İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İlk Çağdan Evrensel Bildiriye İnsan Hakları ve Belgeleri

İnsan ve canlı sevgisi ile ilgili düşüncelerin insanlık tarihi kadar eski olduğunu söyleyebiliriz. Ancak insan hakları düşüncesini günümüze taşıyan düşünce “Doğal hukuk” kavramıdır. Doğal hukuku, doğadan kaynaklandığı kabul edilen, evrensel, değişmez hak ve adalet sistemi olarak tanımlayabiliriz. Yüzyılımızın ilk yıllarına kadar doğal hukuk kavramı bazen sekurel (dindışı), bazen dini temellere dayandırılarak geliştirilmiş ve insan haklarının temellerini oluşturmuştur.

******************* 
 
İlk Çağdan Evrensel Bildiriye İnsan Hakları ve Belgeleri
 
(Not: Bu yazı 2000 yılında İnsan Haklarıyla ilgili tuttuğum notlardan bazı arkadaşlara verilmek üzere hazırlanmış ve yine bu arkadaşlarımızın isteği üzerine Hyelist ve Hyetert’de yayımlanmıştır. MB)
 
20. yüzyılın son çeyreğine, bilgi çağı ya da insan hakları çağı demek mümkün, ne ad verirsek verelim, iki dünya savaşı yaşayan insanlık, yazık ki daha mutlu bir dünya kurmayı becerememiş durumda. İnsanlığın bir bölümü globalleşme ve bilgi çağını yaşarken, çok önemli diğer bir bölümü inanılmaz bir sefalet ve yokluk içinde yaşıyor. Çevre ve doğa kirlenmesi, işsizlik, kötü beslenme, işkence, faili meçhul cinayetler ve benzeri pek çok olumsuzluk bir türlü dünya gündeminden düşmüyor. Bu ortamda insanlığın, daha mutlu bir gelecek ve daha güzel bir dünya için ortak değerlere ya da ortak bir paydaya ihtiyacı var. Bu ortak payda ya da ortak değerlerden biri “İNSAN HAKLARI ” olabilir.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin yayımlanmasından bu güne neredeyse yarım yüzyıl geçmesine rağmen bu konuda hatırı sayılır gelişmeler, insan hakları ihlallerinde önemli azalma olmamıştır.




NEDEN?
Hacettepe Üniversitesi Felsefe bölümü başkanı Prof. İoanna Kuçuradi insan haklarının korunması konusunda karşılaşılan güçlüklerin teorik kaynaklarını ve diğer nedenlerini -özetle- şöyle sıralıyor.
1.-Kavram karışıklıkları: Bir hakkı insan hakkı yapan ölçütlerle ilgili karışıklık ve bunun sonucu olarak bu hakların gerekliliği konusunda duraksama.
2.-İnsan haklarının korunması için bugün özellikle uluslararası düzeyde benimsenecek ilkeler ve izlenecek yollar konusunda karışıklık: Bir karışıklık ki, kimi zaman hem koşullar ve hem de insan onurunun içeriği bakımından değerlendirememekten; kimi zamanda bu hakların nasıl korunacağı konusunda, dünyayı bir bütün olarak kucaklayan resmi bir yanıt verecek kadar cesur düşünememekten kaynaklanır.
3.-İnsan onurunun tam nerede tehlikede olduğunu görebilecek bir göz kazanmayı sağlayan, sistematik bir eğitimin eksikliği: Bu nedenle karar verenlerin çoğunun insan hakları konusunda insan değeri ve onuru açısından değerlendirme yetersizliği.
4.-İnsan haklarının sadece bir politik bir sorun olarak ele alınması ve bu nedenle insan haklarının felsefi ve özellikle etik bir sorun olduğu gerçeğinden uzaklaştırması. Bu nedenle de insan haklarına saygı ve bu hakların yaşamasının sürekli bir barış ve uluslararası bütün yapıcı ilişkilerin temeli olduğu gerçeğinin gözden kaçması.
5.-Birleşmiş Milletlerin yetersizliği: Bu hakların korunması için, insan haklarının engellendiği her yere karışma hakkı verecek yolların bulunamaması.




Birleşmiş Milletlerin insan haklarını korumakta karşılaştığı ana sorunların bazılarını ise, Theo C.Van Boven ve B.G.Ramcharan insan haklarıyla ilgili seminere verdikleri raporda, şöyle sıralıyorlar.
1.-Hükümetlerin taahhütlerinde çıkan sorunlar.
Hükümetlerin insan haklarıyla ilgili sözleşmeleri ve benzeri belgeleri kabul etmelerine rağmen, bu konuda açık bir ilgisizlik görülmektedir. Onaylanmasına karar verilen belgele bile yıllarca imza beklemektedir. Bazı ülkeler uluslararası düzeyde hakların çiğnenmesini önlemek için çağrıldığında çoğu zaman kendi çıkarlarını ve dostlarını kollamayı ve muhaliflerini tedirgin etmeyi tercih ederler.
2.-Kuruluşun yapısından ve diplomatik çerçeveden kaynaklanan sorunlar.
İnsan haklarıyla ilgili kurul ve organlarda hükümetler büyük ağırlıkla temsil edilmekte, halktan ve hükümeti temsil etmeyen kuruluşlardan çok az temsilci bulunmaktadır. Diplomatik çerçeve kuruluşun yapısı ile ilgili bir sorundur. İnsan hakları konusunda klasik diplomatik yöntemlerin kullanılması, insan haklarında pazarlık konusu yapmıştır. Bu nedenle, belki de insan hakları ile diplomatik çerçevenin yeni esaslara bağlanması gerekir.
3.-İdeolojik rekabetten kaynaklanan sorunlar.
İnsan hakları çoğu kez devletin çıkarları içinde kaybolur ya da ulusal güvenlik gibi uydurma nedenlerle kısıtlanır. Çoğu kez ideolojik gruplar arasındaki rekabet genel olarak insan haklarından daha üstün tutulur.
4.-Bakış açısı ve öncelik sorunları.
Çoğu kez insan hakları hükümetlerin önceliklerinde ya da uluslararası bürokraside alt sıralarda yer alır. Hükümetler insan haklarının korunmasıyla ilgili bir sorunla karşı karşıya geldikleri zaman, çoğu kez ulusal güvenliği korumak ya da gelişme gibi daha acil sorunlar olduğunu belirtirler.
5.-Olguları saptama alanındaki sorunlar.
Modern iletişim teknolojisine rağmen, insan haklarının ihlalleriyle ilgili bilgiler BM’ye ulaşması oldukça uzun bir zaman alır. Bu süreci kısaltıcı tedbirler alınmalıdır.
6.-Çare olarak görünen tepki gösterme yöntem ve işlemlerindeki ilkellik.
İnsan haklarının çiğnenmesinde gösterilecek başlıca tepkiler: Tartışma ve acil önlemler, aracılık, incelemeler, soruşturmalar gibi hareketler ve resmi bildirilerdir. Aracılık yoluna genel olarak kişisel durumlarda, bazen da genel durumlarda başvurulmuştur. Bazı durumlarda araştırma ve soruşturama yapılmış ve bazen bu organlar insan haklarının çiğnenmesini lanetlemiş ve bu konuda bildiriler yayımlamışlardır. Bu yöntem ve işlemlerin insan haklarını korunmasında son derece yetersiz olduğu kanıtlanmıştır. BM bu hakların korunması içine yeni bir yaklaşımı geliştirmeye başlamıştır. Bu gelişme insan haklarının korunması için hükümetlere yasal ve maddi olanaklar sağlanmasıdır.
7.-Haber alma sürecindeki sorumluluklar.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, insan haklarının çiğnenmesi konusunda hükümetlere baskı yapılması ve bu konuda hükümetlerin denetlenmesi daha büyük önem kazanır. Kitle iletişim araçlarının hükümetleri etkilemesi bir yere kadar boşa çıksa da, bu alanda hükümetleri etkilemek ve denetlemek onların sorumluluğundadır. Bu sorumluluk son derece önemlidir. Uluslararası topluluk bir gün bu konuda başarılı olacaksa, bu temel bir öğe olacaktır.
8.-Mali kaynak sorunları.
BM’in kendi kaynaklarının ve dolayısıyla özellikle insan hakları organları için ayrılan kaynakların yetersiz olması. Bu nedenle personel ve araç gereç yetersizliği.
Görüldüğü gibi insan hakları konusunda en önemli görev devlete düşmektedir. İnsan haklarıyla, milliyetçilik ve ulus devlet aynı ailenin düşman kardeşleri değilse de zıt kardeşleridir. Gerçekte, J.Mourgeon’un dediği gibi “İktidarın İnsan Haklarının, eşzamanlı olarak hem gereç sağlayıcısı, hem de mezar kazıcısı -ikisi de aynı ölçüde- olduğunu hemen belirtmek gerekir”. Yani insan hakları daima otorite ile daha doğrusu iktidarla çatışma halindedir. Daha açık deyişle insan haklarını ihlal edende, bu ihlalleri önlemesi gerekende devlettir. (Bu nedenle İnsan haklarını savunan kuruluşları, insanlara karşı suç işleyen kişi ya da toplulukları değil, devleti muhatap alırlar. Ancak bu konuda bilgisi olmadan fikri olan az gelişmiş beyinler bu kurumları terör yanlısı ya da suçludan yana görebilir.) Ulus-devlet ise, özellikleri nedeniyle insan haklarıyla daha fazla çelişmektedir. Öncelikle ulus-devlet milliyetçidir ve bu milliyetçilik bir kaç devlet dışında (Fransa-İngiltere ve ABD.) politik değil, kültür milliyetçiliği (din, dil, ırk ve benzeri temellere dayanan milliyetçilik) şeklindedir. Bu milliyetçilik ise her zaman heterojen bir toplum yerine homojen bir toplum ister. Bu nedenle de her türlü farklılık ulus-devlet tarafından açık ya da gizli tepki görür. Bu farklılıkları gidermeye girişmek tek başına hak ihlalidir. Kaldı ki bu farklılıkların giderilmesi, çoğu kez asimilasyon ve bazen jenosit şeklinde olmaktadır. Son iki yüz yılda kaybolan dil ve ırk sayısı yüzlerle ifade edilmektedir. Ne yazık ki insanlığın kültür zenginliği olan pek çok dil hakkında hiç bir bilgi yoktur. Yanılmıyorsam Ibıhça denilen bir dilde son birkaç yılda yurdumuzda kayıplara karıştı, hem de hiçbir iz bırakmadan.




Sonuç olarak insan hakları son elli yılda, başta devletlerin gösterdiği direnç olmak üzere, pek çok nedenle beklenen ve umulan gelişmeyi gösterememiştir.




NEDİR İNSAN HAKLARI?
İnsanlığın yüzyıllardır kullandığı bu kavramın açık ve kesin bir tanımını yapmak oldukça zordur. Kapsamı gün geçtikçe genişleyen insan hakları kavramının, tanımını yapabilmek için, hak ve özgürlük gibi bu haklarla ilgili kavramların tanımlanması yerinde olacaktır.
Hak nedir? Hukuki açıdan hakkın tanımı konusunda üç önemli teoriden söz edilebilir. Bunlar irade, çıkar ve karma teoridir. İrade teorisine göre hak, hukuk sisteminin kişiye tanıdığı irade gücüdür. Çıkar teorisi hakkı, hukuk düzeninin koruduğu çıkarlar olarak tanımlar. Her iki tanımın eksiklerini tamamlayan karma teori, hakkı, hukuk tarafından korunan ve bu korumadan yararlanılması bireyin istemine bırakılan yararlardır. Başka bir tanım J.Mourgeon tarafından yapılmıştır.”Hukuksuz hak olmaz ve ayrıcalık olmayan hak yoktur. Bunun tersi her zaman doğru değildir. Yani hak, hukuk statüsünün konusu olacak ve yararlanana bir ayrıcalık tanıyacaktır.” Prof.Bülent Tanör ise hakkı şöyle tanımlıyor. “Hak terimi özgürlüğün içerdiği serbestlikleri içermenin yanı sıra devletten ve özel kişilerden bir takım somut edimler isteme yetkilerini de bağrında taşır.” Bu konuda daha geniş tartışmayı uzmanlara bırakarak hakkı, hukuk tarafından korunan, kişiye devletten ve özel kişilerden bir takım somut edimler isteyebilme yetkisi veren ayrıcalıklar ve yararlar olarak tanımlayabiliriz.




Özgürlük ise tanımlanması daha zor bir kavramdır. Fransız “İnsan Ve Yurttaş Hakları Bildirisi” 4. maddesine göre “özgürlük, başkasına zarar vermeyen her şeyi yapabilmek” dir. Orhan Hançerlioğlu “özgürlük, bilincine varılmış ve böylelikle egemen olunmuş zorunluluk ” demektedir. André Mercier, “özgürlük, daha çok birlikte getirdiği bazı güçlük ve engellere rağmen bir şeyde ısrar etme, onu halletme ve aşma olanağıdır. Özgürlük bir kişinin, özellikle istediğini yapması demek değildir. Çünkü her zaman için bir hak ya kabul görmüş bir kurum tarafından meşru kılınmıştır ya da ikna, gelenek, hatta şiddet yoluyla oluşan toplu bir uzlaşma sonucu meşru kılınmıştır.” demektedir. Prof. Bülent Tanör’ün tanımı şöyle ” Özgürlük bir şeyi yapma ya da yapmama serbestliğidir ve otoritenin (Devletin) dayatacağı buyrukların tutsağı olmama anlamına gelir.” Burada tam anlamıyla yeterli olmasa da, bir genel tanım yaparsak: Özgürlük, yasalarla belirlenmiş zorunluluklara göre, bir şeyi yapma ve yapmama serbestliği ve gücüdür.




İnsan haklarını tanımı ise doğal olarak daha da zordur. Meydan Laurousse Hürriyet maddesinde “İnsan hakları terimi ise çok geniş ve metafiziktir” diyerek, bu hakları metafizik bir kavram olarak görüyor. Anabritanica’nın tanımı ise “İnsan Hakları temelde devlet gücünü sınırlar; hem yasal, hem de ahlaksal düzenlemelerin kapsamına girer, hem olanı, hem de olması gerekeni dile getirir. Özünde genel ve evrensel niteliktedir; bütün insanların, hatta bazı durumlarda henüz doğmamış olanların her yerde sahip olması gereken haklardır.” Bu çağdaş tanıma yakın bir tanım da Prof.Bülent Tanör tarafından yapılmıştır. “Hak tanımının başına getirilen insan sözcüğü ile yaratılan insan hakları tamlaması da pozitif hukuk tarafından tanınmış olsun olmasın, belli bir tarihsel aşamada insanların sahip olması gerekli sayılan bütün hak ve özgürlükleri ifade eder. Pozitif hukukun dışında ve üstünde bir anlam taşır, yalnız olanı yani kamu otoritelerince tanınanı değil, olması gerekeni de içine alır.” Bu tanımlardan yararlanarak genel bir tanım yapabiliriz.




İNSAN HAKLARI, İnsanla ilgili ve insana ait olan; belli bir tarihsel aşamada, ulusal ya da uluslararası hukuk, etik ve bilim adamlarının ortak görüşü olarak beliren; sadece olanı değil, olması gerekeni de kapsayan ve bu nedenle pozitif hukukun üstünde yer alan; karşılığında kişilere kesin olarak bir takım ödevler yükleyen; bazı durumlarda insanın doğmadan ya da öldükten sonra da sahip olduğu, genel ve evrensel hak ve özgürlüklerdir. Kısaca insan haklarının özelliklerini şöyle sıralayabiliriz. Hak ve özgürlük insana ait ve insanla ilgili olacaktır; belli bir tarihsel aşamada hukuk, etik ya da bilim adamlarının ortak görüşü olarak belirecektir; karşılığında kişilere bir ödev yükleyecektir; genel ve evrensel olacaktır.




İNSAN HAKLARININ SINIFLANDIRILMASI
İnsan haklarını çeşitli temellere göre sınıflandırmak mümkündür.
A) Çeşitli aşamalarda uluslararası gündeme giriş sırasına göre haklar.
a) Birinci kuşak haklar.
Büyük bölümü 17. ve 18. yüzyıldan beri gündemde olan haklardır. Bu nedenle bu haklara klasik haklar da denir. Yaşama hakkı; kişi güvenliği; yasal eşitlik; din, vicdan, düşünce ve inanç özgürlüğü; işkence yasağı; konut dokunulmazlığı; mülkiyet hakkı; seçme ve seçilme hakkı gibi haklardır. Burjuvazinin bireyci ve liberal görüşünden kaynaklanırlar.
b) İkinci kuşak haklar.
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel haklardır.19. yüzyılda başlayan kitlesel hareketler ve gelişen sosyalist, reformcu görüşlerin etkisiyle gündeme girmiştir. Liberal devlet yerine sosyal ve müdahaleci devlet görüşü öne çıkar. Çalışma ve sosyal güvenlik hakları, adil ücret, sendika ve grev hakkı, İşsizlikten korunma hakkı, ücretli tatil dinlenme ve eğlenme hakkı, öğrenim ve eğitim hakkı gibi haklardır.
c) Üçüncü kuşak haklar.
20. yüzyılın ikinci yarısında, özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin talepleriyle ortaya çıkan haklardır. Bu nedenle bu haklara kolektif ya da dayanışma hakları da denir. Ulusların siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel geleceklerini belirleyebilme hakkı, sosyal gelişme ve kalkınma hakkı, çevre hakkı, doğal kaynaklardan yararlanma hakkı gibi haklardır.
d) Dördüncü kuşak haklar.
İletişim, anlatım ve bilgilenme hakkı gibi modern haklardır. Bilgi çağı ve globalleşme sonucu önem kazanmış ve uluslararası hukukta yerini almıştır.
e) Beşinci kuşak haklar.
Bu haklar, halkların hakları olarak tanımlanan, ulus-devlet kavramıyla geniş ölçüde çelişen haklardır. İnsanlığın ortak malvarlığına saygı hakkı, savaşa karşı barış hakkı gibi haklardır.
Not: Dördüncü ve beşinci kuşak hakların henüz kesin bir ayırımı yapılmamıştır.
B) Önem ve öncelik derecesine göre haklar. Bu konuda da pek çok görüş vardır. Dr.Henry Shue hakları şöyle sınıflandırmaktadır.
a)Temel haklar.
1) Bedensel Güvenlik Hakları.
2) Varlığını Sürdürme Hakları
b) Diğer haklar.
a) Temel Haklar.
Tüm diğer haklardan yararlanabilmek için korunması ve varlığı gereken haklardır. Bu hakların olmaması halinde diğer hakların varlığı, daha doğrusu kişilerin diğer haklardan yararlanması düşünülemez.
Temel haklar iki ana gruba ayrılır.
1) Bedensel Güvenlik Hakları.
Yaşama, işkenceden korunma hakları, sakatlanma, ırza geçme ya da saldırıyla karşı karşıya kalmama haklarıdır. 2) Varlığını Sürdürme hakları.
Temiz hava ve su, yeterli yiyecek ve giyecek, barınak ve asgari sağlık hizmetleri.
b) Diğer haklar.
Temel haklar dışında kalan ve yoklukları bir başka hakkın kullanılmasına engel olmayan haklardır.
Bu sınıflandırma bazı hakların diğer haklara göre öncelikli olduğunu vurguladığı için çok önemlidir. Temel insan haklarının ihlal edildiği toplumlardan, diğer haklara saygı gösterilmesini istemek gereksiz bir gayret olur.




İNSAN HAKLARININ KÖKENLERİ
İnsan ve canlı sevgisi ile ilgili düşüncelerin insanlık tarihi kadar eski olduğunu söyleyebiliriz. Ancak insan hakları düşüncesini günümüze taşıyan düşünce “Doğal hukuk” kavramıdır. Doğal hukuku, doğadan kaynaklandığı kabul edilen, evrensel, değişmez hak ve adalet sistemi olarak tanımlayabiliriz. Yüzyılımızın ilk yıllarına kadar doğal hukuk kavramı bazen sekurel (dindışı) ,bazen dini temellere dayandırılarak geliştirilmiş ve insan haklarının temellerini oluşturmuştur.




Bu kavramı, eski Yunan’da, ilk olarak Sofistler tarafından ele alınmıştır. Sadece yasaların değil ahlak kurallarının da çok değişik ve çeşitli olduğunu gören sofistler, bunların büyük bir kısmının insan eliyle konulduğunu, herkesi her yerde ve her zaman bağlayıcı yasaların ise ancak doğa tarafından konulmuş yasalar olduğunu ileri sürmüşlerdir. Sofist Antiphon, sanılara dayanan pozitif hukuk yasalarının güçsüz olduğunu söyler ve buradan insanların doğadan eşit olduğu sonucuna varır; “Yalnız Yunanlılar değil, Yunanlılar ile barbarlar da eşittirler”.Ancak ilk çağda doğal hukuk kavramını benimseyen ve geleceğe taşıyan, Kıbrıslı Zenon (336-264) tarafından kurulan, Stoa okuludur. Stoa, doğaya uygun ve uyumlu yaşamayı temel alan ve bilgiyi erdem kabul eden bir felsefe okuludur. Stoa için insanın bağımsızlığı temel düşüncedir. Bu temel düşünce ile insanın uzlaşması için doğaya uygun yaşama Stoanın temel kavramı olmuştur. Stoa logos (akıl) ile uyumlu ve tümüyle eşitlikçi bir doğal hukuktan yanadır.




Roma stoası ve stoacı olmamakla birlikte stoanın doğal hukuk görüşünü benimseyen Çiçero, doğal hukuku insanların özüne işlemiş değişmez ve sonsuza kadar geçerli hukuk sistemi olarak tanımlar. Roma hukuku bu görüşlerden etkilenmiş ve doğal hukuka yer vermiştir. Bu nedenle Ius Gentıum (Kavimler yasası) bütün kavimlere bazı evrensel haklar tanımıştır.




Hıristiyanlık, personalist yapısı nedeniyle doğal hukuk konusunda yeni bir aşama kabul edilebilir. Saint Paul Galatyalılar’a mektubunda “Artık ne Yahudi, ne Yunanlı, ne köle ne özgür kişi, ne erkek, ne kadın ayırımı var. Çünkü İsa’da hepiniz birsiniz” diyor. Bu ilke, kardeşlik, eşitlik ve dayanışma düşüncesini de desteklemektedir. Saint Paulus, Romalılara mektubunda putperestlerin yüreğinde yazılı bir yasadan söz eder. Bu yasa doğal hukuk yasasıdır. Doğal hukuk görüşü 11. yüzyılda, bazı din adamları tarafından vahiy hukuku ve özellikle altın ilke (İnsanların size ne yapmalarını istiyorsanız, sizde onlara öyle yapın. Matta 7:12) ile özdeşleştirecektir.13. yüzyılda Saint Thomas Aquino (Tommaso),doğal hakka temel olacak bir sistemleştirmeye girişti. Tommaso ‘ ya göre doğal hukuk, akıl sahibi varlığın Tanrısal yasalardan pay almasıdır. İnsanlara özgü hukuk ise ancak bu yasaların özel bir bölümü olabilir. Başka skolâstik filozoflar hukukun kaynağının Tanrısal us değil, Tanrısal irade olduğunu ileri sürmüşlerse de bu görüş uzun süre etkili olamamıştır.
Siyasal alanda bu dönemde, insan hakları açısından çok önemli bir belge olan Magna Carta hazırlanmıştır. İngiliz kralı Topraksız John 1215 yılında, soyluların baskısıyla özellikle soylulara tanınan bir takım ayrıcalıkların korunması amacıyla, bu sözleşmeyi imzalamak zorunda kalmıştır. Magna Carta temelde soylularla kral arasında bir anlaşmadır. Ancak kral tarafından uyruklarının bir bölümüne karşı otoritesini sınırlayan ve direnme hakkı veren ilk anlaşma olması nedeniyle bir özgürlük sembolü ve garantisi haline gelmiştir. Yine ilk kez suç ve cezada yasallık ilkesi bir kral tarafından kabul edilmiştir. Magna Carta Libertatum daha sonra Haklar dilekçesini ve ABD eyalet yasalarını ve Anayasasını etkileyecektir.




MAGNA CARTA LIBERTATUM
Dokuz bölüm ve 63 maddeden ibarettir.
Birinci bölümde kilisenin özerkliği; ikinci bölümde feodal beylerin hakları; üçüncü bölümde feodal beylere bağlı kiracılar; dördüncü bölümde kentler, ticaret ve tüccarlardan; beşinci bölümde hukuk reformu; altıncı bölümde kraliyet memurlarının denetimi; yedinci bölümde kraliyet ormanları; sekizinci bölümde yabancı paralı askerlerle ilgili maddeler yer alır. Dokuzuncu ve son bölümde ise, kralın bu yasaya uymaması halinde soylulara, krala karşı direnme hatta savaşma hakkı verir. Yasanın en önemli maddesi ise 39. maddedir. Bu maddede modern hukukun suç ve cezada yasallık ilkesi ilk kez yer almaktadır.
Madde 39.-Hiçbir özgür kişi kendi zümresinden olanların hukuken geçerli bir hükmü ya da ülkenin bu konuda yasaları olmadıkça tutuklanamaz, hapse atılamaz, mallarından ve yasal haklarından yoksun bırakılamaz, sürgüne gönderilemez ya da kötü muamele edilemez. Biz de bu kişiye karşı zor kullanmayacağız, zor kullanılmasına izin vermeyeceğiz.




Ortaçağ boyunca Hıristiyanlık skolâstik felsefenin etkisinde karalığa gömülmüş, doğal hukukun Tanrısal iradeden mi, Tanrısal akıldan mı, kaynaklandığını tartışmıştır.




Ortaçağ biterken başlayan Rönesans ve onu izleyen reform hareketleri, felsefe, politika ve sosyal sahada yeni gelişmelere yol açacaktır. Her iki hareketinde temel nedeni yeni ve güçlü bir sınıf olan burjuvazinin feodalizme ve kilisenin skolâstik düşüncesine karşı yürüttüğü savaştır. Rönesanssın getirdiği en önemli yeni akım, Hümanizmdir. Hümanizm ilk çağ klasik kültürünün yeniden doğuşu ve inancın yerini aklın aldığı, insanı evrenin merkezi kabul eden, dogmaların yerine şüpheyi koyan düşüncedir. Bu düşünce akımları aydınlanmanın ve modernitenin ve dolayısıyla da çağımızın temelini oluşturacaktır. Reform ise temelinde bireyci ve özgürlükçü kaygılar taşımamakla birlikte, pek çok kan dökülmesi pahasına da olsa vicdan ve inanç özgürlüğünün gelişmesine yardımcı olmuştur. Reform bu yolla kilisenin gücünün azalmasında önemli bir rol oynamıştır.




Antik çağın devlet görüşüyle, Rönesanssın görüşlerini birleştiren ilk düşünür Niccolo Macchiavelli’dir. Ulus devlet yapısının kurucusu ve savunucusudur, devlet bir ulusa dayanıyorsa yeterli gücü var demektir. Din, ahlak ve hukuk devlete bağlıdır ve devlet gerektiğinde bunları bir araç olarak kullanmalıdır. Temel amaç devleti yaşatmak ve güçlendirmektir. Bu temel amaca ulaşmak için kullanılacak her araç kanuna uygundur. Ahlak ve hukuk, devletin sınırlarında biter. Ne yazık ki Makyavelizm adıyla tarihe geçen bu teori, modern ulus devletin de temelini oluşturmuştur. Ulus devletlerin yüz yıllık bir dönemde iki dünya savaşı ve binlerce bölgesel savaş çıkardıkları dikkate alınırsa, devletlerin karşı karşıya bulunduğu yerde ancak savaş vardır diyen Makyavel’in, haksız olduğu söylenemez.




Dönemin başka bir düşünürü Fransız Jean Bodin ise, monarşinin filozofudur. Bodin’e göre devleti devlet yapan egemenliktir ve bu egemenlik hiçbir şeyle sınırlanamaz. Ancak Bodin burada Makyavel’den ayrılarak, devletin başında bulunan kimselerin ahlak ve doğal hukuk yasalarına boyun eğmeleri gerektiğini belirtir. Yani Bodin’in hükümdarı, Makyavel’in Ulus devleti kadar sınırsız yetkilere sahip değildir.




17. yüzyılın başlarında, bazı hukukçular doğal hukuku kadere dayandırırken, diğer yandan da Stoaya dönüş ve stoayı yeniden canlandırma gözlenmektedir. Hollandalı hukukçu, Grotius diye anılan Hugo de Groot bu görevi üslenmiş ve doğal hukuku devletin temeli haline getirmiştir. Grotius’a göre doğal hukuk, insanın akıllı özünde yerleşik olan, dolayısıyla tarih içinde değişmeyen her türlü pozitif hukuktan önce ve üstün olan bir hukuktur. Bu tanım çağdaş insan hakları kavramının da temelini oluşturacaktır. Grotius Tanrının yerine “aklı” ve istemi koyuyor, Tanrının olmadığı ve insanların işlerine karışmadığı varsayılsa bile doğal hukukun geçerli olduğunu söylüyordu. Dahası doğal hukukun devletlerarasında da geçerli olduğunu belirten Grotius, bu düşüncesiyle de devletler hukukunun babası sayılır.




İngiliz natüralist düşünürü Hobbes’ a göre, her şey -maddi ya da ruhi, insanda ve devlette olan her şey- doğal nedenlere bağlıdır. Doğal nedenler de her yerde -zorunlu olarak- hep bir ve aynıdırlar. Hobbes, doğal hakkı “her insanın yaşamını korumak için kendi gücünü kullanması” olarak tanımlar. Hobbes’e göre Doğal yasalar “insanın kendi yaşamına zarar verecek her şeyi yasaklayan ve akıl yoluyla ortaya çıkarılan genel kurallardır”.




Doğal halde insan, nimetlerden elden geldiğince çok yaralanmak ister, bu nedenle “herkesin herkesle savaşı” durumu (bellum omnium contra omnes) başlar. İnsan insanın kurdu (Homo homini lupus) olur. İşte bu durumdan kurtulmak için güvenliği sağlamak için anlaşma ile devlet kurulur ve doğal durumdan yurttaş durumuna geçilir. Doğal hukuk ve ahlak da bu anlaşmalardan ve ortak değerlerden doğar. Ancak devlet yüzünden birliği olan bir doğal hukuk vardır. Bu görüşler 18. yüzyılda toplumsal sözleşme görüşünün öncüsü olmuştur.




Sosyalist görüşün başlangıcını da Rönesans’ta bulabiliriz. Eski Yunan’da Eflatun’un Devlet isimli eserinden sonra, ilk kez utopik (hayalci) sosyalizm kabul edilen eserler bu dönemde ortaya çıkmıştır. Saint Thomas Morus ‘un, bu görüşlere ismini veren eseri Utopia; Tommaso Campanella’nın “Civitas Solis” (Güneş Devleti) ve Francis Bacon’ın “Nova Atlantis” (Yeni Atlantis) isimli eserleri bu gün bile değerini koruyan önemli eserlerdir.




Bu dönemde monarşinin tartışılmaz gücü nedeniyle önemli politik belgelere rastlanmaz. Bu belgelerden ilki Suebya Maddeleri ya da Köylülerin 12. Maddesi’dir. Suebya maddeleri,1525 yılında Alman köylüleri tarafından hazırlanarak soylulara verilen bir dilekçedir. Köylülerin kendi rahiplerini seçebilmesi, avlanma ve orman ürünlerinden yararlanma izni verilmesi, angaryanın azaltılması, efendilerin köylülere daha fazla eziyet etmelerinin önlenmesi, ürünlerden makul ölçülerde pay alınması, topluma ait topraklara ve mirasa el konulmaması gibi istekler taşır.




Augsburg Din Barışı, Kayzer V.Karl ile ağabeyi Ferdinand tarafından 1555 yılında yayımlanan bir belgedir.14 maddelik bu belge ile halka din daha doğrusu mezhep özgürlüğü tanınmaktadır. Üçüncü belge Nantes Fermanıdır. 1598 yılında Fransa kralı IV. Henry tarafından yayımlanan 28 maddelik bir fermandır. Augsburg din barışı benzeri, halka mezhep özgürlüğü verilmesiyle ilgili bir belgedir.




Bu dönemde en önemli belge ise İngiliz Habeas Corpus (Habeas Corpus Act) yasalarıdır. Habeas Corpus çeşitli konularda çıkarılan yargısal emirlerdir. İlk basit örneklerine Magna Carta öncesi de rastlanır.17 yüzyılda yasadışı tutuklamalara karşı başvurulan bir işlem olarak kurumlaşmıştır. En önemli habeas corpus türü, kişi özgürlüklerinin çiğnenmesini önlemek için tutuklanmaların yasallığını, yargı kararına bağlayan habeas corpus’tur.1679 yılında çıkarılan Habeas Corpus Yasası ile bu hakların etkili kullanımını sağlamak amacıyla kesin kurallar konmuştur. Temel olarak, yargıç tarafından çıkarılan çağrılara (celp),tutukluların belli bir yere nakli ya da belli bir yerde bulundurulması ile ilgili yargı emirlerine tüm bürokrat ve soyluların uymasını, aksi halde cezalandırılmasını yasal hale getirir. Yine yasa başvuruların haksız yere reddedilmesi, adam kayrılması ve haksız yere davaların düşürülmesi ya da davaların haksız yere ertelenmesi kanun dışı sayılmaktadır. Ayrıca haksız uygulama nedeniyle zarara uğrayan tarafların şikâyetinin suçluluk duyurusu için yeterli olacağı, suçun tekrarı halinde suçluların cezalandırılacağı belirtilir. Habeas Corpus günümüzde de İngiliz ve ABD hukuk sisteminde geçerlidir.




18. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan Aydınlanma felsefesi devrim yaratan bir düşünce akımıdır. Akılcılığı, deneyciliği, eleştiriyi öne çıkaran, insanın evreni akıl yoluyla kavrayabileceğini ve bu yolla bilgi ve mutluluğa kavuşacağını ileri süren düşünce sistemidir. Ortak paydası özgürlük olan bu akım, monarşik ve tutucu ideolojiler yerini, demokratik, liberal, eşitlikçi düşünce ve ideolojilerin almasını hedeflemektedir. Bu gelişme sanayileşme ve kapitalizm temelinde gerçekleşecektir. Bilim alanında, bilimin insanın kaderini çizeceği düşüncesiyle bilimin teolojiden tamamen ayrılması istenmektedir. Dini sahada Yaradancılık (deizm), Hıristiyanlığı doğa dinini engellendiği için, Tanrı ile insan arasına giren kurumlara cephe alır. Felsefe, insanın doğasını ve ahlaki davranışlarını ele alarak bilimsel bir gözle incelemektedir. Aydınlanma, Fransız Devrimi ve onu izleyen modernite sonunda, çağdaş sivil toplumun, laisizmin, insan haklarının, özgürlük, eşitlik, kardeşlik düşüncesinin temelini oluşturmuştur. Bu düşünce de sonunda, kapitalizmin gelişmesine paralel olarak insan hakları, milliyetçilik ve ulus-devletin de temeli olacaktır.




Aydınlanma çağının pek çok düşünürü vardır. John Lock, Gratius’un, seküler doğal hukuk kavramını geliştirerek dinden tamamen ayırmıştır. John Lock doğal durumu, Hobbes’in aksine, “Doğal hukuka uygun davranan özgür ve eşit insanların toplum durumu” olarak tanımlamaktadır. İşte bu mutlu durumun sürdürülebilmesi için bir sözleşme ile devlet kurulur. Fransız devriminin ve çağın başka bir düşünürü Montesquieu’dur. Düşünür toplum sözleşmesini kabul etmez. Ona göre esas olan devlet biçimi değil, yasama, yargı ve yürütme güçlerinin bir elde toplanmamasıdır. Dönemin en tanınmış düşünürü ise Jean Jacques Rousseau’dur. Ruso da, Lock gibi doğal durumu insanların mutlu olduğu bir durum olarak görüyor. Ancak insanların birbirlerinden yardım istemeye başlamasıyla bu mutluluk ve eşitlik dönemi sona erer. Bu mutluluğun sürdürülebilmesi için kurulan devlet eşitlik ve özgürlükten yana değildir. İşte bu nedenle özgür ve eşit kişilerden oluşan halkın bütün bireyler “egemenlik” denilen üstün yönetim gücünü, karşılıklı istek ile aralarından bazı kişilere devrederler. Bu toplumsal sözleşme ile kurulan devlet kendisine yetki verenlerin isteklerini yerine getirmek zorundadır. Aksi takdirde sözleşme yenilenir. Yani ihtilal olur. Bu dönem, insan haklarıyla ilgili belgeler açısından,20. yüzyıl öncesi, en verimli çağdır.
 
HAKLAR BİLDİRİSİ-(BILL OF RIGHTS)
1688-89 yıllarında İngiltere’de, soylular, din adamları ve Avam Kamarası tarafından hazırlanıp hükümdar William ve Mary’e sunulan bildiridir. Toplam 25 maddedir. İlk 12 madde ölen kral II. James’in yaptığı haksızlıklar dile getirilir. Sonra gelen 13 maddede istekler yer almıştır. İlk dört madde kralın parlamentodan onay almadan yasaları iptal etmesinin, bazı kişilerin yasadan muaf tutulmasının, özel mahkemeler kurulmasının ve parlamentonun onayı olmadan para toplanmasının kanun dışı olduğu belirtilmektedir.5. madde çok önemli bir madde olup modern hukukta yer alan dilekçe hakkını tanımlar.
Madde 5. Krala rica ve minnet mektupları yollamak uyruklarının hakkıdır. Bu mektupların Kralca sunulmasından dolayı yapılan tutuklamalar ve kovuşturmalar yasadışıdır. 6. madde parlamentonun onayı olmadan sürekli bir ordu kurulmasının yasal olmadığı;7. maddede Protestanların gerektiğinde silah taşıyabilmeleri ile ilgilidir. 8. maddede parlamento seçimlerinin serbest olacağı belirtilmiştir.9.uncu madde yasama dokunulmazlığını ele alan yine çok önemli bir maddedir.
Madde 9.Konuşma özgürlüğü vardır; Parlamentodaki tartışmalar ve görüşmeler, parlamentodan başka hiçbir yerde ya da mahkemede suçlama ya da soruşturma konusu yapılmamalıdır. 10. maddede abartılı güvenlik önlemleri alınmamsı, kefaletlerin yüksek olmaması ve korkunç ve olağandışı cezalar verilmemesi;11. maddede jüri üyelerinin yasal yoldan seçilmesi ve atanması istenmektedir.12. madde yargılanmadan önce kişilere kefalet ve ceza konusunda söz verilmesini yasadışı ilan etmektedir.13. ve son madde ise parlamentonun sık sık toplanmasını istemektedir. Bütün İngiliz belgelerinde olduğu gibi bu belgede de Magna Carta’nın etkileri görülebilir.




VIRGINIA YURTTAŞ HAKLARI BİLDİRİSİ
İngiliz haklar bildirisinden yaralanılarak hazırlanan, İnsan ve yurttaş hakları bildirisinden önce yayımlanan en önemli belgedir. Kendinden sonra yayımlanan insan haklarıyla ilgili tüm belgeleri ve ABD Anayasası’nı büyük ölçüde etkilemiştir. Büyük bölümü George Mason tarafından kaleme alınan bildirge, 12 Haziran 1776 tarihinde Virginia yasama meclisi tarafından kabul edilmiştir.




VIRGINIA YURTTAŞ HAKLARI BİLDİRİSİ
Bu bildiri, Virginia halkının eksiksiz ve özgürce bir araya gelen temsilcileri tarafından ilan edilen bir haklar bildirisidir. Bu haklar Virginia halkı ve Virginia halkının gelecek temsilcileri için, yönetimlerinin temeli ve hukuki dayanağı olacaklardır.
1)Tüm insanlar doğuştan eşit derecede özgür ve bağımsızdırlar. Doğar doğmaz edindikleri bazı hakları vardır; siyasal bir topluluk kurdukları zaman, hiçbir anlaşmayla gelecek nesilleri bu haklardan yoksun bırakamaz, onları bu haklardan vazgeçmeye zorlayamazlar; yaşama ve özgürlük haklarıyla, mülk edinme ve sahip olma, mutluluk ve güvenlik arama ve kazanma olanağı da bunlar arasındadır.
2)Tüm güç halkta toplanır ve halktan gelir; yetkili kişiler halkın vekilleridir; halk için çalışırlar; halka karşı her zaman sorumludurlar.
3)Yönetim, halkın, ulusun ya da kamuoyunun ortak yararı, savunması ve güvenliği için kurulmuştur bu amaçla kurulmalıdır; çeşitli yönetimler ve yönetim biçimleri içinde en iyisi, en fazla mutluluğu ve güvenliği sağlayabilen ve iktidarın kötüye kullanılması tehlikesine karşı en etkin önlemleri alabilen yönetimdir; herhangi bir yönetim bu göreve layık olmadığını gösterir ya da bu görevi hiçe sayarsa, toplumun çoğunluğunun, kamu yararına en uygun gördükleri bir biçimde bu yönetimde ıslahata gitmek, yapısını değiştirmek ya da ilga etmek (ortadan kaldırmak) hakkı doğar, bu hak vazgeçilemez, devredilemez ve iptal edilemez bir haktır.
4)Herkese açık kamu görevinde bulunan hiçbir kişi ya da kişiler topluluğu, kamu yararına ters düşecek özel ve ayrı kazançlar ya da ayrıcalıklar sağlayamaz; bu görevler devredilemeyecekleri gibi, memurların milletvekillerinin ve yargıçların makamları da babadan oğula geçmemelidir.
5)Devletin yasama ve yürütme güçleri, yargılama gücünden ayrı ve bağımsız olmalıdır; bu ilk iki gücün üyeleri, halkın sıkıntılarını hissedebilmeli, bu sıkıntılara ortak olabilmeli ve belli aralıklarla, kendi seçim bölgelerine, özel yaşamlarına geri dönmelidirler ki, iktidarsızlık çekmesinler; kadrolardaki açıklar önceden kararlaştırılan, sürekli ve düzenli seçimlerle doldurulmalıdır; bu seçimlerde eski görevlilerin tamamı ya da bir kısmı, yasaya uygunluğa bakılarak yeniden seçilebilir.
6)Meclislerde halkın temsilcisi olarak çalışacak kişilerin seçimi serbesttir; topluma bağlılık ve sürekli genel ilgi beslediğine dair yeterli delil olan herkesin oy hakkı vardır; kamu yararı için, kendinin seçtiği temsilcilerin rızası olmadan, ne vergi ödemeye zorlanabilir, ne de mülkü elinden alınabilir; aynı biçimde kimse, kamu yararını göz önünde bulundurarak kabul etmediği yasalara uymakla yükümlü değildir.
7)Herhangi bir yetkinin, herhangi bir makam tarafından kullanılması, yasaların icrası ya da sürüncemede bırakılmaları, halk temsilcilerinin onayı olmadıkça, halkın haklarına tecavüzdür; bu yüzden asla yapılmamalıdır.
8)Tüm ciddi yolsuzluk ve suç hallerinde, herkes kendisi hakkında yapılan suçlamaları gerekçesini ve niteliğini sormak, suçlamayı yapanlara, tanıklarla yüzleşmek, kendi lehine olan delileri göstermek, kendi çevresinden seçilmiş tarafsız bir jüri önünde hızla yargılanmak hakkına sahiptir. Kimse jüri oybirliği ile kara vermedikçe suçlu sayılamayacaktır. Hiç kimse kendi aleyhinde delil göstermeye zorlanamaz. Ülkenin bu konuda bir yasası ya da kendisine eşit kişilerin bir kararı olmadıkça kimsenin özgürlüğü elinden alınamaz.
9)Hiç kimseden aşırı kefalet akçesi istenemez; yüksek para cezaları ya da zülüm sayılabilecek, olağandışı cezalar verilemez.
10)Bir memura ya da özel görevliye, işlenen suç hakkında açık bir delil olmadan kuşkulu yerleri araması ya da tarif edilmemiş, suçu açıkça anlatıp, deliler gösterememiş kişi ya da kişileri yakalaması için verilen arama ve tutuklama müzakereleri haksız ve despotiktir; bu tür müzakerelerin verilmemesi gerekir.
11)Mülkiyetle ilgili ya da kişiler arasında özel davalarda, eski, jüriyle yargılama yöntemine dokunulmamalı ve bu yöntem diğer yargılama yöntemlerine yeğlenmelidir.
12)Özgürlüğün en güçlü kalelerinden birisi de basın özgürlüğüdür; despotik yöntemler dışında asla sınırlandırılamaz.
13)Vatandaşlar arasından seçilen, silahlı eğitim görmüş kişilerden kurulu, düzenli bir milis gücü özgür bir ülkenin en uygun, en doğal ve en emin güvenlik aracıdır; barış zamanında sürekli ordular bulundurmak, ülkenin iç özgürlüğü için tehlikeli sayılmalı ve bundan kaçınılmalıdır. Ordu her durumda, sivil gücün emri altında bulunmalı ve sivil güç tarafından yönetilmelidir.
14)Halkın bölünmez bir yönetim kurmaya hakkı vardır, bu yüzden bu sınırlar içinde Virginia yönetiminden ayrı, bağımsız bir yönetim kurulamaz ya da oluşturulamaz.
15)Ancak adalete, ılımlılığa, tutumluluğa, alçakgönüllülüğe ve erdeme sıkı sıkıya bağlı kalarak, her fırsatta temel ilkeleri anarak, bir halk özgür bir yönetime ve özgürlüğün nimetlerine sahip olabilir.
16)Yaradan’a borçlu olduğumuz görevimiz, dinimiz ve bunu yerine getirme tarzımız, şiddet ve baskıyla değil, ancak irade ve inançla belirlenebilir; bu yüzden herkes, dinin gereklerini, vicdanın buyruklarına göre yerine getirmek hakkına sahiptir; birbirine karşı Hıristiyan sabrını, sevgisini ve merhametini göstermek herkesin görevidir. 12 Haziran 1776.




HAKLAR BİLDİRİSİ-Bill Of Rights
Dünyanın ilk yazılı anayasası olan ABD Anayasası’nın,15 Aralık 1791 yılında kabul edilen, ilk ek 10 maddesidir. Virginia haklar bildirgesini hazırlayan, James mason tarafından hazırlanmıştır. En önemli özelliği bu hakların anayasal haklar haline gelmesi ve kongrenin bu yasalara aykırı yasa çıkaramamasıdır.
En önemli maddesi 1. maddesidir.
Madde 1.-Kongre bir dine resmi din statüsü verecek ya da bir dinin gereklerinin serbestçe yerine getirilmesini engelleyecek ya da söz ve basın özgürlüğünü, toplanma ve dilekçe hakkını kısıtlayacak hiçbir yasa çıkaramaz.
2 ve 3. madde silah taşıma ve asker yetiştirilmesi; 4. madde haksız arama ve tutuklama;
5. madde ağır suçlarda jüri kararını, aynı suçtan bir kez yargılanma ve kişileri kendi aleyhlerine ifade vermeye zorlanamaması, yasal usullere uyulmadan kimsenin can ve mal güvenliğine dokunulamayacağı;
6 ve 7. madde kişilerin en kısa sürede halka açık olarak yargılanması ve avukat tutmasına müsaade edilmesi;
8. madde ağır kefalet ve olağandışı cezalar;9. madde Tek tek sayılmayan diğer haklarla;
10. madde ise eyaletlerin yetkileri ile ilgilidir.




İNSAN VE YURTTAŞ HAKLARI BİLDİRİSİ-Déclaration Des Droits De L’Homme Et Du Citoyen
Fransız insan ve yurttaş hakları bildirisi olarak da tanınır. Fransız ulusal meclisi tarafından hazırlanarak 26 ağustos 1789 tarihinde kabul ve ilan edilmiştir. Bildiri çağdaşlarının hiçbiri ile kıyaslanmayacak kadar büyük bir yankı uyandırmıştır. Bildiri Rönesans ve aydınlanma döneminin bütün düşüncelerinin özeti ve yansımasıdır. Burada liberal devlet, liberal ekonomi ve buna bağlı olarak bireysel girişim savunulur. Temel felsefesi akılcılık olan bildiride, pek çok çağdaş hukuk ilkesi yer alır. Bu bildiriyi diğer bildirilerden ayıran temel özellik ise, bildirinin evrensel ve anayasal nitelikte olmasıdır. Bildiri burjuva sınıfının soylulara ve din adamlarına karşı kazandığı kesin zaferin tescilidir. Bu nedenle de sosyalist düşünürler tarafından, devrim kan asaleti yerine para asaleti getirdiği için küçümsenecek; demokrasinin yerine zenginler yönetimi (plütokrasi) getirdiği için suçlanacaktır.




İNSAN VE YURTTAŞ HAKLAR BİLDİRİSİ.
Fransız halkının, Ulusal Meclisi oluşturan temsilcileri, halkın mutsuzluklarına ve hükümetlerin yozlaşmasına tek neden olarak, insan haklarının bilinmemesini, unutulmasını ve çiğnenmesini gördüklerinden, insanın doğal, vazgeçilmez ve kutsal haklarını resmi bir bildirge ile açıklamaya karar verdiler; ta ki bu Bildiri, bütün toplum üyelerinin zihninde yer ederek, onlara her an haklarını ve görevlerini hatırlatsın; ta ki, yasama gücü ile yürütme gücünün bütün tasarruflarının, her kurumun kendi amaçlarıyla kıyaslamaya her an olanak vererek bu tasarruflara daha iyi uyulmasını sağlasın; ta ki, bundan böyle yalın ve tartışılmaz ilkelere dayanacak olan yurttaş şikâyetlerine, her durumda anayasanın korunması ve herkesin mutluluğu doğrultusunda bir çözüm getirilmesine ışık tutsun.
Dolayısıyla, Ulusal Meclis, Yüce Varlığın huzurunda, insan ve yurttaş haklarını şu şekilde saptar ve açıklar.
Madde 1.-İnsanlar, hukuksal olarak, doğuştan özgür ve eşittirler ve öyle kalırlar. Toplumsal farklılıklar ancak ortak yarara dayanabilir.
Madde 2.-Her siyasal topluluğun amacı insanın doğal ve vazgeçilmez haklarının korunmasıdır. Bu haklar özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnme haklarıdır.
Madde 3.-Her tür egemenlik ilkesi, temel olarak millete dayanır, hiçbir organ, hiçbir birey açıkça milletten kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaz.
Madde 4.-Özgürlük, başkasına zarar vermeyen her şeyi yapabilmek demektir. Halde her insanın doğal haklarının kullanılması ancak toplumun öteki üyelerinin sağladığı aynı nitelikteki haklarla sınırlanabilir. Bu sınırlar ancak yasayla belirlenir.
Madde 5.-Yasa, yalnızca topluma zarar verici eylemleri yasaklar. Yasa tarafından yasaklanmayan hiçbir şeye engel olunamaz ve hiç kimse yasanın emretmediği bir şey yapmağa zorlanamaz.
Madde 6.-Yasa genel iradenin ifadesidir, tüm yurttaşlar doğrudan ya da temsilcileri aracılığıyla, yasa yapmağa hakkı vardır, yasa, korurken ve cezalandırırken, herkes için aynı olmalıdır. Yasa önünde eşit olduklarından, tüm yurttaşlar her türlü yüksek görev, mevki ve kamu görevi almada eşit durumdadırlar; erdem ve yeteneklerden başka aralarında bir ayırım yapılamaz.
Madde 7.-Hiç kimse yasada belirlenen durumlar ve yasada öngörülen biçimler dışında suçlanamaz, tutuklanamaz ve alıkonamaz. Keyfi emirlerin verilmesini isteyen, bu emirleri veren, uygulayan ya da uygulattıran kişiler cezalandırılır; buna karşılık yasaya uygun olarak çağrılan ya da yakalanan her yurttaş hemen boyun eğmelidir, karşı koyarsa suçlu olur.
Madde 8.-Yasa ancak açık ve kesin olarak gerekli cezaları getirebilir, hiç kimse işlenen suçtan önce çıkarılarak ilan edilen ve usulüne göre uygulanan bu yasaya dayanmadan cezalandırılamaz.
Madde 9.-Bir insan suçlu olduğu açıklanıncaya kadar masum sayılır. Tutuklanması gerektiğinde elde tutmayı sağlamak için gerekli olmayan her türlü şiddet yasaca ağır bir biçimde cezalandırılır.
Madde 10.-Hiç kimse düşünsel inançları dâhil, inançlarından dolayı rahatsız edilemez; Elverir ki bu inançların açıklanması yasa tarafından sağlanan kamu düzenini bozmasın.
Madde 11.-Düşünce ve inançların başkalarına özgürce iletilmesi insanın en önemli haklarından biridir, her yurttaş özgürce konuşabilir, yazabilir ve bunları basıp yayabilir; bu özgürlüğün kötüye kullanılmasından ancak yasaca belirtilen durumlarda sorumlu olur.
Madde 12.-İnsan ve yurttaş haklarının güvenceye altına alınması bir kamu gücünün varlığını gerektirir, bu güç, onları emaneten ellerinde tutanların kişisel yararları için değil herkes için kurulmuştur.
Madde 13.-Kamu gücünün sürdürülmesi ve idarenin giderlerini karşılamak için herkesçe ödenecek bir vergi zorunludur; bu vergi bütün yurttaşlardan, zenginliklerine göre eşit olarak alınmalıdır.
Madde 14.-Tüm yurttaşlar, doğrudan doğruya kendileri ya da temsilcileri aracılığıyla, vergilerin gerekliliğini özgürce onamak, bunların nasıl kullanıldığını izlemek, vergi miktarını, matrahını, toplanışını ve süresini saptamak hakkına sahiptirler.
Madde 15.-Toplum, her devlet memuruna, yönetimin hesabını sormak hakkına sahiptir.
Madde 16.-Hakları güvence altına alınmamış, kuvvetler ayrılığı belirlenmemiş toplumların anayasası yok demektir.
Madde 17.-Mülkiyet, dokunulmaz ve kutsal bir haktır. Yasaca belirlenen kamu hizmetleri için açıkça gerekli görülmedikçe, adil ve peşin bir tazminat ödenmedikçe, hiç kimse bu haktan yoksun bırakılamaz.




18. yüzyıl sonlarında doğal hukuka karşı tepkiler başladı. Davit Hume ve bazı bilim adamları doğal hakların kaos yaratacağını ileri sürüyorlardı. Doğal hukuk ve doğal haklar gerçek dışı ve metafizik kavramlar olarak görülüyordu. Bütün bu tepkilere rağmen doğal hukuk kavramını 20. yüzyıla taşıyan Kant’ın doğal hak düşüncesidir. Kant “Aklın biçimsel çerçevesi içinde, geçerli bir hak sistemi elde edileceğini” belirtmektedir.




Fransız devrimiyle en yüksek noktasına varan politik ve ekonomik liberalizm düşüncesi, ne yazık ki kısa bir süre sonra halk kitlelerinde hayal kırıklıkları yaratmıştır. Ekonomik liberalizm beklenen zenginlikleri yaratamadığı gibi, politik liberalizm de (özgürlük, eşitlik) sağlayamamıştır.1848 devrimi bu hayal kırıklıklarının sonucudur.




Bu dönemde Karl Marx,sosyalizmin kurucusu olarak gündeme girmektedir. Kapitalizmin alternatifi olarak ortaya çıkan sosyalizm ya da Marksizm, kapitalizmin özgürlük ve eşitliği sağlayamayacağını ileri sürmektedir. Marx’a göre alt yapı ekonomiktir, ancak üretim araçlarının kitlelere mal edilmesiyle sağlanacak ekonomik güç, politik eşitlik ve özgürlüğü sağlayacaktır. Bu düşünce 1917 Sovyet ve daha sonra Çin devriminin de temelini oluşturacak, Evrensel Bildirgede ekonomik, sosyal ve kültürel hakların yer almasını sağlayacaktır. Tepkiler 19 ve 20. yüzyılda da devam etti. Temel sav, hakların yarara dayandığı ve kültür ve çevre gibi değişkenlere göre değiştiği için doğal hakların var olamayacağı düşüncesidir.
20. yüzyılın ilk yarısında doğal hukuk kavramı önemini yitirdi. Ancak doğal hukuk kavramı yerini insan hakları hukukuna bıraktı. Bu çıkışın nedeni doğal hukuk değil, insanların, tüm insanlar için geçerli ve insanların onurunu ya da değerini koruyacak ortak bir değer arama fikridir. İki dünya savaşında milyonlarca insanın ölmesi, yüz milyonlarca insanın sakat, aç ve sefil kalması; insanların tüm yasal haklarının çiğnenmesi, bu arayışın nedenleridir. Hakları çiğnenen hakların sosyal patlamalara neden olacağı fikri de diğer bir nedendir. Daha önemlisi savaştan bıkan ve korkan insanlığın kalıcı barışın insan haklarına saygı yoluyla sağlanabileceği düşüncesidir. Dinsel hukuk dogması yerine doğal hukuk dogmasının konulması, değişen ve gelişen toplumlara değişmez kurallar konmasının yanlışlığı insan hakları hukukunun temelidir. Bu hakların devletler üstü düzeylerde ele alınmasının temel nedeni ise bu hakları en geniş ölçüde ihlal edenlerin, bu hakları korumakla görevli devletler olmasındandır.




DÖRT ÖZGÜRLÜK
F.D.Roosevelt’in 6 Ocak 1942 tarihinde Kongrede yaptığı konuşma, evrensel bildiri öncesi çok önemli bir belgedir. “Güven altına almak istediğimiz gelecek günlerde, insanın dört temel özgürlüğü üzerine kurulmuş bir dünya bulacağımızı umuyoruz. Bu özgürlüğün ilki, dünyanın her yerinde konuşma ve ifade özgürlüğüdür. Bu özgürlüklerin ikincisi her yerde herkesin Tanrıya kendi istediği biçimde tapabilmesi özgürlüğüdür.
Bu özgürlüklerin üçüncüsü, yokluktan kurtulma özgürlüğüdür. Bu, dünyanın her yerinde, her ulusa halkı için sağlıklı bir barış ortamını sağlayacak evrensel bir ekonomik yakınlaşmanın kurulması anlamına gelir.
Bu özgürlüklerin dördüncüsü, endişeden kurtulma özgürlüğüdür. Bu, dünyanın her yanında her devletin komşusunu silah zoruyla istila edemeyecek duruma gelene değin sürdürülecek etkin ve genel bir silahsızlanma anlamına gelir.”




İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRİSİ
26 Haziran 1945 tarihinde imzalanan Birleşmiş Milletler Antlaşması ile ikinci kez devletler üstü bir örgüt kuruluyordu. Antlaşmanın başlangıç bölümünde ve bazı maddelerinde insan haklarından söz edilmektedir. Ancak insan haklarını sayılmamış ve içeriğini açıklanmamıştır. Daha sonra Bayan Roosevelt başkanlığına kurulan İnsan hakları komisyonu, bildirinin babası sayılan Fransız hukukçu René Cassin ‘in büyük katkısıyla bildirgeyi hazırlamıştır. Bildiri 10 Aralık 1948 günü Birleşmiş Milletler’e üye 56 ülkeden 48 ülkenin oyuyla kabul edilmiş, sekiz ülke çekimser kalmıştır.
Bildiri incelendiğinde, bildirinin o güne kadar çeşitli belgelerde yer alan bütün hakları kapsadığı gibi, bazı yeni hakları da ele aldığı görülür. Bildirinin başka bir özelliği de temelini doğal hukuktan değil, insan hakları hukukundan almasıdır. Bildiri aydınlanmanın rasyonalizmi ve liberalizmin pragmatizmini, Sovyetlerin sosyalist düşüncesi ile bağdaştırmaya çalışmıştır.
İlk 22 maddede klasik haklar, 22-28 maddelerinde ise ekonomik, sosyal ve kültürel haklar ele alınmıştır. Son iki madde ise hakların kullanımı ile ilgili genel kuraları belirler. Yeni haklar ilki,13. maddenin a bendinde yer alan serbest dolaşım ve yerleşme hakkıdır. Maddenin uygulanabilmesi için devletlerin sınırlarını kaldırmaları gerekir. Bu nedenle bu hak, hayalî bir hak olarak tanımlanır. Yine başka bir yeni hak 14. maddede yer alan sığınma hakkıdır. Ekonomik, sosyal ve kültürel haklar arasında yeni haklar, Sosyal güvenlik, çalışma ve işsizlikten korunma, sendika, ücretli tatil, dinlenme, eğlenme ve sağlık gibi haklardır. 29. maddede hakların sınırları ve hakların yanında yer alan ödevler belirtilir.30. maddede ise bu hak ve özgürlüklerin, hak ve özgürlükleri yok etmek amacıyla kullanılamayacağı, yani özgürlük ve hakları yok etme özgürlüğü olmadığını açıkça belirtilir.




İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ
Başlangıç; İnsanlık ailesinin tüm üyelerinin sahip olduğu onurun, eşit ve devredilmez haklarını tanımanın, dünyada özgürlük, adaleti ve barışın temeli olduğunu; İnsan haklarını göz ardı ederek hor görmenin insanlık vicdanını yaralayan barbarca eylemlerle sonuçlandığını ve insanlığın söz ve inanç özgürlüğüyle korku ve yokluktan arınma özgürlüğünden yararlanacağı bir dünyanın herkesin en yüksek beklentisi olduğunun ilan edilmiş bulunduğunu; İnsanın zorbalık ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya başvurmak zorunda kalmaması için, İnsan haklarının hukuk düzeniyle korunması gerektiğini; Uluslararasında dostça ilişkiler geliştirmeyi özendirmenin temel olduğunu; Birleşmiş Milletler halklarının, Anlaşmada, temel insanın haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, erkeklerle kadınların hak eşitliğine olan inancını yeniden belirttiğini ve daha geniş bir özgürlük içinde toplumsal gelişme ve daha iyi bir yaşam düzeyi sağlamaya karar vermiş olduğunu; Üye Devletlerin Birleşmiş Milletlerle işbirliği içinde, insan haklarının ve temel özgürlüklerin evrensel olarak saygı görüp gözetilmesini sağlamayı yükümlendiklerini; Bu hak ve özgürlükler konusunda ortak bir anlayış oluşturmanın bu yükümlülüğün tam olarak gerçekleşmesi için büyük önem taşıdığını göz önüne alarak, Genel Kurulu, Toplumun her bireyi ve organının bu Bildiriyi sürekli olarak göz önünde bulundurarak eğitim ve öğretim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygıyı geliştirmeye ve ulusal ve uluslararası geliştirici önlemlerle, gerek üye devlet halkları, gerekse bu devletlerin yargı yetkisi içindeki ülkelerin halkları arasında bu hak ve özgürlüklerin evrensel ve etkin biçimde tanınıp gözetilmesini sağlamaya çaba göstermeleri amacıyla tüm halklar ve uluslar için bir ortak başarı ölçüsü olarak bu İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni ilan eder.
Madde 1.-Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdan sahibidirler; birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
Madde 2.-
a)Herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasal veya başka herhangi bir inanış, ulusal veya toplumsal köken, servet, doğuş veya herhangi bir ayırım gözetilmeksizin bu bildiri ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.
b)Bundan başka, gerek bağımsız ülke uyruğu olsun, gerek bağımlı bulunan özerklikten yoksun veya başka bir egemenlik sınırlamasına bağlı ülke uyruğu olsun, hiç kimse hakkında, uyruğu bulunduğu devlet veya siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayırım gözetilmeyecektir.
Madde 3.-Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
Madde 4.-Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz; kölelik ve köle ticareti, her türlü biçimiyle yasaktır.
Madde 5.-Hiç kimseye işkence yapılamaz; acımasız, insanlık dışı, onur kırıcı ceza verilemez ve böyle davranışlarda bulunulamaz.
Madde 6.-Herkesin, her nerede olursa olsun, hukuksal kişiliğinin tanınmasını isteme hakkı vardır.
Madde 7.-Herkes yasa önünde eşittir ve ayrımsız olarak yasanın korumasından eşitçe yararlanma hakkına sahiptir. Herkesin, bu bildiriye aykırı her türlü ayrımlı işleme karşı ve böyle bir ayrımlı işlem için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.
Madde 8.-Herkesin anayasa veya yasa ile kendisine tanınan temel haklara aykırı işlemlere karşı, eylemli sonuç verecek biçimde, ulusal mahkemelere başvurma hakkı vardır.
Madde 9.-Hiç kimse keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonulamaz veya sürülemez.
Madde 10.-Herkes haklarının, borçlarının veya kendisine karşı ceza niteliği taşıyan herhangi bir suçlamanın saptanmasında, tam bir eşitlikle davasının bağımsız ve yansız bir mahkemece, hakseverlikle ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.
Madde 11.-
a)Bir suç işlemekten sanık olan herkes, savunması için kendisine gerekli bütün düzenlemelerin sağlanmış bulunduğu açık bir yargılama sonunda yasaca suçlu olduğu saptanmadıkça suçsuz sayılır.
b)Hiç kimse, işlendikleri sırada ulusal veya uluslararası hukuka göre suç olmayan eylem veya eylemsizliklerinden ötürü mahkûm edilemez. Bunun gibi, kimseye, suçun işlendiği sırada (o suç için) uygulanmakta olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Madde 12.- Hiç kimse özel yaşamı, ailesi, konutu veya yazışması konularında keyfi karışmalara, onur ve ününe karşı saldırılara uğratılamaz. Herkesin böyle karışma ve saldırılara karşı yasal korunma hakkı vardır.
Madde 13.-
a)Herkesin herhangi bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır.
b)Herkesin kendi ülkesi de içinde olmak üzere herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkı vardır.
Madde 14.-
a)Herkesin, kıyım karşısında başka ülkelere sığınma ve ülkelerce kendisine mülteci olarak davranılmasını isteme hakkı vardır.
b)Bu hak, adi bir suça veya Birleşmiş Milletler ilkesi amaçlarına aykırı etkinliklerden dolayı açılan kovuşturmalar durumunda ileri sürülemez.
Madde 15.-
a)Her bireyin bir yurttaşlığa hakkı vardır.
b) Hiç kimse keyfi olarak yurttaşlığından veya yurttaşlığını değiştirme hakkından yoksun bırakılmaz.
Madde 16.-
a)Evlilik çağına varan her erkeğin ve her kadının, ırk, yurttaşlık veya din bakımlarından hiçbir kısıtlamaya uğramaksızın, evlenme ve aile kurma hakkı vardır.
b)Evlenme sözleşmesi, ancak evleneceklerin özgür ve tam iradeleriyle yapılır.
c)Aile, toplumun doğal temel öğesidir; toplumca ve devletçe korunma hakkı vardır.
Madde 17.-
a)Herkesin tek başına veya başkalarıyla ortaklaşa mal ve mülk edinme hakkı vardır.
b)Hiç kimse mal ve mülkünden yoksun bırakılamaz.
Madde 18.-Herkesin düşün, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, din veya inanışını değiştirmek özgürlüğünü, dinini veya inanışını tek başına veya topluca, açık olarak veya özel biçimde, öğrenim, uygulama, tapınma ve dinsel törenlerle açığa vurma özgürlüğünü kapsar.
Madde 19.- Herkesin düşün ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın, bilgi ve düşünceleri her yoldan araştırmak, elde etmek ve yaymak hakkını gerektirir.
Madde 20.-
a)Herkesin silahsız ve saldırısız toplanma, dernek kurma ve derneğe katılma özgürlüğü vardır.
b)Hiç kimse bir derneğe girmeye zorlanamaz.
Madde 21.-
a)Herkesin doğrudan doğruya veya serbestçe, seçilmiş temsilciler aracılığıyla ile ülkenin kamu işleri yönetimine katılma hakkı vardır.
b)Herkesin, ülkesinin kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkı vardır.
c)Halkın iradesi, hükümet gücünün temelidir; bu irade, gizli olarak veya serbestliği sağlayacak benzeri bir yönteme uyularak genel ve eşit oy verme yoluyla yapılacak ve belirli aralıklarla yinelenecek olan dürüst seçimlerle belirlenir.
Madde 22.-Herkesin, toplumun bir üyesi olarak, sosyal güvenliğe hakkı vardır. Herkesin onuru ve kişiliğinin serbestçe gelişimi için gerekli olan ekonomik, toplumsal ve kültürel hakların, ulusal çaba ve uluslararası işbirliği yoluyla ve her devletin örgüt ve kaynakları ile orantılı olarak gerçekleştirilmesi hakkı vardır.
Madde 23.-
a)Herkesin çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adaletli ve elverişli çalışma koşullarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.
b)Herkesin, hiçbir ayırım gözetilmeksizin, eşit çalışma karşılığında eşit ücrete hakkı vardır.
c)Herkesin, çıkarlarının korunması, için sendikalar (meslek örgütleri) kurma ve bunlara katılma hakkı vardır.
Madde 24.-Herkesin dinlenmeye, eğlenmeye, özellikle çalışma süresinin makul ölçüde sınırlandırılmasına ve belirli dönemlerde ücretli izine çıkmaya hakkı vardır.
Madde 25.-
a)Herkesin, gerek kendisi, gerek ailesi için yiyecek, giyim, konut, doktor bakımı ve gerekli sosyal hizmetleri de içermek üzere, sağlığını ve refahını sağlayacak elverişli bir yaşam düzeyine ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, ihtiyarlık durumlarında veya kendisini geçim olanaklarından iradesi dışında yoksun bırakacak başka durumlarda güvenceye hakkı vardır.
b)Anaların ve çocukların özel bakım ve yardım görmeye hakları vardır. Bütün çocuklar evlilik içi veya evlilik dışı doğmuş olsunlar, aynı sosyal güvenceden yararlanırlar.
Madde 26.-
a)Herkesin eğitilme hakkı vardır. Eğitim parasızdır; hiç değilse ilk ve temel eğitim evrelerinde böyle olmalıdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve meslek öğretiminden herkes yararlanabilmelidir. Yüksek öğretim, yetenek ve becerilerine göre, herkese tam ve eşitlikle açık olmalıdır.
b)Eğitim, insan kişiliğinin tam gelişmesi ve insan haklarıyla temel özgürlüklere saygının güçlenmesi amacına yönelik olmalıdır. Bütün uluslar ırk ve din toplulukları arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu özendirmeli ve Birleşmiş Milletler’in barışın sürekli olması yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir.
c)Çocuklara verilecek eğitimin türünü seçmek, öncelikle ana babanın hakkıdır.
Madde 27.-
a)Herkesin, toplumdaki kültürel yaşama serbestçe katılma, güzel sanatların zevkini tatma, bilimsel alandaki ilerleyişe katılma ve bundan yararlanma hakkı vardır.
b)Herkesin, sahibi bulunduğu her türlü bilim, edebiyat veya sanat yapıtlarından doğan manevi ve maddi çıkarların korunmasına hakkı vardır.
Madde 28.- Herkesin bu bildiride öngörülen hak ve özgürlüklerin tümüyle uygulanmasını sağlayacak toplumsal ve uluslararası bir düzen hakkı vardır.
Madde 29.-
a)Herkesin, kişiliğinin serbest ve tam gelişmesi, ancak içinde yaşaması ile olanaklı bulunan topluluğa karşı ödevleri vardır.
b)Herkes haklarını kullanırken ve özgürlüklerinden yararlanırken, ancak yasanın salt başkalarının hak ve özgürlüklerinin tanınmasını ve bunlara saygı gösterilmesini sağlamak ve demokratik bir toplumda ahlakın kamu düzeninin ve genel refahın haklı gereklerini yerine getirmek amacıyla, koymuş olduğu kısıtlamalarla bağlı olur.
c)Bu hak ve özgürlükler hiçbir yoldan Birleşmiş Milletler’in amaç ve ilkelerine aykırı olarak kullanılamaz.
Madde 30.-Bu bildirgenin hiçbir kuralı, onda açıklanan hak ve özgürlüklerin, bir devlet, topluluk veya kişi tarafından yok edilmesi amacını güden bir girişime geçme ya da böyle bir işi eylemli olarak yapma hakkını oluşturduğu anlamında yorumlanamaz.
Evrensel bildirinin en önemli özelliği bağlayıcı olmaması ve insan hakları ihlallerin karşı herhangi bir yaptırımının da bulunmamasıdır. Bu nedenle B.M. İnsan hakları komisyonu görevini bırakmamış ve bildirinin saydığı hakları koruyacak bağlayıcı bir sözleşme yapmak için görevini sürdürmüştür.18 yıl süren uzun bir çalışmadan sonra, ikiz sözleşmeler olarak da anılan iki sözleşme hazırlanmıştır. Sözleşmeler 16 Aralık 1966 yılında B.M. tarafından kabul edilmiştir. Ancak sözleşmelerin yürürlüğe girebilmesi için gereken 35 ülkenin onayı, 1976 yılında tamamlanabildiğinden bu tarihte sözleşmeler yürürlüğe girmiştir.




INTERNATIONAL COVENANT ON ECONOMIC, SOCIAL AND CULTURAL RIGHTS
“Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”. Sözleşme 31 maddedir. Evrensel bildirgede yer alan haklar daha geniş ve ayrıntılı olarak sayılmıştır. Denetleme mekanizması olarak ayrı bir organa yer verilmemiş, sadece üye devletlerden belli dönemlerde rapor vermeleri istenmiştir




INTERNATIONAL COVENANT ON CIVIL AND POLITICAL RIGHTS
“Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”.
Sözleşme 54 maddedir. İnsan Hakları Komitesinin çalışmasını düzenleyen 14 maddelik Kişisel Ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi Seçmeli Protokolü de bu sözleşmenin bir parçasıdır. Bu sözleşmede, evrensel bildiride yer alan bazı kişisel haklara yer verilmemiştir. Bunlar evrensel bildirinin ütopik kabul edilen, kişilerin başka ülkelerde serbestçe dolaşabilme ve yerleşmeleri hakları ile sığınma hakkıdır. Buna karşılık bu sözleşmede evrensel bildiride bulunmayan bazı haklara yer verilmiştir. Bu yeni haklar, ulusların kendi kaderlerini belirleme (self determination) hakkı; Ulusların kendi doğal kaynaklarına ve zenginliklerine sahip olma ve bunları serbestçe kullanabilme hakkıdır. Sözleşmenin başka bir önemli farkı savaş propagandasının ve ulusal, ırksal ve dinsel düzeyde kin ve nefret yaratacak görüşlerin yayılmasının yasaklanmasıdır.
Sözleşmenin en önemli yeniliği ise bu haklara uyulup uyulmadığını denetleyen İnsan Hakları Komitesinin kurulmuş olmasıdır. Yine bu komiteye, üye devletin kabul etmesi koşuluyla kişisel ve devletlerarası başvurma hakları tanımıştır. Yazık ki komitenin yetkisi uzlaştırma ve aracılıkla sınırlıdır. Alwin Diemer, Evrensel Bildiri ile ikiz sözleşmeleri karşılaştırırken gelecekte beklenen sentezden söz etmektedir. 1948 bildirisinin önkoşulları geçmişte yaşanan barbarlıklar, savaş ve milyonlara karşı yapılan korkunç davranışlar ile diğer taraftan özgür dünya özlemidir. Bu bildiri aydınlanma geleneğine uygun bir bildiridir.




1966 sözleşmelerinde ise koşullar farklıdır.1948 bildirisi “Bütün insanlar ” kelimesiyle başlar ve neredeyse her madde herkes, kimse gibi kelimeler kullanılır.1966 Sözleşmeleri ise Tüm halklar kelimesi ile başlar, diğer maddelerinde de genel olarak halklar ya da devlet kelimeleri yer alır. Burada, insanın insanlık dışı davranışlardan kurtarılması isteği değil, devletlerin kendilerine bir anayasa koymaları isteğidir. Burada evrensellik değil, kültürlerin özerkliğine ilişkin çoğulculuk belirleyici rol oynamıştır. Sonuç olarak, 1948 Bildirisi tezdir. 1966 Sözleşmeler ise antitezdir. Gelecekte bir sentez için çalışılmalıdır. 1948 Bildirisinin temel özelliği evrenselliği ve temel insan anlayışının aydınlanmanın akılcı felsefesine dayanmasıdır. 1966 Sözleşmeleri ise, insanın bu soyut ve tek yanlı olduğu söylenen ve eleştirilen ana özelliğini ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Gelecekte sentez için ilk cümle şöyle olmalıdır.”Bütün insanlar dünya kültürünün üyeleridir.”
İnsan hakları ile ilgili uluslararası sözleşme, protokol ve benzeri belgeler yüzlerce sayfayı doldurmaktadır. Burada ilk çağdan, evrensel bildiriye kadar geçen dönemde, insan haklarıyla ilgili gelişmeler genel olarak incelenmeye çalışılmıştır. Bu konudaki diğer gelişmeler ayrı bir yazı konusu olarak ele alınabilir.
 
KAYNAKÇA
-Anabritanica.
– Meydan Larousse.
-Felsefe Ansiklopedisi-O.Hançerlioğlu.
-Belgelerle İnsan Hakları-Muzaffer Sencer. Beta yayınları 1988
– Hürriyet Bildirgeleri Magna Charta’dan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine-Derleyen Janko Musulin, Türkçesi çevri Necmi Zeka .Belge Yayınları 1983
– Felsefe Tarihi-Prof.Macit Gökberk.
– İnsan Haklarının Felsefi Temelleri Uluslararası Semineri- seminer notları-Hazırlayan
  İ.Kuçuradi. Hacettepe Üniversitesi Türkiye ve Orta Doğu Araştırmlaraı Enstitüsü 
  1982
-İnsan Hakları-Jacques Mourgeon,çeviri A.Ekmekçı,A.Türker- İletişim Yayınları 1990
– İnsan Haklarının Uluslararası Boyutları-Prof.Münci Kapani- Bilgi Yayınevi 1987
– Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu 1/2 – Prof.Bülent Tanör- BDS yayınları 1991
-İnsan Hakları ve Kamu Özgürlükleri-Prof.Ahmet Mumcu- Savaş  Yayınları 1994
 
Murat Bebiroğlu / murat.bebir@gmail.com
2000 Haziran

Yorumlar kapatıldı.