İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Azınlıklar Bize Emanet

Recep Öğütçü
Osmanlının son döneminde Ermeni, Rum ve Yahudi azınlıklara güven verebilse idik, ticaretten kazandıkları paraları Türkiye’de tutabilseydik, sanayi yatırımlarını teşvik edebilseydik, onların göçünü durdurabilseydik, bugün daha gelişmiş, daha renkli bir ülke olurduk. Kültürlere, inançlara müdahale etmek, azınlıkları ve diğer etnik unsurları dışlamak ve yabancı muamelesi yapmak yanlıştı, bugün bu yanlışımızı daha iyi anlıyoruz. Bu vatan herkesi doyuracak kadar geniş. Yeter ki birbirimizi anlayalım ve farklılıklarımızı kabullenelim.Sanırım aramızda bir milyon civarında gayrimüslim vatandaşımız var. Nasıl Avrupa’daki işçilerimiz onlara emanet ise, içimizdeki gayrimüslimler de bize emanet.

***************
Bizim inanç ve kültür tarihimiz bir hoşgörü tarihidir. Bizim atalarımız, inançlarının gereği olarak fethettikleri coğrafyalara inançlarını dayatmamışlar, insanları olduğu gibi kabul etmişler, Kilise, Havra ve Camiyi yan yana yaşatmışlardır.
Kur’an-ı Kerim’in Bakara Suresinde, “Dinde (inandırmak için) zorlama yoktur.” Buyrulur. Hepimizin bildiği Kafirun Suresi’nde de, “Sizin dininiz size, benim dinim bana aittir” buyrulur. Bu ayetlerden anlıyoruz ki, kimseyi inanmaya veya inanmamaya zorlamak yoktur. Müslüman’a düşen, tebliğ etmek ve güzel örnek olmaktır. Asırlar boyu atalarımız da böyle yapmış, içimizdeki Ermeni, Rum ve Yahudi azınlıkları asla İslam’a inanmaya zorlamamışlar, komşu olarak diyaloglarını sürdürmüşler, komşuluk hukuku bakımından kendilerden biri gibi görmüşlerdir. Onları dışlamamışlar, karşılıklı bayramlarını kutlamışlar, aşurelerini paylaşmışlar, davetlerine icabet etmişler, düğünlerini birlikte yapmışlar, cenazelerinde taziyede bulunmuşlardır. Kızlarını vermemişler ama onların kızlarıyla evlenmişler.
Fıkıh kitaplarımızda azınlıkların adı “zımmi”dir. Yani azınlıklar İslam devletinin himayesindedirler, namusları, canları ve malları devletin zimmetindedir. Devlet, aldığı cizye (vergi) karşılığında gayrimüslimlerin emniyetlerini sağlamak zorundadır. Yanlışlıkla öldürülürse diyetleri ödenir, kasten öldürülürse, öldüren Müslüman da olsa kısas yapılır. Yani zımmiler, içimizde bulunan gayrimüslim azınlıklar, Müslümanların tüm haklarına sahiptirler. Osmanlıda kendi dini hukuklarına göre yargılanma hakları vardır, kiliselerinde ibadet hürriyetleri vardır. Sadece askerlik yapmazlar. Can ve mal güvenlikleri karşılığında cizye öderler.
Doğu Anadolu’da ağırlıkta olmakla beraber Konya’mızda da Ermeniler ve Rumlar yaşardı. Çünkü onlar bin yıl öncesinden Anadolu’nun yerlileri idi. Bizler miladi bin yıllarında bu toprakları vatan yaptık, Türkleştirdik ve Müslümanlaştırdık. Bu topraklarda bulunan Ermeni ve Rumların birçoğu zaman içinde Müslüman oldu, Türk adet ve geleneklerini benimsedi ve bizden biri odu. Bir kısmı da atalarının yolunu bırakmadı, azınlık olarak yaşamayı tercih etti. Aslında içimizdeki gayrimüslimlere azınlık demek yanlıştı. Selçuklular döneminde gayrimüslimlerin oranı yüzde kırkları buluyordu. Osmanlı da bu oran yaklaşık yüzde yirmilerdeydi. Trakya’da bu oran daha yüksekti. Türkiye Cumhuriyeti döneminde yüzde birlere kadar düştü. Bunun sebebi, zorunlu göçlerdi, isyandan dolayı kaçanlardı, evlilikler yoluyla Müslüman olanlardı, mübadele yoluyla Anadolu’dan başka coğrafyalara gidenlerdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında mübadele (karşılıklı nüfus değişimi) gereği olarak binlerce Rum ve Ermeni’yi gönderirken, binlerce Müslüman göçmeni de kabul etik. Dolayısıyla yüzde doksan sekizi Müslüman diyebileceğimiz bir halkımız oldu.
GAYRİMÜSLİMLERDEN DE ÇOK ŞEY ÖĞRENDİK
Anadolu’da Türk kültürünü ve İslam inancını hâkim kılarken, bu millet Anadolu’nun eski yerlisi gayrimüslimlerden de çok şey öğrendi. Onların inancımızla çelişmeyen örf ve adetlerini benimsedik, onları kendi geleneklerimizle birleştirdik, harmanladık. Yeni bir Anadolu kültürü ve medeniyeti oluşturduk. Daha çok sanatla uğraşan Ermeni ve Rum toplumundan, demircilik ve marangozluk gibi el sanatlarının inceliklerini öğrendik. Birçok camimizi, medresemizi, hamamımızı, köprümüzü Ermeni ve Rum ustalara yaptırdık. Biz daha çok hayvancılığı ve tarımı iyi bilen bir toplumduk. Onlar ise şehirde yaşayan ve geçimini zenaat dallarından sağlayan insanlardı. Bizim çocuklarımız onların kalfası ve çırağı oldu ve Osmanlı da zenaat böyle gelişti, Mimar Sinanları yetiştiren bir millet olduk.
Osmanlının son döneminde ticarete azınlıklar hakimdi. İhracat ve ithalatçılık yaparak zengin olmuşlardı. Kendilerini güvede hissetmediklerinden paralarını yatırıma dönüştürmüyorlar, nakit olarak tutuyorlardı. Tarım ve hayvansal ürünlerimizi Avrupalıya satıyorlar, onlardan tekstil ve makine getiriyorlardı. O yüzden Osmanlıda sanayi gelişemedi, hazır yemeye alıştık, Müslüman halk işsiz kaldı, azınlıklar semirdi, zenginleşti. Devlet borç batağına düştü. Hala o ithalata dayalı sistemi kıramadık, “yerli malı Türk’ün malı, herkes onu kullanmalı” tekerlemeleri lafta kaldı.
Osmanlının son döneminde Ermeni, Rum ve Yahudi azınlıklara güven verebilse idik, ticaretten kazandıkları paraları Türkiye’de tutabilseydik, sanayi yatırımlarını teşvik edebilseydik, onların göçünü durdurabilseydik, bugün daha gelişmiş, daha renkli bir ülke olurduk. Kültürlere, inançlara müdahale etmek, azınlıkları ve diğer etnik unsurları dışlamak ve yabancı muamelesi yapmak yanlıştı, bugün bu yanlışımızı daha iyi anlıyoruz. Bu vatan herkesi doyuracak kadar geniş. Yeter ki birbirimizi anlayalım ve farklılıklarımızı kabullenelim.
Sanırım aramızda bir milyon civarında gayrimüslim vatandaşımız var. Nasıl Avrupa’daki işçilerimiz onlara emanet ise, içimizdeki gayrimüslimler de bize emanet. Burada bir hatıramı da nakletmek istiyorum:
Yıllar önce muayene için İstanbul’daki Çapa Hastanesine gitmiştim. Hastanenin büyükçe salonunda muayene sıramı beklerken, bir insan yaklaştı yanıma. Merhabalaştıktan sonra ismini sordum. Yabancı bir isim söyleyince bu ismin neden verildiğini sordum, kendisinin Ermeni olduğunu söyledi. Muhabbetimiz koyulaştı. İlk defa bir Ermeni ile dost olmuştum. Çok sıcak bir insandı. Kendi de hasta olduğu halde bana orada yardımcı oldu, imza atılacak yerlere giderek imzaları attırdı, bana taksi çağırdı ve uğurladı. O Emeninin bana yaklaşımını ve yardımını hiç unutmadım. O güne kadar azınlıkların bizden biri olduğunu düşünemiyordum. Dinlerimiz ayrı olsa da kültürel kodlarımız, misafir ağırlamamız, komşuluk anlayışımız aynı idi. Biz Anadolu insanıydık.
Bugün de onları dışlamadan onların kanalıyla Avrupalı ile işbirliğimizi sürdürmeli, husumetlere yol açmamalıyız. Çünkü iletişim araçlarıyla dünya bir köy haline gelmiştir. Komşumuz azınlıklara saygı duyarsak, başkaları da bizim dışarıdaki vatandaşlarımıza saygı duyar. Fransa’nın düştüğü zavallılığa biz düşmeyelim. 

Yorumlar kapatıldı.