İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İnsanlığa karşı işlenmiş bir suç da mı yok?

Ahmet İnsel / Radikal
Ermeni tehciri sırasında yapılanları bugün 1919’da bırakıldığı yerden değerlendirmeye devam edemez miyiz? Bizim tarihimizde böyle bir soykırım yok. Bunu kabullenmemiz mümkün değil.” Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı, Fransız parlamentosunda onaylanan yasa tasarısı sonrasında bu kesin hükmü yeniden dile getirdi. Bir yandan, “Açalım bütün arşivleri, bırakalım tarihçiler karar versin” derken diğer yandan “Böyle bir şey kesin olarak yoktur” diyor bu resmi tavır. 1915’te soykırım kavramı yoktu. Buna karşılık, ‘insanlığa ve uygarlığa karşı suç’ ifadesi  dünyada ilk kez 1915’te kullanıldı. 24 Mayıs 1915’te, Osmanlı İmparatorluğu ile savaş halinde olan Fransa, İngiltere ve Rusya, bir ortak deklarasyon yayımladılar: “Takriben bir aydan beri Ermenistan’ın Türk ve Kürt halkı, Osmanlı idaresi memurlarıyla birlikte ve çoğu zaman bunların yardımıyla Ermenileri yok etmektedir. Bu tür katliamlar nisan ayının ortalarına doğru Erzurum, Tercan, Eğin, Bitlis, Muş, Sason ve Zeytun’da ve bütün Kilikya’da yapıldı. Van civarında yüze yakın köy ahalisinin hepsi öldürüldü. Van içinde Ermeni mahallesi Kürtler tarafından ablukaya alındı. Aynı zamanda Osmanlı hükümeti İstanbul’da zararsız Ermeni ahaliye kötü davrandı. Türkiye’nin insanlık ve medeniyete karşı işlediği bu yeni suçlardan dolayı gerek Osmanlı hükümetinin bütün üyelerini ve bu tür katliamlara katılmış bütün memurlarını şahsen sorumlu tutacaklarını İtilaf hükümetleri Babıâli’ye açıkça bildirirler”. Buna karşı, İttihat ve Terakki hükümeti önce 27 Mayıs’ta Sevk ve İskân Kanunu’nu çıkardı. Ardından 4 Haziran’da deklarasyonu yanıtladı. Yanıtta, ‘önlemlerin hiçbir şekilde Ermenilere karşı olmadığı’, Ermenilerin ‘kamu düzeni ve huzurunu bozacak hiçbir şey yapmadıkları’ ve ‘bu Ermenilerin hiçbir genel önleme maruz kalmadıkları’ iddia ediliyordu! Yani “Ermeniler bizi sırtımızdan bıçakladılar” demiyordu 4 Haziran’da İttihat ve Terakki hükümeti. Ama 30 Mayıs’ta Meclis-i Vükela mazbatasıyla ve 10 Haziran’da talimatnameyle terk edilen mallarla yakından ilgilenmeye başlamıştı.

Osmanlı Ermenilerine karşı, yani kendi vatandaşlarına karşı Osmanlı hükümetinin aldığı ve kanlı biçimde uyguladığı tehcir kararı, ilk kez ‘insanlığa karşı suç’ kavramının kullanılmasına yol açtı. Ondan önce, 1907’de kabul edilen La Haye konvansiyonunda ‘savaş suçu’ kavramı yer alıyordu. Daha sonra, insanlığa karşı suç, önce Nuremberg Mahkemesi kuruluş nizamnamesinde katletme, yok etme, köleleştirme, tehcir, … olarak, daha sonra Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Statüsü’nün 7. maddesinde daha ayrıntılı biçimde tanımlandı.
Aralık 1918’de Osmanlı İmparatorluğu’nda doğrudan Ermeni kırımı suçlarını soruşturmak amacıyla ‘Divan-ı Harbi Örfi’ler kurulmaya başlandı. Bu mahkemelerin bir kısım tutanağı ve bazı kararları o dönemde gazetelerde yer almıştı. Bunlar Vahakn Dadrian ve Taner Akçam tarafından derlenip, yakın tarihte yayımlandı (Tehcir ve Taktil, Divan-I Harb-i Örfi Zabıtları, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008).
İttihat ve Terakki yöneticileri hakkında açılan ana davada Osmanlı yargıçlarının değerlendirmeleri, “Bizim geçmişimizde böyle şeyler hiç olmamıştır” demeyi mümkün kılmıyor. Ana davada yapılanlar şöyle tanımlanıyor: “Katliam, mülk ve paraları yağmalama, binaları ve vücutları yakma, ırza saldırma, işkence ve edepsizce eziyet…” Birçok kararda benzer bir değerlendirme yer alıyor: “Yüce İslam’ın hükümlerinin ve Osmanlı kanunları ve hükümlerinin bildirdiklerine uyarak bütün unsurları (milletleri) yekdiğerinden ayırmayarak ırz ve canlarının muhafazası ve mallarının temini ve kamu hukukunun her çeşit tehlike ve ihlalden korunması, devletin bütün memurlarının ilk vazifelerinden bulunduğu halde…”
Örneğin Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’e yönelik suçlama çok açık: “Tehcir emrolunan Ermenilerin acize kadınlarına ve yaşı küçük erkek ve kız çocuklarına varıncaya kadar, resmi olarak bildirilen emirlerdeki istisnaları bile gözetmeksizin tehcir için sevk edildikleri kafileleri oluşturanların hepsini paraları ve kıymetli eşyalarından ayırdıktan sonra, kişi hukukunu dikkate almaksızın,…” Ardından tehcir edilenlerin ‘müdafaa imkânını ortadan kaldırmak için erkeklerin kollarını bağlatarak tasarlanmış ve uygulama şekli belirlenmiş olan faciaların yapılmasına meydan vermek’ gibi suçlar sıralanıyor. “Hissiyat-ı insaniye ve medeniye ile her ne şekilde olursa olsun bağdaşmayan ve İslam’ın huzurunda keba’ir cinayatdan (büyük suçlardan) sayılan öldürme çeşitlerine, çapulculuğa ve yağmalara sebebiyet vermiş oldukları”nın şahitler ve delillerle kesinleştiğine Yozgat mahkemesi karar veriyor. Ayrıca, zanlının bütün Müslümanların Ermeni milletine karşı katliamda bulunmalarını doğal ve gerekli gördüğünün anlaşıldığı belirtiliyor. Bu suçlar nedeniyle idam edilen Boğazlıyan Kaymakamı sonra milli kahraman ilan edildi!
Ermeni tehciri kararını ve tehcir sırasında yapılanları bugün 1919’da bırakıldığı yerden değerlendirmeye devam edemez miyiz? Bu da mı tarihimizde yok?

Yorumlar kapatıldı.