaf hem de valiliğin itirazı üzerine önceden yapılmış bir anlaşmaya göre her iki taraf arasında doğan ve doğacak olan tartışmaya karşı iki tarafın rızasıyla seçilen bir hakem kuruluna başvurulacağı belirlendiğinden oluşturulan bu hakem heyetine başvuruluyor..
Mevkii ve Rolü: Bu durum karşısında sorulması gereken şu, Eğitime ve mesleğe özlemi olan yoksul Ermeni çocukları ki, kendilerine miras kalan bir hanın gelirinden faydalanma hakları var, şimdi ne yapmalılar. Ellerini katlayarak oturup beklemeli midirler. bu durum 1920’den bugüne kadar devam ediyor. Acaba ne gibi bir fayda sağlandı, HİÇ. Evkafın iyi niyetliliğinden nasıl bir fayda beklenebilir.
Gözetime göre müdahale eden Evkaf ve Varis olan Ermeni çocuğunun yasaya göre ayrı mevkii ve rolleri var. Birincisi salt yönetir, ikincisi ise haklarını kullanmak ister. Ermeni çocuklarının bu hakkını nihai olumlu bir karara bağlamak mı mühim yoksa bir yöneticinin hakkını tanımasını beklemek mi? Bu gerçek olmayan durum 19 yıldır devam ediyor, artık yeter.
Soylu ve Vicdan Sahibi Olanlara Çağrı:  Ben;eğitime çok önem veren bir Yeğyantz’ın ve hayırsever Sanasaryanın fikir birliğiyle yaratılan bu insancıl işin daha sonra kötü bir şekilde çözülüşünü gözler önüne sermek istedim.Bu örnekten esinlenerek,siz İstanbullu genç ve yaşlı avukatlar,genç ve yaşlı varlıklılar bu amacın etrafında birleşin.yurdun yasalarıyla davanın kararını değiştirecek bir karar almak,bu hayırsever işi yeniden yapılaştırmak ve kritik olan bu girişim ne çok akıl yorgunluğu ne de çok harcama ister.Verilen en küçük yardım,verilen en küçük hukuki fikir nesilden nesile takdisle anılacak.Bir araştırmaya,dava ve avukatlık harcamaları için 20 liralık bir yardım da eklemek istiyorum.Burada asil,adil ve cesur bir avukat veya avukatlar gurubu yok mudur ki birleşip bu davayı üstlenerek yardıma muhtaç çocuklara destek olsunlar.
Paris Hukuk Fakültelerinden
        
Eski Avukat
Hovhannes Şahnazar

Yorumlar kapatıldı.