İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Soykırımı inkâr ve Fransa’ya hücûm!..

Recep Maraşlı
Fransız Ulusal Meclisi’nde 22 Aralık 2011 günü kabul edilen ve kısaca “Fransa’nın yasayla tanıdığı soykırım suçlarının kamuoyu önünde övülmesi, savunulması ya da inkârını” yasaklayan yasaya, Türkiye resmi düzeyde öylesine ölçüsüz bir tepki gösteriyor ki… Tabii ki Perinçek ve Kerinçsiz’in gibilerin eksikliği yine de belli oluyor! …  (Recep Bey merak etmeyin eksikliği doldurmaya aday çok.  HYETERT).
Yasal Dayanak. Fransa’da, 1990 yılında çıkarılan ve Gayssot Yasası olarak bilinen bir yasa ile Nazilerin Yahudilere uyguladığı Holocaust’u inkar etmek suç sayılmaktadır. Bu yasanın 9. Maddesi 1945 tarihli Londra Antlaşması ile kurulan Nürnberg Uluslararası Askeri Mahkemesi’nin kuruluş gerekçesine atıf yapmakta. “İnsanlığa karşı işlenmiş” suçların başında soykırımı tanımlayan, bununla beraber sivillere karşı uygulanan cinayet, katliam, köleleştirme, göç ettirme (meşhur “Tehcir” meselesi), işkence vb. gibi insanlık dışı davranışları” yargılayan bu Mahkeme “insanlığa karşı işlenmiş suçların inkârını” da suç sayarak cezalandırmıştı.Bu hukuksal referanslara dayanan Gayssot yasası soykırımın inkar edilmesini, soykırım suçunun bir unsuru olarak değerlendiriyor. Ayrıca “ırkçılıkla mücadele” kapsamında değerlendirilen Gayssot benzeri yasalar yalnız Fransa’da değil Almanya, Avusturya, Belçika, İspanya, İsviçre, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Romanya, Slovakya, Litvanyagibi birçok Avrupa ülkesinde de yürürlüktedir.AB içinde de hiçbir kurum ve hukuksal platformda bu yasaların düşünce özgürlüğüyle, çeliştiği eleştirisi yapılmadı. Aksine bu tip önlemlerin, AB içinde giderek yaygın bir önlem haline gelmesi söz konusu… Sonuç olarak; Parlamentoların, Soykırımı inkar eden yasalar çıkararak, gerçekte soykırım suçuyla ve onun sonuçlarından faydalanan rejimlerle mücadele edebileceği düşünülebilir mi? Bunun çok daha köklü yaptırım ve değişimlere ihtiyaç duyduğu açıktır. Hele düşünce, tartışma ve bilim özgürlüğünü sınırlayacak önlemlerle bu mümkün değildir. Bu anlayışa uygun bir biçimde, en azından, soykırım kurbanlarının ırkçı sataşma ve saldırganlıklar karşısında cılız da olsa bir yasal sığınağa sahip olmaları, manevi bir desteğe sahip olmaları ise az şey değildir.

********************
 Fransız Ulusal Meclisi’nde 22 Aralık 2011 günü kabul edilen ve kısaca “Fransa’nın yasayla tanıdığı soykırım suçlarının kamuoyu önünde övülmesi, savunulması ya da inkârını” yasaklayan yasaya, Türkiye resmi düzeyde öylesine ölçüsüz bir tepki gösteriyor ki; 1999’da Öcalan Roma’da misafir edildiğinde, Türkiye’deki cahil kalabalıkların İtalya’dan ithal edilen portakalların üzerinde tepindikleri millî histeri günlerine geri dönüldü adeta. AKP ile hiçbir konuda bir araya gelemeyen CHP ve MHP bu konuda kutsal milli ittifak kurmada bir an bile gecikmediler. Tabii ki Perinçek ve Kerinçsiz’in gibilerin eksikliği yine de belli oluyor!
Bütün bunlara çoğu liberal, demokrat ve sosyalist aydından örtülü bir onay gelmesi Türkiye’nin düşünce iklimini göstermesi bakımından oldukça öğretici. Onlar da Fransa parlamentosunun kötü bir şey yaptığını, en azından üzerine vazife olmayan bir işe soyunduğuna iman etmiş olmakla beraber, meselenin içeride kendi aramızda halledilmesi gerektiğine vurgu yaparak diğerlerinden ayrılıyorlar.
Fransa’nın elinin temiz olmadığı, öncelikle başta Cezayir olmak üzere sömürgelerinde işlediği insanlık suçlarıni temizlemesi gerektiği; Sarkozy yönetiminin seçim yatırımı yaptığı ve Ermeni oylarını avlamak için bu yasayı gündeme getirdiği söylemleri de en çok dile getirilen argümanlar.
Yasa, 1915 soykırımın tanınması için mücadele eden aydın ve insan hakları savunucuları arasında da bölünme yaratmış durumda. Çok küçük bir azınlık Fransa’daki yasal düzenlemenin haklılığını savunuyor; diğerleri bu tür girişimlerin Türkiye’deki tarihle yüzleşme mücadelesini zora sokacağını, düşünce özgürlüğü ve sorunun tartışılması bağlamında ulusalcı ve inkarcıların eline büyük koz vereceği endişesini dile getiriyorlar.
AİHM’de birçok dava takip eden bir hukukçu, “bu yasa AİHM’den döner!” diye köşe yazısı yazabiliyor. “Voltaire’in ülkesine yakışmadı” denebiliyor. Bir başkası “dünyada eşi benzeri görülmemiş bir yasa!” diyebiliyor. Ve sağdan sola herkes “çifte standart”tan bahsediyor!
Sorun, bu alanda hem kendileri çile çekmiş, hem de tutarlı davranabilmiş aydınlardaki özensizlik, dahası resmi tezlere kendi cephelerinden destek çıkmaları.
Doğruca söyleyeyim:
Ermeni soykırımının da inkar edilmesini cezalandıran bir yasa kabul ederek Fransız Parlamentosu çifte standartlı davranmamış, aksine çifte standartlı olabilecek bir ayrımcılığın önüne geçmiştir
– Fransız Parlamentosu bu yasayla “tarihi konularda belirleyici bir karar mercii” gibi davranmamış, tam tersine Parlamentoların asıl işi olan hukuksal ve siyasal bir karar almıştır.
– Bu yasayla, “eşi benzeri görülmemiş özel” bir karar alınmış olmuyor, zaten yürürlükte olan ve Gayssot olarak bilinen yasaların Ermeni soykırımı da dahil Fransa’nın resmi olarak tanıdığı tüm soykırım suçlarını da kapsayacak biçimde genişletilmesine karar vermiş oluyor.
– Fransız Parlamentosu bu yasayla, Türklerle Ermeniler ya da Türkiye ile Ermenistan’ı ilgilendiren bir meseleye karışmış olmuyor, Fransa’da yaşayan soykırım mağduru kendi vatandaşlarının haklarını korumuş oluyor. Evrensel insan haklarını ilgilendiren bir adım atmış oluyor.
– Fransız Parlamentosu’nun çıkardığı bu yasa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) kıstasları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları ile çelişmiyor; tersine AB Çerçeve Yönergesine uygun olarak hazırlanmış bir metin.
Boyer Yasası…
Üzerine çok konuşulan, çok fırtına kopartılan şeylerin hakkında çok az şey bilinmesi Türkiye’nin tartışma üslubu ve gündemine ilişkin bir özellik olsa gerek. “Ermeni soykırımının inkarını cezalandıran yasa”da aslında tek kelime ile bile Ermeni soykırımından bahsedilmiyor; özel bir vurgu yapılmıyor. “Fransa’nın yasayla tanıdığı soykırım suçları”deniyor. Böylece başta Holokost olmak üzere, 2001 yılında Parlamentoda kabul edilen Ermeni soykırımı; Lahey Yüksek Adalet Divanında “soykırım” olarak kabul edilen Ruanda ve Bosna gibi örnekler dahil pek çok olgu bu tanımın içine girmiş olmakta. Yasa sadece “inkar etmeyi” değil “soykırım suçlarının kamuoyu önünde övülmesi, savunulması ya da inkârını” birlikte tanımlıyor. Bu haliyle yasanın amacı ve kapsamı daha iyi anlaşılmaktadır.
Oysa tartışmalar oldukça basitleştirilmiş, popüler söylemler üzerinden yürütülmekte. Tasarının iktidardaki muhafazakar ve muhalefetteki sosyalist partinin desteğini aldığını; yasa taslağını hazırlayan Bayan Boyer’in ise Cezayir vurgusunu yapmaktan hoşlananların hoşuna gitmeyecek biçimde aslen Cezayirli olduğunu belirtmekte fayda var.
Türkiye’nin en yetkili ağızlardan ifade ettiği tehdit, şantaj, böbürlenme ve yiğitlenmelerine rağmen Fransa Ulusal Meclisi’nden sonra Senato’nun da kendi iç hukukundaki bu düzenlemeyi tamamlayacağını umuyorum. Yoksa Türkiye’nin masaya sürdüğü rüşvet ve pazarlık malzemeleri (Kürt meselesinde hep yapıldığı gibi) bu halkların haklarının feda edilmesine gerekçe yapılırsa, asıl o zaman hukuk ve adalet yaralanmış olur.
Soykırımı inkarı yasasının hukuksal dayanakları
Fransa’da, 1990 yılında çıkarılan ve Gayssot Yasası olarak bilinen bir yasa ile Nazilerin Yahudilere uyguladığı Holocaust’u inkar etmek suç sayılmaktadır. Bu yasanın 9. Maddesi 1945 tarihli Londra Antlaşması ile kurulan Nürnberg Uluslararası Askeri Mahkemesi’nin kuruluş gerekçesine atıf yapmakta. “İnsanlığa karşı işlenmiş” suçların başında soykırımı tanımlayan, bununla beraber sivillere karşı uygulanan cinayet, katliam, köleleştirme, göç ettirme (meşhur “Tehcir” meselesi), işkence vb. gibi insanlık dışı davranışları” yargılayan bu Mahkeme “insanlığa karşı işlenmiş suçların inkârını” da suç sayarak cezalandırmıştı.
Bu hukuksal referanslara dayanan Gayssot yasası soykırımın inkar edilmesini, soykırım suçunun bir unsuru olarak değerlendiriyor. Ayrıca “ırkçılıkla mücadele” kapsamında değerlendirilen Gayssot benzeri yasalar yalnız Fransa’da değil Almanya, Avusturya, Belçika, İspanya, İsviçre, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Romanya, Slovakya, Litvanyagibi birçok Avrupa ülkesinde de yürürlüktedir.
AB içinde de hiçbir kurum ve hukuksal platformda bu yasaların düşünce özgürlüğüyle, çeliştiği eleştirisi yapılmadı. Aksine bu tip önlemlerin, AB içinde giderek yaygın bir önlem haline gelmesi söz konusu.
Uygulamada örnekler…
Örneğin Almanya Parlamentosu da 2005 yılında Ermeni soykırımını farklı bir tarzla da olsa kabul eden bir yasayı onayladı. Gayssot yasalarının geçerli olduğu bu ülkede, soykırımının inkarının 1915’e uygulanması özel bir yasa çıkarılarak değil ama Yüksek Mahkeme’nin içtihadıyla farklı bir yolla çözüldü. Mart ayında “Berlin’de Büyük Talat Paşa Harakatı” adıyla Kızılelma Koalisyonu [ki çoğunluğu şu anda Ergenekon davası sanıkları olarak yargılanmaktadır] bir gövde gösterisi düzenlemek isteyince, Temyiz Mahkemesi bu yürüyüşün ancak soykırımı inkar eden pankartlar taşınmaması, konuşmalar yapılmaması koşuluyla serbest bıraktı.
İsviçre’de 1915’le ilgili özel bir yasa bulunmamasına rağmen burada hukuki içtihad yoluyla Gayssot yasaları 1915 için de uygulanmaktadır. Perinçek hakkında açılan davanın hukuki dayanağı buydu.
Fransa’nın 1915 Soykırımını parlamentoda resmen tanımasından sonra Gayssot yasalarının Ermeni soykırımı için de genişletilmesi doğal hukuki bir süreçtir. Tersine, ortada hem 1915 soykırımın resmen tanınması, hem de Holocaust’un inkarını suç sayan yasa bulundukça, bunun Ermeni soykırımı için de uygulanmaması çifte standart ve ayrımcılık olurdu. Bu iki olguyu da kabul eden ülkeler, kendi sistemlerine uygun olarak bir biçimde bu sorunu çözmek zorundalar.
İfade özgürlüğü meselesi…
Düşünce özgürlüğünün tarifi ve sınırları konusunda farklı ölçütlerin bulunması doğal. Fakat, şimdiki tartışmayı bu arkadaşların AB düşünce özgürlüğü ve hukuk normlarını “referans” aldıklarını varsayarak yapacağım. Zira bütün bu tartışmalar içinde AB’nin sahip olduğu genel hukuki normları değil, sadece Fransız parlamentosunun bu kararını “özel” bir durum sayarak eleştiri konusu yaptılar.
Yaklaşık 22 yıldır yürürlükte olan Gayssot hakkında bu yasaların Avrupa düşünce özgürlüğü kriterleriyle çeliştiği yönünde, ne resmi olarak Türkiye’den, ne de bugünkü aydınlarımızdan şimdiye kadar herhangi bir eleştiri gelmedi. Ta ki, bu yasanın Ermeni soykırımı ile ilgili olarak da kullanılmasına kadar. Buradan anlamamız gereken şey, yanlış olanın bu yasaların değil, Ermeni soykırımının tanınması olduğu mudur?
Yahudi soykırımını inkâr ve ırkçı söylemleri nedeniyle 1992’de Almanya’da hapis cezasına mahkûm edilen eski Nazi subayı Otto Ernst Remer; Almanya’nın ifade özgürlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle AİHM’e başvurdu. Mahkeme 6 Eylül 1995 tarihli kararında Remer’in başvurusunu reddetti. AİHM,nefret söylemleri gibi Holocaust’u inkârı da “hak ve özgürlüklerin yok edilmesine yönelik bir eylem” olarak değerlendirdi.
Gayssot yasalarının da “düşünce özgürlüğünü” sınırladığını, Holocaust’u inkar etmenin de bir düşünce olduğu, Nazi’lerin de düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü savunmak mümkündür. O zaman bir tutarlılıktan bahsedilebilir. Tabi, “Gayssot yasalarını eleştirmek neden Ermeni soykırımı tartışıldığı zaman gündeminize girdi?” sorusuna da ahlaki bir cevap bulabilmek şartıyla…
Hem 1915 soykırımını tanıyan, hem düşünce ve ifade özgürlüğünde AB normlarını esas alan, hem de Fransa’daki yasaya karşı çıkan aydınlarımızın içine düştükleri bu tutarsızlığı çözmeleri gerekmiyor mu?
Cezayir meselesi…([1])
Fransa’nın öncelikle kendi elini temizlemesi, örneğin Cezayir’de uyguladığı insanlık suçlarının hesabını verip sonra Türkiye’ye ders vermesini söylemek; bana oldukça gayri-ahlaki geliyor. Siz madem Fransa’nın Cezayir’de insanlık suçları işlediğine kaniyseniz bunun kararlı takipçisi olmanız beklenir. Başka hiçbir zaman hiçbir biçimde sorun yapmayıp sadece Ermeni soykırımı tartışıldığında “ama sizin elinizde de Cezayir kanı var” diye bir tehdit olarak gündeme getiriyorsanız, bu açıkça “sen bizim pisliğimizi eşeleme, biz de senin pisliğini eşelemeyelim” diyerek insanlık suçlarını kirli bir pazarlık konusu haline getirmektir. Türkiye aynı yaklaşımı 1915 soykırımını tartışan her ülke için gösteriyor; Örneğin en sıkı ittifakı ABD ile yürütürken aklına gelmeyen “Kızılderili soykırımı” Ermeni soykırımı tartışıldığı anda ortaya atılıp, iş bitince de unutuluveriliyor!
“Başkaları karışmasın” meselesi…
Dünyanın değişik parlamentolarında gündeme gelen bu tür yasaların, Ermenilerle Türkler arasındaki soykırım ve diğer sorunların çözümüne yardımcı olamayacağı, taraflardaki karşı uçları güçlendirip, gerginliği artıracağı, “üçüncü” ülkelerin bu tür karışmalar yapmaması gerektiği görüşleri de oldukça tutarsız.
Elbette soykırımdan kaynaklanan sorunlar nihai olarak fail ve mağdur konumundaki bütün toplumlar tarafından ortaklaşa tedavi edilebilir. Yoksa bu yara ilelebet kanayıp gidecektir…
Ne ki soykırımı, tehciri, etnik arındırma politikalarını adı üzerinde “insanlığa karşı işlenmiş suçlar!” olarak tarif ettikten sonra, başka “insanların” bu işe karışmamasını, müdahil olmamasını istemek sadece saçmalıktır. Soykırım sadece bir etnik grubu hedef alır ama aslen bütün insanlığa karşı işlenen bir suç, ağır bir tehdittir! Bir cinayetin sadece katille mağdur arasında bir sorun olduğunu, başkalarının karışmaması gerektiğini söylemek gibi bir şeydir bu. O halde, bu aydınlarımız neden AB kriterlerinden, dünya insanlık ailesinden bahsederler? Neden Türkiye’de işkence ve haksız yargılamalara karşı AİHM’e başvururlar? Neden uluslar arası sözleşmelere referans yaparlar? Soykırımı sadece, Ermeni ve Türk hükümetini ilgilendiren bir sorun olarak tarif etmek hangi entellektüelin işi olabilir?
Diaspora meselesi…
Başka insanları da bir yana bırakalım; soykırım ve sürgünün doğrudan mağduru olarak dünyanın dört bir yanına savrulmuş Ermeni, Asuri, Süryani, Pontuslu vd. toplumlar bu tartışmanın asli muhataplarıdır. Onlara “siz bu işin dışında durun, bulunduğunuz ülkelerde bu işin mücadelesini yapmayın” diyebilmek “Kendi koşullarınızı sorgulamayın, başınıza gelenleri kabullenin” demek değil midir?
“Diaspora” kavramını şeytanlaştırarak, onunla uzlaşılmaz, konuşulmaz, kötücül bir anlam yüklemek; tam da ana vatanlarından bin bir acı ve zulümle kopartılarak tarihsel haksızlığın doğrudan kurbanı olan bu toplumları bir daha mahkum etmek anlamına gelir. “Kırıldınız, sürüldünüz, başka ülkelere saçıldınız, diaspora haline geldiniz, kendi başınıza gelenler ve kimliğinizle ilgili söz ve karar sahibi olma hakkını kaybettiniz!” Akıl ve vicdan bunun neresinde?
Seçim yatırımı meselesi…
Parlamentolar bu tür yasaları görüştüğünde en bildik eleştirilerin başında ise “bunun bir seçim yatırımı” olduğu; “birkaç yüz bin Ermeni seçmenin oyu uğruna” Türkiye’nin feda edildiği söylemleri gelir. Bu eleştiriler, yasayla yapılmak istenenler konusunda aslında “samimi olunmadığı” ile, oy hesaplarının Türkiye’den gelecek daha büyük çıkarların önüne geçmemesi gerektiği gibi bir tehdit imasını birlikte barındırır.
Bir parlamentonun varlık nedeni seçmenleri değil midir; Parlamentoların, siyasal partilerin, hükümetlerin kendi seçmen kitlelerin taleplerini, duyarlılıklarını dikkate almasından onları yasal düzenlemelere yansıtmaya çalışmasından daha doğal ne olabilir? Eğer Fransız Parlamentosundaki siyasi partiler sayıları ne kadar az veya çok olursa olsun Ermeni kökenli seçmenlerinin taleplerini, ihtiyaçlarını dikkate alarak bir yasal düzenlemeyi, -hem de Türkiye gibi müttefik bir devletin kaba tehdit ve şantajlarına da aldırış etmeksizin- yapabiliyorsa demokrasi iyi işliyor demektir. Yeter ki hakkaniyete, adalete uygun olsun. Doğrusu bir Parlamentoyu seçmenlerini dikkate aldığı, onların oylarını önemsediği için eleştirmek akla ziyan bir buluş…
Onlar az biz çoğuz meselesi…
Fransız Parlamentosunda 22 Aralık günü yapılan oylamada Türk kökenli Fransız yurttaşları da Parlamento önünde tasarı aleyhine gösteri yapmaktaydılar. Türk medyasında ise bu durum normal demokratik bir gösteri olarak değil de şu başlıklarla verilmişti; “İçeride 50 kişi, dışarıda 5 bin kişi!” Bir nevi içerideki 50 kişilik az sayıdaki parlamenter, dışarıdaki 5 bin kişilik gösterici grubunun kalabalıklığına bakarak bu işten caymalı gibi bir ima içeriyordu bu başlık. Ya da sanki içerideki azınlık, dışarıdaki çoğunluktan korkmalıymış gibi başka bir anlama sahipti.
Birçok siyasetçi “azınlık”, “çoğunluk” meselesini zaten çok daha doğrudan cümlelerle ifade ediyorlar; “üç beş bin kişilik Ermeni diasporasını dikkate alıyorsunuz ama bizim buralarda çok daha fazla sayıda (seçmen olabilecek ya da gürültü patırtı çıkarabilecek) Türk kökenli insanlarımız var, çok oldukları için asıl onları dikkate almalısınız” diyorlar.
Böylece tam da neden Ermenileri, Grekleri, Kürtleri, Asuri-Süryanileri kendi ana vatanlarında kırarak, sürerek, asimile ederek “azınlık” haline getirmek istediklerinin mantığını ele vermiş oluyorlar. “Azınlık” çoğunluğa, onun lütfuna tabi olur; Azınlığın haklarına değil, çoğunlun dediğine kulak verilir tarzındaki bir “plüralizmin” demokrasi sanılması…
Tarih tarihçilere bırakılsın meselesi…
1915 soykırımının tarihe ve tarihçilere bırakılması, parlamentoların bu yöndeki kararlar almasının sorunun çözülmesine yardımcı olmayacağı görüşüne de katılmıyorum.
Soykırım, insanlığa karşı işlenmiş en ciddi suçtur. Yüksek düzeyde bir şiddettir. Tarihsel boyut, olgunun değişik veçhelerinden sadece bir parçasıdır. Şimdi burada tarihteki herhangi bir olaydan değil, sonuçları üzerinde siyasi fayda sağlanmaya devam edilen siyasal bir suç’tan bahsediyoruz. Bu suçun hukuki bir tanımlaması vardır. İnsanlığa karşı işlenmiş suçlarda zamanaşımı olmaması, geriye doğru da işleyebilmesi uluslar arası kabul gören bir ilkedir. “1915’i tarihe, tarihçilere bırakalım” savı, özünde soykırım suçu için zamanaşımı talep etmek anlamını taşıyor. Bu TC’nin resmi tezidir. Olguyu sadece tarih meselesi olarak kabul etmekle, TC’nin zamanaşımı tezi desteklenmiş olur.
Ben kişisel olarak, “inkar etmenin” soykırım suçunun bir parçası olduğunu düşünenlerdenim. Suç delillerini karartmak, gizlemek ceza hukukunda her zaman suçun unsuru olarak kabul edilir. Soykırım, asıl olarak sonuçları düşünülerek tasarlanan, işlenen bir suçtur. Örneğin, bir halkı topyekün imha etmekle onun bütün ülkesine, maddi ve kültürel varlığına el konulmakta ve sahiplenilmektedir. İnkar, bu sonucun meşrulaştırılmasına, kabul ettirilmesine, sonuçlarının devam ettirilmesine yarar. Bu yüzdendir ki inkarın dayanakları ve biçimleri daha soykırım planıyla birlikte tasarlanıyor.
Ayrıca soruna esas olarak soykırım kurbanı olan toplumlar açısından bakmak gerekiyor; “inkar”ın yüksek düzeyde bir soykırım tehdidini, şiddet kullanarak siyasal sonuç alma yöntemini içeriyor. Soykırım kurbanlarının aşağılanması, çöküntüye uğratılması, sonraki kuşaklar üzerinde de soykırım psikolojisinin sürdürücü bir ögesi olarak yıkıcı bir etki yaratır. En hafifiyle kurbanlara yapılmış manevi bir saldırıdır.
Türkiye’nin resmi politikasının yalan ve inkara dayalı olması nedensiz değildir. “Kürt diye bir ulus yoktur, Kürdistan diye bir ülke yoktur”, “Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür”, “1915’de soykırım olmamıştır, buralar dünya kurulalı beri Türklerin öz yurdudur” vs. TC’nin resmi politika yalanlarıdır ve olguların inkarına dayanır. Buradaki inkar’ın herhangi bir düşünce egzersizi olmadığı, bir diktatörlüğün üzerinde yükseldiği ideolojik dayanak noktaları olduğunu görmek gerekir.
Telaş, Türk ırkçılığının ideolojik söylemlerinin de Naziler ve Aparheid rejimlerinin söylemleriyle beraber aynı çukura doldurulmaya başlanmasından duyulan telaştır.
Sonuç olarak;
Parlamentoların, Soykırımı inkar eden yasalar çıkararak, gerçekte soykırım suçuyla ve onun sonuçlarından faydalanan rejimlerle mücadele edebileceği düşünülebilir mi? Bunun çok daha köklü yaptırım ve değişimlere ihtiyaç duyduğu açıktır. Hele düşünce, tartışma ve bilim özgürlüğünü sınırlayacak önlemlerle bu mümkün değildir. Bu anlayışa uygun bir biçimde, en azından, soykırım kurbanlarının ırkçı sataşma ve saldırganlıklar karşısında cılız da olsa bir yasal sığınağa sahip olmaları, manevi bir desteğe sahip olmaları ise az şey değildir.
[PS. Bu yazı 14.10.2006 tarihinde Gelawej’de yayınlanan “Soykırımı İnkâr ve Gayssot Yasaları” yazısının güncellenmiş halidir.]
________________________________________
[1] Değerli üstad Mıgırdıç Margosyan’a “mesele” naziresiyle…
Fransa Parlamentosu’na değil, soykırımın inkarına karşı birleşmek gerek (İmza Bloğu)

Yorumlar kapatıldı.