İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Azınlık konusuna iki bakış

Akın Aydın  
AKP’ye göre muasır medeniyet Batıda saklı. Onun için AB ne dediyse eyvallah çektiler. Yapmadık icraat, çıkarmadık kanun bırakmadılar. Sattılar, sattılar, satmaya devam ediyorlar. Öte yandan 75 milyon Müslüman nüfus bir tarafa 150 veya 200 bin civarı azınlık nüfusu ihya edebilmek ve AB tarafından onurlandırılmak için bin bir hizmet (!) yarışına girdiler… Peş peşe azınlıklar için kanunlar yapıldı. Mülkler devredildi. Senin benim paramla cemaati olmayan kiliseler onarıldı. Patrik, ben ekümeniğim, dedi. Hükmet “eyvallah” çekti. Hatta Bülent Arınç, temsil ettiği devleti, geçmişte azınlıkların haklarına el koyarak “gaspçılık” yaptığını vurguladı. Bu gidiş nereye? Dünyalık makam ve mevki için değer mi? (Bu zihniyeti iyi tanımak gerekir. Kime oy verelim diyenler cevabı burada bulabilirler. HYETERT)

************
İki harf uğruna o kadar çok şeyimizi kaybedip, bir o kadarını da feda ettik ki, sormayın gitsin. A ve B harfleri. Yan yana AB oluyor. Bir zamanların AB karşıtları amansız bir AB aşkına ve peşi sıra şaşkına döndüler.
Erdoğan bizzat 10. Kuruluş yıldönümünde (AKP’nin) hedeflerinin AB’ye tam entegrasyon olduğunu ifade etmişti. AKP’ye göre muasır medeniyet Batıda saklı. Onun için AB ne dediyse eyvallah çektiler. Yapmadık icraat, çıkarmadık kanun bırakmadılar. Sattılar, sattılar, satmaya devam ediyorlar. Öte yandan 75 milyon Müslüman nüfus bir tarafa 150 veya 200 bin civarı azınlık nüfusu ihya edebilmek ve AB tarafından onurlandırılmak için bin bir hizmet (!) yarışına girdiler.
Peş peşe azınlıklar için kanunlar yapıldı. Mülkler devredildi. Senin benim paramla cemaati olmayan kiliseler onarıldı. Patrik, ben ekümeniğim, dedi. Hükmet “eyvallah” çekti. Hatta Bülent Arınç, temsil ettiği devleti, geçmişte azınlıkların haklarına el koyarak “gaspçılık” yaptığını vurguladı.
Bu gidiş nereye? Dünyalık makam ve mevki için değer mi? AB’nin dağılma sürecine gireceğini yıllar önce Prof. Dr. Haydar Baş görüp, anlatmıştı sebepleri ile. Şimdi AB’nin resmen dağıldığını hala görmüyor musunuz? Artı senin AB uğruna bu kadar can siper hane gayretlerinin “iç” edildiğini, koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin kullanıldığını hala görmüyor musun? Bu azınlıklara hizmet yarışının adı nedir? Bu ülkede azınlıkların bir sorunu mu var?
Evet, bu ülkede azınlıkların (vatandaş olarak) bir sorunları olduğunu sanmıyorum. Çünkü bu ülkenin vatandaşı olan ama Müslüman olmayan kimseler yani azınlıklar sendende, bendende iyi kazanıyor, iyi yaşıyor. Sorun ne o zaman?
Birincisi; Bu azınlıkların önünde olanların (liderlerinin) bağımsızlık sevdaları. İkincisi; Bu azınlıkları kendi amaçları için kullanan haçlı, kapitalist anlayışın oluşturduğu AB ülkeleri. Üçüncüsü; Bu gerçekleri göremeyen, geçmişinden ders almayan artı geçmişine olmadık ithamlarda bulunan anlayışların iktidar olması.
Tarihini anlamayıp, gerçek penceresinden değil, kendi anlayış penceresinden bakıp, sonra özür dileme gayretlerine girenler için Atatürk’ün hayatından bir kıssa aktaracağım;
Atatürk’ün Başyaveri Salih Bozok anlatıyor; Başkumandan, düşmandan kurtardığı İzmir’de geçireceği ilk gecesinin tarif edilemez sevincini yaşıyordu. İzmir’deki yeni evinde Mustafa Kemal Paşa ilk gecesini çalışarak geçirdi.
…Ertesi sabah erkenden uyanmıştık. Hafif bir kahvaltıdan sonra vilayet konağına gittik ve doğruca Vali’nin odasına girdik.
Vali, İngiliz Konsolosu ile konuşuyordu. Biz gelince Vali ayağa kalktı ve Konsolos ile Mustafa Kemal Paşa’yı tanıştırdı. Konsolos iyi Türkçe biliyordu. Paşa Vali’ye sordu: “Konu nedir?”
Vali anlattı; “Sayın Konsolos, İngiliz tabasından olan vatandaşlar ile Rum, Ermeni, Yahudi gibi azınlıkların güven altında bulunduklarını belirtir bir “güvence” istiyorlar. Ben kendilerine herkesin eşit biçimde güven altında olduklarını bildirdim.”
Mustafa Kemal Pasa, Konsolos’un Türkçe bildiğini biliyordu, öyle olduğu halde öfkesini belirtmek için sordu; “Ee, peki daha ne istiyormuş?”
Bu soruya Konsolos Türkçe cevap verdi; “Tabamız hakkında hükümetinizden yazılı teminat istiyorum!” Konsolos garip bir biçimde diklenmişti.
Paşa’nın sesi havada kırbaç gibi sallandı; “Yunanlılar zamanında kendi tabanızı daha emniyette mi görüyordunuz?”
Konsolos, gerisinde İngiliz devletinin bulunduğunu belli eden bir kasılma ile “Evet” dedi. Yunanlılar burada iken tabamızı emniyette görüyorduk.”
M. Kemal; “Öyleyse buyurun tabanızla birlikte Yunanistan’a gidin, efendim!”
Konsolos kendisinden umulmayacak bir cesaret gösterdi. “Yani majestelerimin hükümetine savaş mı açıyorsunuz?”
Mustafa Kemal iyice öfkelenmişti fakat öfkesini tuttu ve Konsolos’a; “Siz kiminle ve ne konuştuğunuzu biliyor musunuz? Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Türk Orduları Başkomutanıyım. Savaş açmaya, barış yapmaya hakkım var. Siz kimsiniz! Hükümetiniz adına savaş ve barış görüşmeleri yapmaya yetkili misiniz? Böyle bir yetkiniz varsa görüşelim. Yoksa (eliyle kapıyı gösterdi) buyurunuz efendim!”
O kasım kasım kasılan Konsolos, Mustafa Kemal Paşa’nın son cümlesi üzerine sapsarı kesildi ve tek bir kelime söylemeden kapıdan çıktı gitti. Mustafa Kemal Paşa arkasından bir süre baktıktan sonra Vali’ye döndü;
“Yüz vermeyin Vali Bey! Bunlar karşılarında hala Babaili Hükümeti var sanıyorlar. Bir zırhlısı önünde pusacak, bir blöfü önünde yelkenleri suya indirecek “devletçik” sanıyorlar bizi! Küstahlığın derecesine bakın, bana “Savaş mı acıyorsunuz?” diye soruyor. Barut kokan bir odada sorduğuna bak! Savaş halinde değil miyiz sanki!”
Hak edene, hak ettiğini vermek bir Müslümanın görevidir. M. Kemal azınlıkları kullanmaya kalkanlara hak ettikleri cevabı veriyor. Ya Erdoğan ve hükümetleri!

Yorumlar kapatıldı.